Connect with us

Yeşil Ekonomi

İnovasyonun Önemi: İşte Türkiye’nin 100 Yılı Aşan Firmaları

100 yılı aşan firma

Türkiye’de tarihi 100 yılı aşan firma sayısı da 100 yılı bulan şirket sayısı da çok değil. Birçok firma ikinci-üçüncü kuşaktan sonra yaşanan sorunların kurbanı oluyor.

Peki, binlerce firmanın yok olup gittiği bir süreçte ayakta kalan Türkiye firmaları hangileri?

1- Yenigün Reçelleri (1914)

Yenigün Gıda 4 nesildir, Antalya’da faaliyetine devam ediyor. Şirketin başında dördüncü nesil patronu Necmi Alpagot bulunuyor. Alpagot, işlerin nasıl başladığı ile ilgili olarak daha önce yaptığı açıklamada, “Dedemin babası zamanından gelen bir gelenek. Ev hanımlarının evlerde yaptığı turunç, patlıcan, bergamot reçelleri ikram ediliyormuş ve bunu ilk kavanozda satmaya başlayan büyük dedemiz olmuş. Böylelikle Antalya’da ticari değer kazanmış bir ürün” demişti.

2- Abdi İbrahim (1912)

1912 yılında Eczacı Abdi İbrahim Bey tarafından İstanbul Küçükmustafapaşa semtinde ilk eczane kuruldu. 1919 yılında ilk ilaç üretim fabrikası faaliyete geçti ve ilk hazır ilaç üretimine geçildi.

1939 yılında eczacı İbrahim Hayri Barut ile yönetimde ikinci kuşak devri başladı. 1952’de laboratuvarlar Vefa semtine taşındı. 1975’de şirketin ismi “Abdi İbrahim İlaç Sanayi ve Ticaret A.Ş.” olarak değiştirildi.

3- Develi Restoran  (1912)

Develi Restaurant, halen Develi Yönetim Kurulu Başkanlığı görevini yürüten Arif Develi’nin dedesi tarafından 1912 yılında, Antep’te kuruldu. Arif Develi, 1966 yılında İstanbul’a gelerek, İstanbul’un tarihi mekânlarından Samatya’da Develi restaurantı açtı.

Arif Develi, halen Develi’nin Yönetim Kurulu Başkanlığı görevini yürütse de Develi mirasını iki oğlu, Ali ve Nuri Develi profesyonel anlamda devam ettiriyor.

4- Apikoğlu (1910)

Apikoğlu’nun hikayesi, kendi aileleri için hazırladıkları ev yapımı sucukların lezzetinin dilden dile dolanmasıyla başladı. Çevreden gelen yoğun talepler sonucunda satışa başlanmasının ardından Apikoğlu 1910 yılında Kayseri’de Türkiye’nin ilk et ürünleri imalatçısı olarak kuruldu ve faaliyete geçti.

Apikoğlu, 1920 yılından sonra üretimine İstanbul’da devam etti.

Firma halen 15 bin metrekare kapalı, 45 bin metrekare açık alanda kurulu kombina tesislerinde ürettiği 75 çeşit ürün ile faaliyetine devam ediyor.

5- İlancılık A.Ş (1909)

1909 yılında David Samanon, Jak Hulli ve Kahire’de Havas adlı bir ajansın yönetici Ernest Hoffer, İlancılık’ın temellerini atarak İlanat Reklam Acentesi’ni kurdu.

Türk reklamcılığının gelişmesinde önemli rol oynayan bu ekibe daha sonra dönemin Cumhuriyet Gazetesi Yazı İşleri Müdürü Kamil Salih Sel eklendi. Ülkenin ilk telefon numaralarından olan 94-95’i alan ve gazete ilancılığı yaparak işe başlayan firma, 2. Dünya Savaşı’nda yaşanan ekonomik krizden olumsuz etkilendi.

Daha sonraları yürütülen ithalat projeleri ile eski günlerine dönmeye başladı. İlk yürüyen billboard’dan dergi mecrasına reklam vermeye, radyo ve sinemalara reklam vermekten bugün gazetelerde kullanılan sütun santim kavramını yaratmaya kadar sektörde pek çok ilki gerçekleştirdi.

6- Splendid Otel (1908)

Büyükada’da yer alan oteli Sakızlı Müşir Kazım Paşa, Osmanlı ordusundan Mareşal rütbesiyle emekli olmasının ardından 1908 yılında kurdu. Otel ilk kurulduğu yıllarda ‘Kazım Paşa Oteli’ olarak biliniyordu. 1936 yılında Kazım Paşa’nın vefatı ile otelin mülkiyeti kızı Nazire Tokgöz’e geçti.

1941’de onun ölümünün ardından ise otel kısa bir süre kapalı kaldı. Daha sonra işleri Paşa’nın damadı İsmail Hakkı Tokgöz devraldı.

1957’de İsmail Hakkı Tokgöz’ün vefatının ardından otelin mülkiyeti ve işletmesi kızı Belma Hatice ve onun eşi Nihat Hamamcıoğlu’na geçti. Belma Hanım ve Nihat Hamamcıoğlu idaresinde Splendid Palas eski heyecanını sürdürmeyi başardı. Otel halen Hamamcıoğlu Ailesi’nin mülkiyetinde bulunuyor ve 6. nesil tarafından aile geleneği olarak idare ediliyor.

Otelin internet sitesinde yer alan bilgiye göre, Splendid Otel Türkiye’de 1.derecede tarihi eser statüsünde orjinalliği ilk günkü özeliklere sadık kalınarak işletilen tek otel.

7- Komili (1878)

Komili’nin öyküsü 1878 yılında Midilli Adası’nda başlıyor. O yıllarda Osmanlı toprağı olan Ada’da yaşayan Komi’li Hasan, Midilli Adası’nda sabun ve zeytinyağı üreterek geçimini sağlamaktadır. Aile, Lozan Antlaşması’ndan sonra mübadele gereği Ayvalık’a göç eder ve Komili markasının öyküsü burada devam eder. Zeytinyağında bir çok ilke imza atan Komili, 1995 yılında Komili ailesi tarafından dünyanın dev şirketlerinden Unilever’e satıldı.

Unilever Komili markası ile 13 yıl üretim yaptı. 2008’de Unilever Komili’yi Anadolu Grubu’na sattı. Son olarak ise geçtiğimiz aylarda Komili ABD’li gıda devi Bunge şirketine satıldı.

8- Koska Hacı Emin Bey (1907)

Koska’nın geçmişi 1900’lü yılların başında Denizli’de Hacı Emin Bey’in faaliyet gösterdiği helvacı dükkanına kadar uzanıyor. Baba mesleğini sürdüren Halil İbrahim Adil Dindar 1931 yılında oğulları ile birlikte İstanbul’a gelerek Koska semtinde bir dükkan açar, zamanla ürettikleri helva ve tatlıların lezzeti ile ünlenir.

Bulundukları semtten dolayı Koska’daki Helvacı olarak anılmaya başlar ve daha sonra bu unvanı markaları olarak tescilletirler.

1974’de Topkapı’da kurulan fabrikada helvanın yanısıra lokum, reçel ve koz helva üretimine de başlanır. 1983 yılında Mümtaz ve Nevzat Dindar kardeşler diğer küçük kardeşlerinden ayrı olarak Merter’de inşa ettirdikleri yeni tesislere taşınarak faaliyetlerini burada sürdürme kararı alırlar.

Halen dördüncü kuşağın yönetiminde olan KOSKA 1998 yılı sonlarında taşındığı Avcılar-Ambarlı Kavşağında, on bir dönüm arazi üzerine kurulu 22.000 m2 kapalı alana sahip yeni tesislerinde üretimini sürdürüyor.

9- Bebek Badem Ezmecisi Mehmet Halil Bey (1904)

Mudanyalı Mehmet Halil Bey, Haydarpaşa Lisesi’nde okumak üzere geldiği İstanbul’da Fener Rum Lisesi’nde eğitim gören Arnavutköylü Anastasya Hanım’la tanışır.

O dönemlerde iki ayrı dinden insanların evlenmesi çok zor da olsa, büyük aşkları aileleri yumuşatır. Fakat Anastasya Hanım’ın babasının bir şartı vardır; evlendikten sonra genç çiftlerin İstanbul’da yaşayacak olması. Bunun üzerine Mehmet Halil Bey’in babası, Mudanya’da yapmakta olduğu badem ezmesi ve şekerleme işini oğluna öğretmek üzere 1-2 yıllığına İstanbul’a gelir.

Bebek’te bir dükkân açarlar. Bebek Badem Ezmecisi’ni ‘Meşhur’luğa götüren süreç de 1904’te başlamış olur. Mehmet Halil Bey, Sevim İşgüder henüz 1.5 yaşındayken yaşamını yitirir. Anastasya Hanım iki kızını okutmak için bütün yükü omuzlarına alır. Ancak hastalanınca 1957 yılından itibaren Sema ve Sevim İşgüder kardeşler kendilerini badem ezmesi üretirken bulurlar. Birliktelikleri de Sema Hanım’ın yaşamını yitirmesine dek sürer.

Meşhur Bebek Badem Ezmecisi, adı olduğu üzere Bebek’te küçük bir dükkânda, Sevim İşgüder tarafından yönetiliyor.

10- Kaptanoğlu Denizcilik (1904)

Kaptanoglu Denizcilik’in hikayesi 1904 yılında Hacı İsmail Kaptaoğlu’nun babası Mehmet Kaptan’ın taşımacılık işlerine başlamasına kadar gider. Osmanlı’nın son dönemlerinde taşımacılık sektörü ağırlıklı olarak yabancı şirketlerin tahakkümünde idi.

Hacı İsmail Kaptanoğlu ise babasının gemilerinde kaptanlık yapıyordu. Karadeniz’in doğu sahilleri ile Poti ve Batum ile Trabzon arasında soğan patates götürüp, gazyağı şeker ve un getiriyorlardı.

11- İbrahim Etem Ulagay İlaç Sanayi (1903)

Yüz yılı aşkın bir süre önce küçük bir tahlilhanede başlayan İbrahim Etem Ulagay İlaç Sanayii Türk A.Ş.’nin hikayesi aynı zamanda Türk İlaç Sektörünün endüstrileşme sürecine de ışık tutuyor. İE Ulagay, 1903 yılında tıbbi analizlerin yapıldığı küçük bir laboratuvar olarak kuruldu.

Başlangıçta tıbbi tahlillerin, kimyasal ve besin analizlerinin yürütüldüğü bu küçük laboratuvar, Gedikpaşa’da “Kimyager Doktor İbrahim Etem Laboratuvarı” adıyla faaliyetlerini sürdürdü.

12- Arkas Holding (1902)

Gabriel J. B. Arcas tarafından 1902 yılında ithalatçı olarak İzmir’de kurulur. 1935 yılında vefatıyla birlikte Marsilya’da yaşayan oğlu Lucien Gabriel Arkas gelir ve görevi devralır.

1943 yılı şirket için önemli bir dönüm noktasıdır. Güçlü bir armatürlük şirketi sahibi olan Fretelli Spenco, Arkas’a acentesi olması için teklif götürür. Lucien Gabriel Arkas, 1944 yılında ise kendi adına bir deniz acenteliği kurar ve ilk gemi gelir. Ardından gemilerin sayısı artmaya başlar ve tren nakliyesi işine de girer.

Ülkenin her zamankinden daha fazla iş kollarına gereksinim duyduğu günlerde Arkas, üç tarafı denizlerle çevrili bu yarımadanın potansiyelini değerlendirmeye başlar.

Arkas’ın, Türkiye’den yüklediği gemiler önce Mısır’a doğru yol alır. Kısa bir süre sonra da tüm dünyaya açılır.ARKAS’ın gelişimi de halen Arkas Yönetim Kurulu Başkanı olan Lucien Arkas’ın, 1964 yılında Lucien Arkas Vapur Acenteliği’ni kurması ile hız kazanır. Dünya taşımacılık sektöründe başarıları ve güvenilirliğiyle tanınan armatörlere acentelik hizmeti veren bu şirket, Türk Taşımacılık Sektörü’nü uluslararası pazarda başarıyla temsil eder. Arkas, 1978 yılında Türkiye’den Avrupa’ya ilk konteyner yüklemesini yaparak ülkemizde bu taşımacılık sisteminin yerleşmesine öncülük eder.

13-Hamidiye Su (1902)

1898’de İstanbul’a kaliteli içme suyu sağlamak amacıyla II. Abdulhamit’in emriyle bir komisyon kurulur.

Yapılan projeye göre Kırkçeşme tesislerinin doğu kolu üzerinde ve Kemerburgaz’ın güneydoğusundaki Karakemer ve Kovukkemer civarındaki membalar 20 maslakta toplanır ve kirlenmelere engel olmak için maslaklara demir kapılar yapılarak kilitlenir.

Tesisin büyük bölümünün tamamlanması ise 1900 senesini bulur. Suyun verilmesi ve resmen kabulü 26 Mayıs 1902’de yapılır.

1979 yılından itibaren şişelenerek halka ulaştırılmaya başlandı. Tesis, bugün İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin bir iştirak şirketi olan Hamidiye Kaynak Suları A.Ş. tarafından işletiliyor.

14- Pandeli Restaurant (1901)

Pandeli Çobanoğlu tarafından kurulan Pandeli Restoran, 115 yıl faaliyet gösterdikten sonra geçtiğimiz yıl kapandı. Pandeli Mısır Çarşısı’nın hemen girişinde yer alıyordu.

Pandeli 115 yıllık tarih yolculuğunda birçok ünlü ismi ağırlamıştı. Mustafa Kemal Atatürk Kolağası olduğu zamanlarda en çok Pandeli’ye gelirmiş. Celal Bayar, Kraliçe II.Elizabeth, İspanya Kralı Juan Carlos ve Kraliçe Sofia, Robert McNamara, Robert De Niro, Tony Curtis gibi isimler de Pandeli’ye gelenler arasında.

Hatta Pandeli’nin duvarlarında Audrey Hepburn’ün fotoğrafları da bulunuyordu.

15- REBUL (1895)

Rebul Eczanesi, 1895 yılında Jean Cesar Reboul tarafından İstanbul Beyoğlu’nda Grande Pharmacie Parisienne-Büyük Paris Eczanesi adıyla kurulur.

Osmanlı’nın son dönemine tanıklık eden ve günümüze kadar kurulduğu yerde yaşamını sürdüren tek eczanedir.

16- Hasanpaşa Fırını (1893)

1893 yılında fırın olarak Hasan Paşa tarafından yapıldı. 124 senedir Beşiktaş’taki yerinde faaliyet gösteren fırın ilk yıllarda ekmek yapımı ile meşhurken sonraki yıllarda kuru pasta türü unlu mamuller üretimine de başladı. Fırın halen dördüncü kuşak tarafından işletiliyor.

17- Hacı Şakir Hacı Ali (1889)

Kırım’da Kazan Tatarı Hacı Ali Bey, Volga Nehri boyunda adacıklardan birinin üzerinde sabun ve mum üretmektedir. Ancak bir sel felaketinin ardından taşınmaya karar verir ve İstanbul’a göç eder. Laleli At Pazarı’nda evinin altında tezgahını 1889 yılında yeniden kurar. Hacı Şakir daha sonra Sabuncuoğlu soyadını alır.

Türkiye Cumhuriyeti’nin 91 numaralı Ticaret Sicili’ne sahip şirketi olan Sabuncuzade M. Şakir ve Mahdumu Müessesatı Ticari ve Sınai Türk Anonim Şirketi’nin kuruluşu, bizzat Atatürk’ün imzasıyla 1925’te tescil edilir. Unvanda bulunan ve çok az sayıda kuruluşa verilen ‘Türkiye Anonim Şirketi’ ibaresi ise kuruluşta yıllarca iftihar konusu olur. Daha sonra Hacı Şakir, İstanbul Ticaret Odası’nın 9’uncu, İstanbul Sanayi Odası’nın ilk şirketi olur. Hacı Ali Bey’den sonra oğlu, torunları, dört kuşak şirketi yönetirler.

Şirket daha sonra önce Maya Grubu’na, 1991 yılında da Colgate Palmolive’e satılır.

18- Vefa Bozacısı Kuruluş Yılı (1876)

Hacı Sadık Bey, 1870 yılında Arnavutluk Prizren’den İstanbul’a gelir. O yıllarda bozanın sulu kıvamlı, esmer renkli ve ekşi lezzetli biçimde, şehir halkından 200’e varan esnaf tarafından yapılıp satıldığını görür. O dönemde farklı bir yöntem dener ve bugünkü haliyle yani koyu kıvamlı, açık sarı renkli henüz yeni mayalanma kabarcıklarının oluştuğu andaki çok hafif ekşimsi lezzeti, bu markanın ilk imzası olur.

Vefa semtinde açılan bozacının adı “Vefa Bozacısı” olarak belirlenir ve bu ata içeceği ürüne hem bir standart getirilir hem de bir meslek haline gelerek nesiller boyu devamlılığı sağlanır.

Hacı Sadık Bey’le başlayan üretim, bugün 4. nesil aile fertleriyle devam ediyor.

19- Kuru Kahveci Mehmet Efendi Mehmet Efendi (1871)

19’uncu yüzyılda Türk kahvesi çoğunlukla çiğ çekirdek olarak satılıyor, evlerde tavada kavrulduktan sonra el değirmenlerinde çekiliyor ve içiliyordu.

1871 yılında işi babasından devralan Mehmet Efendi, çiğ çekirdek kahveyi kavurup dibekte öğüterek müşterilerine hazır olarak satmaya başlar. İstanbul Tahmis Sokağı’nda taze mis gibi kavrulmuş kahve kokusu çevreye yayılmaya başlar. Mehmet Efendi müşterilerine sağladığı bu kolaylıkla, bir süre sonra “Kurukahveci Mehmet Efendi” lakabıyla anılır.

20- Karaköy Güllüoğlu Hacı Mehmet Güllü (1820)

Güllü Ailesi, 1800’lü yıllardan beri baklavacılık yapıyor. Ailede baklavacılığa ilk başlayan kişi ise Gaziantep’te “Güllü Çelebi” diye anılan Hacı Mehmed Güllü.

Gaziantep’te tatlıcılık mesleğine giren Güllü Çelebi, meslekte ilerleyebilmek için tatlıcılıkta en ileri bölgeler olan Halep ve Şam’a gitti ve altı ay kalıp baklavacılığın inceliklerini öğrendi. Gaziantep’e dönünce de bir baklava tezgâhı kurdu. Güllü Çelebi’nin vefatından sonra oğlu Hacı Mahmud Güllü, baba mesleğini sürdürdü ve oklava ile tek tek açılan ince yufkadan baklava yapımını başlattı.

Hacı Mahmud Güllü’nün dört oğlu da baklavacı olarak yetişince, Güllü Ailesi’nde baklavacılık bir gelenek halini aldı.

Kaynak: Hürriyet

Startup kategorisindeki diğer haberler için: http://k2haber.com.tr/category/startup/

İklim Krizi

AB Yeşil Mutabakatı İlerliyor: Bu Bir İrade Meselesidir

-

Yeşil Düşünce Derneği Avrupa Yeşil Mutabakat

Avrupa Komisyonu Net Sıfır Sanayi Yasası (NZIA) ve Kritik Hammaddeler Yasası (CRMA) olmak üzere iki yasa teklifi sundu. Her ikisi de AB’nin yeşil sanayi devrimine öncülük etmesi için önerilen AB Yeşil Mutabakat Sanayi Planı’nın (GDIP) temel taşlarıdır. Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen, iklim, yatırımlar ve büyümeyi ele alan her iki stratejiye atıfta bulunarak “Dünyanın en büyük ve en gelişmiş iki ekonomisi artık aynı yönde ilerliyor” dedi.

K2 HABER | Son birkaç yıldır AB, Ursula von der Leyen’in Avrupa Komisyonu Başkanlığının ve AB’nin iklim ve büyüme stratejisinin amiral gemisi olan Yeşil Mutabakat hedefini ileriye taşıdı. AB Yeşil Mutabakatı, bloğun Covid, Ukrayna ve hayat pahalılığı krizlerine verdiği yanıtta etkili oldu.

Uzmanlar, AB Yeşil Mutabakat mimarisinin,  ABD Enflasyonu Düşürme Yasası (IRA)’dan bağımsız olarak, yeni dünyada başarılı olmak için sağlam ve dayanıklı bir temel oluşturduğunu ve geçmişe bakıldığında “aslında AB’ye büyük bir iyilik yapmış olabileceğini” savundu. Yeşil Mutabakat Sanayi Planı kısmen NextGenerationEU (AB’nin 800 milyar Avroluk COVID kurtarma fonu) ve REPowerEU (AB’yi Rusya’dan doğal gaz ithalatından bağımsız hale getirmeyi amaçlayan acil müdahale paketi) gibi mevcut blokların yanı sıra Global Gateway (AB’nin küresel yatırım stratejisi) üzerine inşa edildi.

Net-Sıfır Sanayi Yasası

Şubat ayında Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen, “Avrupa’yı net sıfıra giden yolda temiz teknoloji ve endüstriyel inovasyonun evi haline getirme” planlarını açıkladı. Bu yasa teklifi, AB’nin Avrupa’nın emisyonlarını azaltmasına ve karbonsuz enerji üretimine geçmesine yardımcı olacak kilit teknolojilere yönelik desteği arttırma planının temelini oluşturuyor.

  • Yeni ve geliştirilmiş yerli üretim hedefleri: Yasa, 2030 yılına kadar temiz teknolojilerin en az %40’ının AB’de üretilmesini amaçlıyor.
  • Bürokrasi azaltılıyor: Komisyon özellikle güneş, rüzgar, batarya ve daha fazlası dahil olmak üzere “stratejik teknolojiler” için izin ve finansmana erişimi iyileştirmeyi amaçlıyor. Bu, başarılı başvuru sahiplerinin son derece kısaltılmış zaman çizelgelerinden yararlanmasını sağlayacak olan “Net Sıfır Esneklik Projeleri” etiketlerinin verilmesi yoluyla gerçekleşecek.
  • Net Sıfır Sanayi Vadileri: Yasa, Üye Devletlerin, Net Sıfır Dayanıklılık Projelerine ev sahipliği yapabilecek ve net sıfır sanayi için Avrupa merkezleri olabilecek net sıfır sanayi tedarik zincirinin üretim tesislerinin inşası veya genişletilmesi için arazi üzerinde özellikle uygun alanları belirlemelerine izin verecek.

Türkiye İklim İktisadı Çalıştayı: Türkiye’nin Yeşil Dönüşümü

Kritik Hammaddeler Yasası

Avrupa Birliği, AB ekonomisi için stratejik olarak kabul edilen ve yüksek tedarik riski taşıyan, çoğu mineral olmak üzere 30 kritik hammaddeden oluşan bir liste oluşturdu; von der Leyen’in Komisyonu bu yasa ile malzemelerin kaynağını çeşitlendirerek bağımlılığın üstesinden gelmeyi amaçlıyor.

  • AB içerisinde madencilik ve geri dönüşüm: 2030 yılına kadar AB’nin stratejik hammadde tüketiminin %10’u AB’de çıkarılmalı ve Birliğin her bir kritik hammadde için yıllık tüketiminin %15’i kesinlikle geri dönüşümden sağlanmalıdır.
  • Çeşitlendirme: Komisyon, “2030 yılına kadar, Birliğin ilgili herhangi bir işleme aşamasındaki her bir stratejik hammaddeye ilişkin yıllık tüketiminin %65’inden fazlasının tek bir üçüncü ülke menşeli olmamasını” öneriyor.
  • AB malı hammaddeler: Yasa teklifine göre AB, değer zinciri boyunca işleme kapasitesini arttırmalı ve yıllık stratejik hammadde tüketiminin en az %40’ını üretebilmelidir.
  • Stratejik projeler: Komisyon ve henüz kurulmamış olan Avrupa Kritik Hammaddeler Kurulu, daha kolaylaştırılmış ve öngörülebilir bir izin sürecinden faydalanacak “stratejik projeleri” belirleyecektir. Bunlar Devlet yardımı şeklinde kamu desteği alabilecektir.
  • Üçüncü ülkelerin desteklenmesi: Komisyon, Çin’in “Kuşak ve Yol” girişimine karşı 300 milyar Euro’luk büyük bir girişim olan Küresel Geçit Stratejisinin mali gücüne dayanarak üçüncü ülkelerde de “stratejik projeleri” tespit etmeyi ve desteklemeyi amaçlamaktadır. AB, ortaklarına değer katan, sürdürülebilir kalkınmalarını geliştiren, ekonomik kalkınmanın yanı sıra sürdürülebilir yönetişim, insan hakları, çatışma çözümü ve bölgesel istikrarı teşvik eden tedarik zincirleri oluşturmayı amaçlıyor.

Yeşil Yükseliş Senaryosu ile 1 Buçuk Derece Hedefi Daha Ulaşılabilir

İş Dünyası İddialı Bir Yeşil Müdahaleyi Destekliyor

Avrupa’nın dört bir yanından gelen sesler Komisyon’un planındaki ana hatları selamladı. İş dünyası  bu yanıtı, AB’nin oyununu hızlandırması ve temiz teknoloji dağıtımında mükemmellik yarışının bir parçası olarak Avrupalı şirketlerin rekabet gücünü arttırmaya yardımcı olması için bir fırsat olarak görüyor.

Brüksel merkezli düşünce kuruluşu Bruegel’in analistleri, ABD’nin IRA’sına yanıt verirken AB’nin sadece ABD’ye kıyasla rekabet gücünü korumaya çalışmaması, genel olarak rekabet gücü, hızlı karbonsuzlaştırma ve geniş dış politika ve kalkınma politikası hedefleri de dahil olmak üzere daha geniş amaçlar gütmesi gerektiğini savunuyor.

Uzmanlar, AB’nin Washington ile bir sübvansiyon yarışına girmemesi, bunun yerine güçlü yönlerini iki katına çıkarması gerektiği konusunda uyarıyor: enerji fiyatlarını düşürmek için yenilenebilir enerji alımını artırmak, yeşil kamu alımlarını güçlendirmek, finansmanı iyileştirmek ve yeşil ürünlere olan talebi teşvik etmek, tüm bunları yaparken de iklim, insan hakları ve biyoçeşitlilik açısından standart belirleme hedefine saygı göstermek.

Brüksel’in Girişimleri Hızlı Bir Şekilde Hayata Geçirmesi

Geçtiğimiz hafta Komisyon, yeşil teknolojiye yönelik devlet yardımı kurallarının, yerel oyun alanını eşitleyecek koşullar ve üye devletlerin temiz teknoloji sektörleri için üçüncü ülkeler tarafından sunulan sübvansiyonları ‘eşleştirmesine’ izin veren bir madde ile geniş ölçüde gevşetildiğini duyurdu.

14 Mart Salı günü, Avrupa Komisyonu’nun elektrik piyasası reformu önerisi (aynı zamanda Yeşil Anlaşma Endüstriyel Planının bir parçası) yayınlandı.

Sonraki Adımlar

Önümüzdeki Salı günü Komisyon Üyeleri daha fazla ayrıntıyı ekleyecek. 23-24 Mart tarihlerinde Brüksel’de yapılacak olan Avrupa Konseyi toplantısında teklifler görüşülecek ve AB’nin iklim konusundaki kararlılığını belirleyici bir altı ay öncesinde teşvik etmeyi amaçlayan Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri António Guterres de bu toplantıya katılacak.

Avrupa Konseyi’nin 23-24 Mart tarihlerinde Brüksel’de yapacağı toplantıda tekliflerin görüşülmesi planlanıyor.

Uzman Görüşleri

Ursula Woodburn, Direktör, Kurumsal Liderler Grubu – CLG Avrupa:

“Avrupa’nın geleceğine karar vermede kritik bir andayız ve Avrupalı işletmelerin enerji dönüşümüne öncülük etmelerini ve rekabet güçlerini arttırmalarını sağlamanın zamanı geldi. Karar alıcılar Fit for 55 paketine ilişkin kilit müzakereleri tamamlarken ve Yeşil Anlaşma Sanayi Planı tartışmalarına bakarken, neyin tehlikede olduğunu hatırlamalıdırlar. Enerji güvenliği ancak yenilenebilir enerji kaynaklarının yaygınlaştırılması hızlandırılarak, enerji talebi azaltılarak ve temiz çözümler geliştirilerek garanti altına alınabilir. AB, küresel zirve yarışı tarafından sınanmaktadır, ancak rekabetçi sürdürülebilirlik stratejisini güçlendirmek için işletmelerin gerekli desteğine sahiptir. Dolayısıyla bu bir araç meselesi değil, bir irade meselesidir.”

Sabine Nallinger, Stiftung KlimaWirtschaft – İklim ve Ekonomi için Alman CEO İttifakı Genel Müdürü

“Almanya’daki ve Avrupa genelindeki işletmelerin mesajı nettir: yenilenebilir enerji ve net sıfır teknolojileri rekabet gücümüzün, enerji güvenliğimizin ve iklim politikamızın temel taşıdır. Bu nedenle kararlılığımızı sürdürmeli ve yenilenebilir enerjinin yaygınlaşmasını hızlandırmalıyız. Yenilenebilir enerjiye rekabetçi fiyatlarla erişim ve sanayinin hızlı bir şekilde karbonsuzlaştırılması için finansman ve altyapı uzun zamandır önemli bir konum faktörü olmuştur. Burada gevşek davranırsak, sanayimizin rekabet gücünü riske atmış oluruz.

Avrupa Birliği, Yeşil Mutabakat Sanayi Planını başarıya ulaştırmak için kolektif, kararlı ve pragmatik bir şekilde hareket etmelidir. Ancak o zaman Avrupa’nın sürdürülebilir rekabetçiliğini güçlendirebiliriz. Yalın izin prosedürleri, iklim dostu teknolojilere ve endüstriyel süreçlere öncelik verilmesi ve yeşil ürünler için talep tarafının güçlendirilmesi kilit öneme sahip olacaktır.”

Justin Wilkes, İcra Direktörü, Standartlar Üzerine Çevre Koalisyonu (ECOS):

“Net Sıfır Sanayi Yasası, temiz teknoloji yarışını kazanmak ve Avrupa’yı karbonsuzlaştırmak için güçlü bir araç olarak yeşil standartlar için hedef belirlemede kilit rol oynayabilir. Dünyanın en büyük pazarı olarak AB, çevre konusunda zirveye ulaşma yarışında ön saflarda yer almalıdır – küresel temiz teknoloji standartlarının belirleyicisi olma zamanı gelmiştir. Enerji verimli ısı pompaları, temiz bataryalar, yenilenebilir enerji şebekeleri… Aklınıza ne gelirse, AB bunu yapabilir ve yapmalıdır da!”

Okumak için tıklayın

Yeşil Ekonomi

Oxford Üniversitesi: En Düşük Sermaye Maliyetini Yenilenebilir Enerji Sağlıyor

-

elektrik üretimi Cambridge Econometrics yenilenebilir enerji

Oxford çalışması: Yenilenebilir enerji, fosil yakıtlara kıyasla  en ucuz sermaye maliyetini sağlamaya devam ediyor.

K2 HABER | Oxford Sürdürülebilir Finans Grubu tarafından yayınlanan yeni bir rapora göre, daha yüksek güneş ve rüzgar enerjisi kapasitesinin payına sahip yenilenebilir elektrik şirketleri, küresel ölçekte fosil yakıt odaklı emsallerine göre daha düşük öz sermaye ve borç maliyetine sahip. Bu eğilim özellikle Avrupa’da belirgin olup, iklim dostu politikaların ve eylemlerin temiz enerji üretimine yapılan yatırımları oldukça uygun maliyetli bir enerji kaynağı haline getirmede başarılı olduğunu gösteriyor.

Küresel olarak, yenilenebilir elektrik hizmetlerinin borç maliyeti, fosil yakıtlı elektrik hizmetlerinin %6,7’sine kıyasla %6’dır. Benzer şekilde, yenilenebilir enerji kaynaklarına odaklanan kuruluşların öz sermaye maliyeti (%15,2), fosil yakıt kullananlara (%16,4) kıyasla daha düşüktür. Avrupa’da, düşük karbonlu elektrik şirketleri ile yüksek karbonlu emsalleri arasındaki öz sermaye maliyeti farkı zaman içinde genişliyor. Örneğin, 2015’ten itibaren enerji karışımında güneş ve rüzgâr oranı daha yüksek olan şirketlerin öz sermaye maliyeti %17’den %14’e düşerken, daha düşük orana sahip olanlarda tam tersi bir eğilim görüldü.  Bu durum, Avrupa’daki daha ileriye dönük hisse senedi yatırımcılarının fosil yakıtlara gömülü geçiş risklerinin yakında artacağını öngördüğünü gösteriyor.

REN21 Raporu Yayımlandı: Yenilenebilir Enerjide %17 Artışla Bir Rekor Kırıldı

Kömür Madenciliğinin Maliyeti Yükseldi

Rapor, küresel olarak kömür madenciliğinin en yüksek sermaye maliyetine sahip olduğunu, borç maliyetinin 2021’de %7,9’a, öz sermaye maliyetinin ise %18,2’ye yükseleceğini, bunu petrol ve gaz üretimi ile yenilenebilir yakıtların izleyeceğini gösteriyor. 2016 yılından bu yana, yenilenebilir enerji ve teknoloji için sermaye artırımına yönelik borç maliyeti düşme eğilimindeyken, kömür madenciliğinin maliyeti yükseldi. Avrupa’da, petrol ve gaz üretimi en yüksek öz sermaye maliyetine sahip durumda.

Bulgular ayrıca, petrol ve gaz endüstrisinde sermaye yoğun upstream faaliyetlerinin yanı sıra karbon yoğun operasyonlara yatırım yapmanın giderek daha riskli hale geldiğini göstermektedir. Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinin ardından petrol ve gaz fiyatlarının son on yılın en yüksek seviyelerine ulaşması, ekonomileri fosil yakıtlardan vazgeçmeye ve sermaye akışlarını temiz enerjiye kaydırmaya daha da teşvik etti.

Paris Anlaşması’nın hedeflerine ulaşmanın merkezinde, büyük miktarlarda sermayenin düşük karbonlu enerjiye yönlendirilmesi yer alıyor ve yenilenebilir enerji kaynaklarının fiyatlandırılması kritik ölçüde sermaye maliyetine bağlı. Finansal sistem ile reel ekonomi arasında kilit bir aktarım mekanizması görevi gören bu mekanizma, hem finansal kurumların hem de şirketlerin yatırım kararlarını etkileyerek temiz enerji için sermaye maliyetinin düşmesini gerektiriyor. Avrupa örneği, çevre politikalarının varlık fiyatlandırmasında önemli olduğunu gösteriyor ve bu durum, iklim eyleminin daha az tutarlı olduğu Kuzey Amerika için bir model teşkil edebilir.

Oxford Sürdürülebilir Finans Grubu Direktörü Dr. Ben Caldecott,Sermaye maliyeti, farklı enerji teknolojilerinin toplam maliyetinin önemli bir belirleyicisidir ve finansal piyasaların algıladığı riskleri yansıtır, örneğin kömürün yenilenebilir enerjilerle ne kadar hızlı yer değiştirebileceği gibi” diyor.

Başyazar Dr. Gireesh Shrimali, “Kuzey Amerika’da yenilenebilir ve fosil yakıtlı enerji için sermaye maliyetinde tutarlı bir eğilim görmüyoruz” diyor. “Görülmesi gereken şey, özellikle son Enflasyon Azaltma Yasası gibi büyük değişikliklerle politika ortamının değişip değişmeyeceğidir.”

Rüzgar ve Güneş Son 12 Ayda 7 Milyar Dolarlık Enerji İthalatına Engel Oldu

Oxford Sürdürülebilir Finans Grubu Hakkında

2012 yılında kurulan Oxford Sürdürülebilir Finans Grubu çok disiplinlidir ve varlık sınıfları, finans meslekleri ve finansal sistemin farklı bölümleri arasında küresel olarak çalışıyor. Dünya çapında bu türdeki en büyük merkezdir ve sürdürülebilir finans ve yatırım konusunda araştırma ve öğretim için dünyanın en iyi yeri olmayı hedefliyor.

Okumak için tıklayın

Ekoloji

Enflasyonun İlacı Yenilenebilir Enerjide

-

SEFİA yenilenebilir enerji

APLUS Enerji ve Sürdürülebilir Ekonomi ve Finans Araştırmaları Derneği (SEFiA) tarafından hazırlanan yeni bir rapor yenilenebilir enerji kurulu gücündeki artışın elektrik faturalarını düşürerek tüketici enflasyonunu iyileştireceğini ortaya koyuyor.

K2 HABER | ‘Artan Elektrik Fiyatları ve Yenilenebilir Enerji Kaynaklarının Piyasaya Etkisi’ başlıklı rapor, Türkiye’de yenilenebilir enerji santrallerinin ve bu santrallere verilen teşviklerin piyasaya etkilerini değerlendiriyor. Rapor, yenilenebilir enerji kapasitesindeki artışın enflasyonda yaratacağı düşürücü etkisinin yanında, ithal yakıt maliyetlerini ve karbon emisyonlarını da önemli ölçüde azaltacağını gösteriyor.

Çalışmada, YEKDEM (Yenilenebilir Enerji Kaynakları Destekleme Mekanizması) veya YEKA (Yenilenebilir Enerji Kaynak Alanları) kapsamında geliştirilen projelerin ve daha çok lisanssız santralin hayata geçmesi durumunda, 2021 yılı tamamı ve 2022 yılının ilk yarısında serbest piyasadaki elektrik fiyatlarının ne olacağının ölçülmesi amaçlandı. Bugünküne kıyasla daha çok rüzgâr ve güneş enerjisi kullanılacağının varsayıldığı çalışmada (2021 başında toplam rüzgâr ve güneş kapasitesi 29,3 GW, 2022 Haziran ayı itibarıyla ise 35,9 GW) piyasa takas fiyatı ve YEKDEM birim maliyetinin nasıl değişeceği, enflasyonun nasıl seyredebileceği, gaz ve ithal kömür maliyetlerinin ne kadar azaltılabileceği ve karbon emisyonlarında ne kadar azaltım yapılmış olacağı analiz edildi.

Bugün 19 GW Olan Güneş ve Rüzgâr Kurulu Gücümüz 36 GW olsaydı:

Elektriğin serbest piyasadaki fiyatı daha düşük olacaktı. Toplam sistem maliyetlerinin gerçekleşen rakamlara kıyasla daha düşük olduğu hesaplanmıştır. Serbest piyasadaki elektrik fiyatı, artan YEKDEM maliyetlerine rağmen, 2021 yılı için gerçekleşen değerlere kıyasla %3,5, 2022 yılının ilk altı ayı için ise %11,8 daha düşük olmaktadır.

Enflasyon daha düşük olacaktı. Yenilenebilir enerji üretiminin daha yüksek olduğu bir senaryoda, Temmuz 2022 itibarıyla %144,61 olarak gerçekleşen yıllık ÜFE enflasyonunun %129,22, aynı dönemde %79,60 olarak gerçekleşen yıllık TÜFE enflasyonunun ise %72,39 olacağı öngörülmüştür.

Daha az enerji ithalatı yapılacaktı. Artan yenilenebilir enerji üretimi, öncelikle yüksek maliyetli gaz ve ithal kömür üretimini ikame etmektedir. 2021 yılı için ülkenin ithal yakıt faturasının 3,1 milyar USD, enerji krizinin derinleştiği 2022 yılının ilk altı ayı için ise 3,3 milyar USD miktarında düşeceği hesaplanmıştır.

Karbon emisyonu azalacaktı. Özellikle karbon yoğun kaynakların ikame edilmesi yoluyla 2021 yılında 22,9 milyon ton CO2 eşdeğeri, 2022 yılında ise 13,4 milyon ton CO2 eşdeğeri karbon azaltımı yapılacağı görülmüştür. Çalışmada 18 ay için hesaplanan toplam azaltım miktarı 2020 yılı için açıklanan elektrik üretimi kaynaklı karbon emisyonlarının yaklaşık %28’ine denk gelmektedir.

Daha Fazla Yenilenebilir Enerji, Tüketicileri Yüksek Yakıt Faturalarından Koruyabilir

Küresel enerji krizinden korunmak için en uygun alternatif rüzgâr ve güneş 

APLUS Enerji Ortağı Volkan Yiğit şöyle konuştu: “Çalışma, küresel enerji krizi baş gösterdiği sıralarda eğer daha yüksek yenilenebilir enerji kurulu gücü yapılabilmiş olsaydı ülkedeki serbest piyasa elektrik fiyatlarının daha düşük olacağını göstermiştir. Eski YEKDEM santrallerinin alım garantisi süreleri sona erdikçe, yenilenebilir enerji üretiminin maliyetler üzerindeki düşürücü etkisi daha da gözle görülür olacaktır. Bu katkının yanı sıra yenilenebilir enerjinin ithal yakıt bağımlılığının azaltılması, arz güvenliğinin sağlanması ve karbon emisyonlarının düşürülmesi gibi çok yönlü faydaları getireceği görülmektedir. Bu açılardan piyasada hem maliyetlerin düşürülmesi hem de çok yönlü faydalardan yararlanılabilmesi için atılması gereken adım, kapsamlı bir yenilenebilir enerji strateji ve hedeflerinin oluşturulmasıdır.”

SEFiA’nın Direktörü Bengisu Özenç ise, “Küresel olarak yüksek enflasyonun hâkim olduğu bir ortamda, yenilenebilir enerji üretiminin payının artırılması özellikle küresel emtia fiyatlarının arttığı dönemlerde enflasyonu kontrol etmede etkili olduğundan önemli bir strateji olarak göze çarpıyor. Bu yaklaşımın ipuçlarını zaten yakın zamanda Amerika Birleşik Devletleri’nde devreye giren ve enerji dönüşümünü merkeze alan Enflasyonla Mücadele Paketi’nde gördük. Çalışmamızda da kronik olarak yüksek enflasyonla mücadele etmekte olan Türkiye’de güneş ve rüzgârın payının artması durumunda enflasyonun 7 puan daha düşük gerçekleşebileceğini ortaya koyduk. Ayrıca, güneş ve rüzgâra dönüşle enerji bağımsızlığının güçlenmesi sayesinde döviz kurunun olumsuz etkilerinin sınırlanacağı ve kamu bütçesi dinamiklerinin rahatlayacağı düşünüldüğünde, uzun vadede vergi yükünün azalacağı ve alım gücü üzerindeki dolaylı artırıcı etkilerin toplum refahını yükselteceği de söylenebilir” dedi.

Okumak için tıklayın

Yeşil Ekonomi

CHP’li Akın: İktidara Geldiğimizde ‘İklim Bankası’ Kuracağız

-

Ahmet Akın

CHP Enerji ve Altyapı Projelerinden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Ahmet Akın, iktidara gelmeleri halinde ‘İklim Bankası’ kuracaklarını belirterek, “İklim Bankası’yla iklim finansmanı diplomasisini yürüteceğiz ve ülkemizin iklim konusundaki fonlara erişimini sağlayacağız” dedi.

K2 HABER| CHP’li Akın, parti genel merkezindeki basın toplantısında, yeşil dönüşümün en önemli unsurlarından birinin enerjide dönüşüm olduğunu belirterek, şöyle konuştu:

“Türkiye’nin enerjide yeşil dönüşümü sağlamak için 120 milyar dolarlık yatırıma ihtiyaç var. İktidara geldiğimizde Cumhuriyet Halk Partisi olarak, bu finansmanı dünyadan yeşil kredi ile yeşil tahvil borçlanma araçları ile sağlayacağız. Bunu yapmak mümkün. Bu finansmanı sağlamak için Merkez Bankası’nı, bankacılık ve finans dünyasını, sermaye piyasalarını yeşil ve sürdürülebilir eksenli yapılandıracağız. İngiltere’de, Almanya’da bu alanda ileri olan ülkelerin finans piyasaları nasılsa biz de o şekilde Türkiye’deki finans ve bankacılık altyapısını yeniden tasarlayacağız. Ülkemize yeşil kredi ve yeşil finansman gelir mi? İşte genel başkanımız, liderimiz sayın Kemal Kılıçdaroğlu, Türkiye’de yeşil dönüşümün başlaması, dijital dönüşümün sağlanması ve yeşil finansmanın gelmesi için temaslarda bulunuyor.”

Türkiye, İklim Değişikliği ile Mücadelede Yeşil Ekonomiye Hazırlanıyor

‘İklim Finansmanı Diplomasisini Yürüteceğiz’

“İklim Bankası’yla iklim finansmanı diplomasisini yürüteceğiz ve ülkemizin iklim konusundaki fonlara erişimini sağlayacağız. Ülkemize hızlı ve kapsamlı kaynak sağlamak amacıyla finansal kurumlar üzerinden özel sektöre, kamunun yenilenebilir enerji yatırımlarına ve yerel yönetimlere kaynak aktaracağız. ‘İklim Bankası’ aracılığıyla sanayimizin yeşil dönüşümünü, sanayinin karbonsuzlaştırılmasını da hedefliyoruz. ‘İklim Bankası’yla çatılarda bireysel kullanıma yönelik enerji üretiminin yaygınlaştırılmasını da sağlayacağız. Türkiye’de kamunun, yerel yönetimlerin ve özel sektörün yeşil tahvil çıkarabilmesi amacıyla gerekli altyapı, kurumsal kapasite, metodolojik çalışmaları hızla ‘İklim Bankası’ liderliğinde yapacağız. Türkiye’de bu konular artık yalnızca sosyal sorumluluk projeleri olmaktan çıkacak ve bir iş modeli haline gelecek. Kısaca yeşil mutabakatı kurgulayacağız ve ülkemize temiz finansmanın gelmesini sağlayacağız. Temiz yatırım, temiz enerji ve güçlü üretimle Türkiye’mizi aydınlık yarınlara taşıyacağız.”

Okumak için tıklayın

Yeşil Ekonomi

Şenol Babuşçu: AKP, Kendisine Oy Vermeyen Orta Sınıfı Yok Etti!

-

şenol babuşçu

Merkez Bankası’nın politika faizini 100 baz puan düşürerek yüzde 14’ten 13’e indirmesini değerlendiren Prof. Dr. Şenol Babuşçu, “Merkez Bankası bu kararı vermedi. Saray belirliyor, Merkez Bankası açıklıyor. Türkiye hiperenflasyona sürükleniyor.” ifadelerini kullandı.

K2 HABER | Merkez Bankası’nın faiz düşürme kararına ekonomistlerden tepkiler gelmeye devam ediyor. Bütün dünya yüksek enflasyon riskine karşı politika faizini artırırken, yüzde 80’leri aşmış bir enflasyona sahip Türkiye’nin faiz düşürmesi piyasalarda şok etkisi yarattı. Dolar aynı saatlerde 18.10 TL’yi geçerken, CDS (Kredi Risk Primi) 600’lü rakamlardan 780’li rakamlara yükseldi.

Prof. Dr. Şenol Babuşçu: ‘Faiz Kararını Merkez Bankası Değil, Saray Karar Veriyor!’

Gazeteci Tuba Emlek’in hazırlayıp sunduğu ‘Ne Oluyor’ programına konuk olan iktisatçı Prof. Dr. Şenol Babuşçu, gösterilen tepkilerin haklı olduğunu belirterek, “İktisat literatürünü baktığınızda aslında faiz artırımı gerekirken, teoriye uygun olmayan bir davranışla faiz düşürüldü. Bu kararın bilinçli olarak yapıldığını düşünüyorum. Merkez Bankası bu kararı almadı. Birileri ‘100 baz puan indireceksin’ dedi, Merkez Bankası da bu metni okudu. Ülkemizde son bir yıldır, Merkez Bankası karar vermiyor.” şeklinde konuştu.

Merkez Bankası’nın En Önemli Silahını Elinden Aldılar

 Merkez Bankası’nın iki asli görevini yerine getiremediğini ifade eden Babuşçu, “Birinci görevi enflasyonu önlemek, ikinci görevi Türk lirasının değerini korumaktır. Merkez Bankası Başkanı geçen yıl mart ayından göreve başladığından beri, enflasyon yüzde 12’ydi, şimdi yüzde 90’a vurdu. Geçen sene bu zamanlar dolar 6,80’di, şimdi 18 TL. Türk lirasının değerini de koruyamadılar. Merkez Bankası iki asli görevini de yapamıyor. Peki neden bu görevlerini yapamıyor? Merkez Bankası’nın elindeki en önemli silahı aldılar. Silah nedir? Politika faizi, bugünkü faiz… Merkez Bankası bu faizi kullanamıyor. Kim kullanıyor? Saray kullanıyor. Saray belirliyor, Merkez Bankası açıklıyor. O nedenle Merkez Bankası kullanabileceği en önemli silahı kullanamayınca ne enflasyonu önleyebiliyor ne paranın değerini koruyabiliyor. Merkez Bankası bağımsız olmadığı sürece, Sn. Şahap Kavcıoğlu görevde olduğu sürece de bağımsız olmayacağı anlamına gelir. Biz fiyat istikrarının sağlandığını ve Türk lirasının değerinin korunduğunu göremeyeceğiz.” dedi.

Mehmet Ali Çelebi’ye Sert Tepki: Atatürk’e Kimin Ayyaş Dediği Belliyken…

Altılı Masa’ya Kılıçdaroğlu’nun İsmini Karamollaoğlu Getirecek

Türkiye’de Artık Orta Kesim Yoktur

AKP’nin kendisine az oy veren orta kesimi tamamen yok ettiğini belirten Babuşçu, “Türkiye’de vatandaşlar 3 gelir grubuna ayrılıyor. Bir dar gelirliler, iki orta gelirliler, üç zenginler. AKP 20 yıl boyunca genelde zengin kesimden ve dar gelirlilerden oy alıyor. Orta kesim AKP’ye daha az oy veriyordu. AKP son 1 yıldır uyguladığı politikalarla orta kesimi tamamen yok etti. Orta kesimin bir kısmını zengin yaptı, bir kısmını ise fakirleştirdi ve AKP’ye muhtaç hale getirdi. Türkiye’de artık bir orta kesim yoktur, fakir ve zengin kesim vardır.” dedi.

Hiperenflasyondan Korktukları İçin Kredileri Frenlediler

Hükümetin kredi kullanımlarında frene bastırdığını söyleyen Babuşçu, “2 ay önce, haziran ayında hükümet kredilerde frene bastı. Bankalara resmi olarak değil, el altından kredi kullandırmamaya özen göstermeleri istendi. Kamu bankaları ise kredi kullanımını tamamen durdurdu. Özel bankalar da talep azalması için faizleri artırdı. Peki neden bunu yaptılar? Hiperenflasyondan korktukları için, kredilerde frene basarsak enflasyonu 90’lardan geri döndürebiliriz diye düşündüler. Kredilerdeki freni aralık ayına kadar sürdürecekler. Ocak’ta kredi musluklarını tamamen açacaklar. Konut kredilerde yine indirim yapacaklar, yoğun bir kredi pompalamasıyla seçime girecekler. Her şey güllük gülistanlık gibi göstermeye çalışacaklar. Tamamen seçim stratejisi.” ifadelerini kullandı.

Okumak için tıklayın

Ekoloji

Çiftçiler Sendikası: Fındık Üreticileri Yoksulluktan Açlığa İtildi!

-

çiftçiler sendikası fındık

Açıklanan fındık alım fiyatına tepki gösteren Çiftçiler Sendikası, üreticinin değil şirketlerin korunduğunu belirterek, üreticilerin açlığa itildiğini ifade etti.

K2 HABER | Fındık üreticilerin heyecanla beklediği fındık fiyatı destekler dahil 54 lira olarak açıklandı. Geçen yıl ortalama 3,15 dolara denk gelen fiyatının bu yıl artması beklenirken, 3 dolara düştü. Üreticiler bir kez daha hüsrana uğradı.

54 TL olarak belirlenen fındık fiyatının üreticileri değil, şirketleri koruyan bir fiyat olduğunu belirten Çiftçiler Sendikası (Çiftçi-Sen), fındık üreticilerinin yoksulluktan açlığa itildiğini ifade etti.

Çiftçi-Sen’den Tepki: ‘Çay Yasası Derhal Geri Çekilsin!’

Çiftçi-Sen: ‘Üreticiler Temel Tüketim İhtiyaçlarını Karşılayamaz Hale Gelecek’

Çiftçi-Sen tarafından yapılan basın açıklaması şu şekilde:

“Öncelikle ÇİFTÇİ-SEN olarak yapmış olduğumuz maliyet çalışmaları sonucunda 1 kg fındığın maliyetini  43,45 TL tespit edip onun üzerine %25 kar payı eklediğimizde  54 TL bir fiyata ulaştığımızı, ancak fındık çiftçisinin hayatını ve üretimini sürdürebilmesi için bu fiyatın yeterli olmadığını, son aylardaki girdilerdeki ve temel ihtiyaç maddelerindeki enflasyon artışlarının da göz önünde bulundurulması gerektiğini, alım fiyatının en az 85 TL olması gerektiğini ifade etmiştik. (*)Açıklanan fındık alım fiyatı üreticileri değil, şirketleri kollayan, koruyan bir fiyattır.

Görünen o ki iktidar, BM Genel Kurulu’nda 17 Aralık 2018 yılında kabul edilen Köylü Hakları Deklarasyonu’ndaki  çiftçilere “Tatmin edici bir fiyat ve adil piyasaya erişim hakkı sağlamak” yerine şirketlerin piyasayı kontrolünü arttırıcı alım fiyatları belirlemeyi ilke haline getirmiştir. Cumhurbaşkanı R.T. Erdoğan 12 Eylül Darbesi’nin oluşturduğu kurumsal düzenin ve neoliberal tarım politikalarının devamı olduğunu fındık alım fiyatını açıklarken ortaya koymuş, tıpkı darbeci Kenan Evren gibi, 12 Eylül öncesi “Fındıkta Sömürüye Son!” mitinglerini örgütleyen Fikri Sönmez’i ve onun anlayışını da hedefine koymuştur. Bu tarımsal ve ekonomik politikalar sürdüğü sürece önümüzdeki günlerde emekçiler ve yoksullar için ekonominin daha da kötüye gideceği aşikardır. Şirketler kârlarını arttırırken, üreticilerin giderleri daha da artacak üretimlerini devam ettirmeleri bir yana temel tüketim ihtiyaçlarını karşılayamaz hale geleceklerdir.

Bu fındık alım fiyatı ve tarım  politikaları kabul edilemez. Fındık çiftçilerini yoksulluktan açlığa iten yıkım politikalarına karşı tüm fındık çiftçilerini örgütlü mücadeleye davet ediyoruz.

Çiftçiler Bakanlığın Önünde Toplandı: ‘Yüzde 80’imiz Borç Batağında’

4572 Sayılı Kooperatif Yasasının Şirketler Lehine Olan Hükümleri Kaldırılmalıdır

Çiftçi Sen olarak diyoruz ki: “Bir tarafta üreten çiftçilerin diğer tarafta ürettiklerimizi yok pahasına almaya çalışan şirketlerin varlığını çok iyi biliyoruz. Onun içindir ki AKP iktidarının Tarım ve Orman Bakanlığı TMO’si değil, sezon başında FİSKOBİRLİK devreye sokulmalıdır. FİSKOBİRLİK üretimden pazarlamaya kadar zincirin her halkasına sahip olacak şekilde ve fındık çiftçilerinin yönetimlerini demokratik olarak belirleyecekleri bir yapıya kavuşturulmalıdır. 2000 yılında sözde özgürleştirme yasası olarak çıkarılan 4572 sayılı kooperatif yasasının şirketler lehine olan hükümleri kaldırılmalıdır.

BM Genel Kurulu’nda 17 Aralık 2018 yılında kabul edilen Köylü Hakları Deklerasyonu’na göre Çiftçilerin tatmin edici bir fiyat ve adil piyasaya erişim hakkı vardır. Bu çerçevede Hükümet; fındık alım fiyatını belirlerken, çiftçilerin sendikalarıyla, meslek odası ve kooperatif örgütleriyle görüşme masasına oturmalı ve fındık alım fiyatlarını birlikte belirlemelidirler.

Fındık fiyatlarını baskılama gayretinde olan yerli ve yabancı tarım ve gıda şirketleri karşısında tüm fındık çiftçilerini örgütlü mücadeleyi büyütmeye çağırıyoruz. Yoksulluk kaderimiz değil! Gelin umudumuzu ve mücadelemizi büyütelim.”

Okumak için tıklayın

Gündem

Çiftçi-Sen: ‘1 Kg Fındığın Fiyatı En Az 85 TL Olmalıdır!’

-

fındık fiyatları 2022

Çiftçiler Sendikası fındık fiyatları hakkında bir basın açıklaması gerçekleştirdi. Sendika açıklamasında, fındık üreticilerinin şirketler karşısında kendi kaderine terk edilerek  açlığa itildiğini ifade etti.

K2 HABER | Çiftçiler Sendikası (Çiftçi-Sen) fındık alımlarına ilişkin detaylı bir fiyatlama açıklaması yaptı. 1 kg fındığın fiyatının en az 85 TL olması gerektiğini belirten sendika, alımların da Fiskobirlik üzerinden yapılmasını istedi.

Çiftçi-Sen’in basın açıklaması şu şekilde:

Çiftçi-Sen: ‘Alımlar Fiskobirlik Üzerinden Yapılmalı’

Tarım ve Orman Bakanlığı 2017-18 sezonu sonrası almış olduğu kararla fındık rekolte açıklamalarını tek  elden yapılacağı  ve bunun da bakanlığın uhdesinde olacağı açıklamasının üzerinden beş fındık sezonunu geçti. Hiçbir zaman da buna uygun davranılmadı. Beş dönemdir herkes kendi rekoltesini açıklıyor.

Tarım ve Orman Bakanlığı Koordinatörlüğünde Fındık yetişen il ve ilçelerde, Borsalar, Ticaret ve Sanayi Odaları, ihracatçılar, Ziraat Odaları ve Fiskobirlik temsilcilerinden oluşan komisyonların rekolte çalışmalarını tamamladığı ve bugünlerde bakanlık tarafından gerekli açıklamaların yapılacağı belirtilmiş olmasına rağmen,  tıpkı geçtiğimiz dört  dönemde olduğu gibi komisyonu oluşturan birimlerden  farklı açıklamalar da gelebilir. Nitekim; Ferrero temsilcileri ve İhracatçılar birliği açıklama yapmış;  2022 yılı rekoltesinin (105 bin tonluk  2021 yılı  stokları ile beraber) 865 bin ton olduğunu  ifade etmişlerdir. Anlaşılan o ki fındık hasat edilip çuvala girinceye kadar, fındık fiyatını baskılamak için rekolte oyunları devam edecektir.         

Fındık üreticisinin insanca yaşaması için gerekli olan yaşamsal ve tarımsal girdilerin fiyatları sürekli ve 3-4 kat artarken fındık fiyatlarındaki bir kat bile olmayan artışlar  borç sarmalının  büyümesine sebep olmaktadır. Fındık üreticisi bir kez daha vahşi piyasa içerisinde, şirketler karşısında kendi kaderine terk edilerek  yoksulluktan açlığa itilmiştir. Bugün ekonomik parametreler   daha da kötüye gitmektedir, döviz kurlarındaki aşırı artışlar, tarımsal girdi fiyatlarını da alabildiğince artırmakta ve arttıracaktır da. Bu süreç  fındık üreticisini yoksulluk sınırını da aşarak açlığa  mahkum olmaya zorlamaktadır.

Çiftçi-Sen’den Tepki: ‘Çay Yasası Derhal Geri Çekilsin!’

Fındık Fiyatları 2022: Girdilerde %100-400 Artışlar Olduğu Unutulmamalı

Pandemi sürecinde ve sonrasında tarımsal üretimde kullanılan kimyasallardan, mazota, işçi ücretlerine kadar girdilerde %100-400 artışlar olduğunu unutmamak gerekir. Gittikçe kronikleşen ekonomik kriz ve dövizdeki olası artışların bu fiyatları da arttıracağı aşikardır. İktidar  fındık alım fiyatını açıklarken, fındık ticareti yapan şirketlerin kârlılığını arttırmak için değil, fındık üreticilerinin tarımsal üretimi sürdürebilme olanaklarını sağlamak üzere hesaplama yapmalı ve Cumhurbaşkanı fındık fiyatını buna göre açıklamalıdır.

Fındık alımı TMO üzerinden değil, çiftçilere ait olan FİSKOBİRLİK üzerinden yapılmalıdır. Bunun içinde, mevcut antidemokratik yönetim yapısı ve işleyişi ortadan kalkmalı, demokratik, katılımcı bir kooperatifçilik yasası çıkartılarak FİSKOBİRLİK bir çiftçi kooperatifi hüviyetine kavuşmalıdır. Kamunun fındık üreticilerine ayrılmış olan bütçesi, şirket tarımcılığını destekleyen bir mekanizma olarak kullanılan TMO’ya değil, FİSKOBİRLİK’e aktarılmalıdır.

Çiftçiler Sendikası olarak her hasat öncesi fındık referans fiyatlarını açıkladık. Referans fiyatın hesaplamasında dünyada yetişen diğer ürünlerin fiyatları nasıl hesaplanıyorsa aynı kriterleri esas aldık. Yani fındık maliyet fiyatı üzerine %25 kâr payı ve onun da üzerine dört kişilik çekirdek ailenin yaşam standardını esas alan  ve ekonomik göstergelerde alım gücünün daha da azaldığı noktasından hareketle asgari enflasyon oranında  insanca yaşama payı ekleyerek fındık fiyatını hesapladık. Rekolte tahminlerini iklim koşulları ve külleme hastalığının verim kaybına etkilerini dikkate alarak ortalama maliyeti 43,45 TL olarak belirledik. Çıkan bu maliyet fiyatının üzerine %25 kar payı ve % 74 insanca yaşama payını (asgari enflasyon oranı) eklediğimizde; 1 kg fındığın fiyatı en az  85,00 TL olmalıdır.

Çiftçiler Bakanlığın Önünde Toplandı: ‘Yüzde 80’imiz Borç Batağında’

Tüm Fındık Çiftçilerini Örgütlü Mücadeleyi Büyütmeye Çağırıyoruz

Çiftçi Sen olarak diyoruz ki:

  • Bir tarafta üreten çiftçilerin diğer tarafta ürettiklerimizi yok pahasına almaya çalışan şirketlerin varlığını çok iyi biliyoruz. Onun içindir ki AKP iktidarının Tarım ve Orman Bakanlığı TMO’si değil, sezon başında FİSKOBİRLİK devreye sokulmalıdır. FİSKOBİRLİK    üretimden  pazarlamaya kadar   zincirin  her halkasına sahip olacak şekilde ve fındık çiftçilerinin yönetimlerini demokratik olarak belirleyecekleri bir yapıya kavuşturulmalıdır. 2000 yılında sözde özgürleştirme yasası olarak çıkarılan 4572 sayılı kooperatif yasasının şirketler lehine olan hükümleri kaldırılmalıdır..             
  • Var olan Ziraat Odaları, Birlikler vb. çiftçi örgütleri de demokratik yapılara kavuşturulmalıdır.
  • 5363 sayılı Tarım Sigortaları Kanunu şirketlerin kazancını artırmak için değil, fındık üreticilerinin zor günlerinde yardımcı olmak amacıyla yeniden düzenlenmelidir.
  • Lisansı depoculuk şirketlere havale edilerek şirketleri kazandırmaya yönelik değil, Kamu eliyle yapılmalı, fındık çiftçilerinin yararına olacak şekilde kurgulanmalıdır.
  • Fındık çiftçileri eksiksiz sosyal güvenceye kavuşturulmalıdır.
  • Mevsimlik işçiler için 2009 yılında hazırladığımız rapordan sonra ulaşım, barınma ve çocuk emeğinin kullanılmasında birtakım olumlu gelişmeler olsa da yeterli  değildir. Hala hazırda mevsimlik tarım işçileri düşük ücretli ve sosyal güvencesiz çalışmaya devam etmektedirler. Pandemi süreci titizlikle takip edilip sürece uygun  tedbirler alınmalı, mevsimlik işçilerin koşullarının iyileştirmeli, çocuk emeğinin kullanılması engellenmelidir.
  • BM Genel Kurulu’nda 17 Aralık 2018 yılında kabul edilen Köylü Hakları Deklerasyonu’na göre Çiftçilerin tatmin edici bir fiyat ve adil piyasaya erişim hakkı vardır. Bu çerçevede Hükümet; fındık alım fiyatını belirlerken, çiftçilerin sendikalarıyla, meslek odası ve kooperatif örgütleriyle görüşme masasına oturmalı ve fındık alım fiyatlarını birlikte belirlemelidirler.

Fındık fiyatlarını baskılama gayretinde olan yerli ve yabancı tarım ve gıda şirketleri karşısında tüm fındık çiftçilerini örgütlü mücadeleyi büyütmeye çağırıyoruz. Yoksulluk kaderimiz değil! Gelin Umudumuzu ve Mücadelemizi büyütelim.

Okumak için tıklayın

Ekoloji

Çiftçi Sen’den 17 Nisan Açıklaması: ‘Yaşasın La via Campesina! Yaşasın Çiftçiler!’

-

çiftçi sen çiftçiler sendikası

Çiftçi Sen 17 Nisan Uluslararası Köylü Mücadeleleri Günü için bir açıklama yayınladı. Gıda egemenliğinin birçok krizi çözebileceği belirtilen açıklamada, 17 Nisan’ın onur duyulacak bir gün haline getirileceği ifade edildi.

K2 HABER | Çiftçiler Sendikası (Çiftçi Sen) 17 Nisan Uluslararası Köylü Mücadeleleri Günü için yazılı bir açıklama yaptı. Adalet, barış, yaşam ve onur için 30 yıldır ortak mücadele verildiğininin belirtildiği açıklamada,“#GıdaEgemenliğinin25Yılı mücadelemizi ilerletmenin ve insanları, hükümetleri ve politika yapıcıları bu vizyonun birçok krizi çözebileceğine ve adalet, onur, barış ve halkın egemenliği ile daha iyi ve daha sağlıklı toplumlar inşa edebileceğine ikna etmenin zamanıdır.” ifadeleri kullanıldı.

‘Küçük Çiftçiler Günü 14 Mayıs Değil, 17 Nisan’dır!’

Çiftçi Sen: ‘Yaşasın La via Campesina! Yaşasın Çiftçiler!’

Çiftçi Sen tarafından yapılan açıklama şu şekilde:

Adalet, barış, yaşam ve onur için verdiğimiz ortak mücadelenin 30. yılı!

‘Yaşasın La via Campesina! Yaşasın Çiftçiler!’

17 Nisan Uluslararası Köylü Mücadeleleri Günü’dür ve 1996’da gerçekleşen Eldorado do Carajás katliamını anmak ve dünya çapında köylülere, işçilere ve yerli halklara sürekli uygulanan baskı, zulüm ve suçlu olarak yaftalama uygulamalarına dikkat çekmek için La Via Campesina tarafından her yıl bir anma günü olarak düzenlenir.

Bu yıl, La Via Campesina’nın hayatında ayrı bir dönüm noktasıdır. Gıda egemenliği, genel tarım reformu ve onur için verdiğimiz ortak mücadelenin 40. yılına giriyoruz. Köylü ve yerli halk örgütleri 1992’de Managua’daki bir buluşmada bu küresel hareketin ilk tohumlarını ektiler. La Via Campesina ise 1993’te Belçika’da Mons’taki ilk uluslararası konferansta resmi olarak doğdu.

‘Köylü Toplulukları Derin Bir Açlık, Yoksulluk ve Borca Sürükleniyor’

Dünya bugünlerde zor bir yer haline geldi. Açlık ve toplumsal adaletsizlikler günden güne kötüleşirken ve COVID-19 pandemisi, iklim değişikliği, çatışmalar, savaşlar ve parasal spekülasyonlarla daha da artarken gıda krizi derinleşmeye devam ediyor. Bu, uluslararası sermayenin, serbest ticaret anlaşmalarının ve zehirli tarım girdilerine bulaşmış endüstriyel monokültürün kolaylaştırdığı endüstriyel tarımın mutlak başarısızlığının bir göstergesidir. Bu endüstriyel sistem ülkelerimizi pahalı, ithal ve sağlıksız gıda ürünleri ile doldururken köylüleri yerinden etmekte ve çevreyi ve verimli kaynakları tahrip etmektedir. Gıda fiyatlarının ve tarım girdilerinin maliyetinin küresel olarak yükselmesi köylü topluluklarını her yerde daha derin bir açlık, yoksulluk ve borca sürüklemektedir.

La Via Campesina – yani köylüler, yerli halklar, kırsal nüfus, tarım işçileri, kentsel ve kırsal bölgelerdeki gençler – olarak biz ulusal üretim kapasitesini inşa etmenin çözümü olarak Gıda Egemenliğini savunuyor ve öneriyoruz. Gıda Egemenliği, destekleyici kamu politikaları, fiyat garantileri, krediler ve üreticilerle tüketiciler arasında doğrudan pazarlama ve gerçek bir tarım reformu da dahil çeşitli destek biçimleri sayesinde köylü ve aile tarımı sektöründe köklerini bulan bir ilkedir.

Köylü Agroekolojisi ve Birleşmiş Milletlerin Köylülerin ve Kırsal Bölgelerde Yaşayan Diğer Kişilerin Hakları Deklarasyonu (UNDROP), adil olarak daha iyi toplumlar inşa etmenin araçlarıdır. Gıdamızı yerel olarak üretmemiz, kendi kaderimizi onurla tayin etmemiz, barış, feminizm ve halkların egemenliği sadece bu araçlarla mümkündür. Gıda egemenliği olmayan bir gelecek mümkün değildir!

Ali Bülent Erdem: ‘Şirketlere Karşı Halkın Gıda Egemenliği’

‘Tarihsel Mücadelemizin İlham Verdiği Kazanımları Vurgulamak Esastır’

Otuz yıl kutlamalarımızı başlattığımız bu 17 Nisan’ı, bu ana kadarki uzun ve çetin yolculuğumuzu anacağımız ve bu yolculuktan onur duyacağımız bir gün haline getirelim.

Adalete giden bu yolda insanlarımızı baskıdan ve suçlu olarak yaftalayan saldırılardan dolayı kaybettik. Onların anılarını canlı tutmak, özgürlükleri için mücadele etmek ve tarihsel mücadelemizin ilham verdiği kazanımları vurgulamak esastır.

Şimdi, gerçekleşmesine etkide bulunduğumuz zaferleri, fedakarlıkları, alternatifleri, büyük ve küçük dönüşümleri ve 81 ülkede nasıl var olduğumuzu ve örgütlendiğimizi görünür kılmanın zamanıdır.#GıdaEgemenliğinin25Yılı mücadelemizi ilerletmenin ve insanları, hükümetleri ve politika yapıcıları bu vizyonun birçok krizi çözebileceğine ve adalet, onur, barış ve halkın egemenliği ile daha iyi ve daha sağlıklı toplumlar inşa edebileceğine ikna etmenin zamanıdır.”

Okumak için tıklayın

Yeşil Ekonomi

Feminist Politik Ekoloji Buluşmaları Başlıyor

-

Feminist Yaklaşımlar Dergisi

Kültür ve Siyasette Feminist Yaklaşımlar Dergisi, Bahar 2022 döneminde Feminist Politik Ekoloji Buluşmaları başlıklı etkinlik serisiyle okurlarıyla buluşmayı hedefliyor.

Serinin 10 Mart Perşembe günü gerçekleşecek olan ilk etkinliğinin konuğu “Yeşil Yeni Düzen, Küçülme ve Dayanışma Ekonomilerine Feminist Yaklaşımlar” (Feminist Approaches to Green New Deal, Degrowth and the Solidarity Economies) başlıklı konuşmasıyla Christine Bauhardt.

2006 yılında online olarak yayın hayatına başlayan Feminist Yaklaşımlar, toplumsal cinsiyet hiyerarşilerini eleştirel feminist bir bakış açısından inceleyerek cinsiyet eşitliğine katkı sunmayı ve feminist aktivizm ile feminist kuramın buluşabileceği, birbirini besleyebileceği bir zemin oluşturmayı amaçlıyor.

Dergi, Bahar 2022 sayısında artık hayatımızı doğrudan etkileyen ekoloji krizini gündemine alıyor. Karar alıcıların krizin boyutları ile ilgili bilimsel verileri ve krizden çıkışa dair önerileri görmezden gelerek insanlığı ve gezegenimizdeki birçok canlının yaşamını felakete doğru hızla sürüklediği bu dönemde, ekolojik kriz karşısında önerilen önlemlere, geliştirilen mücadele biçimlerine feminist bir perspektifle katkı sunmayı hedefliyor.

‘Kalkınmanın Ana Yörüngesi Yeşil Büyüme Olmalı’

Feminist Yaklaşımlar Dergisi: ‘Ekofeminist Ekonomi Persfektiyle Ele Alınacak’

Feminist Yaklaşımlar’ın bu sayısındaki feminist politik ekoloji dosyasında çevre tarihi alanını feminist ekolojik bir bakış açısından yeniden değerlendiren, güncel ekolojik kavramlara feminist eleştirel bir perspektif geliştiren ve bu kavramlar bağlamında alternatif toplumsal pratiklere odaklanan, feminist politik ekoloji alanında referans niteliği taşıyan makalelerin Türkçe çevirileri ve değerlendirme yazıları yer alıyor. Dergi, bu makaleleri okurlarına ulaştırmanın yanı sıra, makalelerin yazarlarını da okurlarıyla buluşturmayı planlıyor. Bu çerçevede Bahar 2022 döneminde “Feminist Politik Ekoloji Buluşmaları” başlığıyla bir webinar serisi düzenliyor.

Serinin ilk konuğu “Yeşil Yeni Düzen, Küçülme ve Dayanışma Ekonomilerine Feminist Yaklaşımlar” başlıklı konuşmasıyla Christine Bauhardt. Bauhardt konuşmasında kapitalist büyümeye alternatif olan Yeşil Yeni Düzen, küçülme ve dayanışma ekonomileri modellerini ekofeminist ekonomi perspektifiyle ele alacak. Yeşil Yeni Düzen, ekonomik başarıyı endüstriyel üretimin ekolojik bir perspektifle yeniden yapılandırılması üzerinden tanımlarken, küçülme, maddi refahla bireysel ve toplumsal refah arasındaki ilişkiye dair sorular soruyor. Dayanışma ekonomisi ise öz-yönetim ve kooperatifleşme gibi pratiklere dayanıyor. Bauhardt, bu yaklaşımların ekofeminist ekonominin iddialarını dikkate almadığına, ekonomik ve toplumsal dönüşümün hedeflerinden biri olarak toplumsal cinsiyet eşitliğine işaret etmediğine dikkat çekiyor. Bununla birlikte bu üç yaklaşımın da, toplumsal yeniden üretim alanındaki kadınların emeğine dair birtakım varsayımlara dayandığı için fazlasıyla cinsiyetlendirilmiş yaklaşımlar olduğunu savunuyor. Bauhardt konuşmasında bu yaklaşımların ekofeminist ekonomik ilkeleri içerecek şekilde nasıl geliştirilebileceğini, böylece toplumsal cinsiyet eşitliği taleplerini de karşılayacak bir ekonomik değişikliğin nasıl hayata geçirilebileceğini tartışmaya açacak.

Burcu Meltem Arık: ‘Doğayla Birlikte Öğrenme Mümkün’

Christine Bauhardt Kimdir?

Prof. Dr. Christine Bauhardt, Berlin Humbolt Üniversitesi (Humboldt-Universität Berlin) Tarımsal Ekonomiler Bölümü’nde öğretim üyesi. Çevre bilimlerinde toplumsal cinsiyet, küresel çevre politikaları, alternatif ekonomik yaklaşımlar ve ekofeminist politik ekoloji konularında araştırma yürüten Bauhardt’ın Wendy Harcourt ile birlikte yayına hazırlığı Feminist Political Ecology and the Economics of Care: In Search of Economic Alternatives (Feminist Politik Ekoloji ve Bakım Ekonomisi: Ekonomik Alternatif Arayışı) başlıklı kitap 2019 yılında yayınlandı.

***

Bahar dönemi boyunca devam edecek olan Feminist Politik Ekoloji Buluşmaları, Friedrich Ebert Stiftung’un desteğiyle gerçekleşiyor. Etkinliklerin dili İngilizcedir, Türkçe simultane çeviri olacaktır.

10 Mart Perşembe günü saat 19:30’da çevrimiçi olarak gerçekleşecek olan Christine Bauhardt’ın “Yeşil Yeni Düzen, Küçülme ve Dayanışma Ekonomilerine Feminist Yaklaşımlar” başlıklı konuşmasına bu link üzerinden kayıt yaptırarak katılabilirsiniz:

https://us02web.zoom.us/webinar/register/WN_Ba31zRpGT5SPrTy_0YqViw

 

Okumak için tıklayın

Hayvan Hakları

UNESCO Türkiye’de Örnek Proje Gösterdi

-

Akdeniz Koruma Derneği Çağdaş Yaşar

Akdeniz Koruma Derneği tarafından ‘Gökova Körfezi Deniz Koruma Alanında İklim Değişikliği Dayanıklılığının Artırılması’ projesi UNESCO tarafından Türkiye’de örnek proje olarak gösterildi.

Son yıllarda dünya genelinde yaşanan, kuraklık, iklim değişikliği, orman yangınları, yaz ortasında sel felaketleri gibi ekstrem olaylar sonrası iklim değişikliğinin etkilerinin azaltılmasına yönelik projeler dikkat çekiyor. Bu projelerden birisi de Akdeniz Koruma Derneği tarafından yürütülen ‘Gökova Körfezi Deniz Koruma Alanında İklim Değişikliği Dayanıklılığının Artırılması Projesi’ oldu.

Muğla’nın dünyaca ünlü Gökova Körfezi’nde yürütülen proje ile sürdürülebilir balıkçılık, istilacı türlerin ekonomik değerinin arttırılması, kum köpekbalıkları ve nesli tehlike altında olan Akdeniz Foku’nun yaşam alanlarının korunması ve genişletilmesi, genç balıkçılık projesi ve kadın balıkçılar gibi projeler Türkiye’de ve dünyada birçok ödüle değer görüldü.

Akdeniz Koruma Derneği Projeleri İle Çok Sayıda Ödül Aldı

Akdeniz Koruma Derneği tarafından yürütülen proje alanlarında önemli habitat geri kazanımı, balık stokları, balıkçılar için artan gelir, istilacı türlerin bolluğu ve kum köpekbalıklarının ve Akdeniz fokunun geri dönüşü ile Gökova Körfezi’nde başarıyla yürütüldü. 2010 ve 2017 yılları arasında balıkçılık gelirlerinde yüzde 400’lük bir büyüme yaşanırken, bu pilot proje, 2014’te UNDP Ekvator Ödülü, 2017’de Altın Whitley Ödülü ve UN FAO ‘En İyi Uygulama’ dahil olmak üzere birçok ödül aldı.

Gökova Körfezi deniz habitatı restorasyonu pilot projesi sadece beş yılda önemli sonuçlar elde etti. Gökova Körfezi’nden Gelidonya Burnu’na kadar olan kıyı şeridi önemli bir deniz yaşam alanı olurken, artan deniz suyu sıcaklıkları, yasadışı balıkçılık ve turizm nedeniyle artan istilacı türlerin baskısı altında olduğu açıklandı.

Türkiye’de Termik Santral Gerçeği: 55 Yılda 200 Bin Erken Ölüm

Proje İle Kum Köpek Balığı ve Akdeniz Foku Da Korunuyor

Akdeniz Koruma Derneği sözcüsü Çağdaş Yaşar, Akdeniz Koruma Derneği’nin Gökova Körfezi’nde deniz koruma alanlarında iklim değişikliğine karşı direncin arttırılmasına yönelik proje yürüttüğünü açıkladı. Yaşar, “Bu proje kapsamında kum köpek balığı, Akdeniz Foku gibi hassas türlerin korunması, yaşam alanlarının çoğaltılması ayrıca bölgede bulunan deniz koruma alanlarındaki balıkçılığa kapalı alanların aktif olarak denetlenmesi, yasa dışı balıkçılığın engellenmesi için çalışmalar yürütüyor” dedi.

UNESCO Tarafından Örnek Proje Gösterildi

Akdeniz Koruma Derneği tarafından yürütülen ‘Gökova Körfezi Deniz Koruma Alanında İklim Değişikliği Dayanıklılığının Artırılması Projesi’nin UNESCO tarafından Yeşil Vatandaşlar (Green Citizens) kampanyasında Türkiye’de örnek proje olarak gösterildiğini belirten Yaşar, “UNESCO ‘Green Citiens’ yani yeşil vatandaşlar adına bir kampanya başlattı. Bu kampanyada da Türkiye’de ilk örnek proje olarak Akdeniz Koruma Derneği’ni seçtiler. Bu bizim için çok önemli. Çünkü UNESCO Green Citizens kampanyası, yerelden gelen bilgiyi, iklim değişikliğinin etkileri ile farkındalığın oluşturulduğu bir faaliyet” dedi.

Projenin Alanı ve Kapsamı

2012 yılından bu yana deniz koruma alanları üzerinde çalıştıklarını belirten Akdeniz Koruma Derneği sözcüsü Çağdaş Yaşar, “Bu projeye 2019 yılında başladık. Gökova Körfezi, Göcek ve Antalya Kaş’ta iklim değişikliğine olan direncin arttırılmasına bağlı çok sayıda çalışma yürütüyoruz. Bu çalışmalar içinde deniz altı temizliği, deniz koruma alanlarındaki yasa dışı balıkçılığın engellenmesi, foklar ve kum köpek balıkları ile ilgili yapılan çalışmalar var. Kum Köpekbalıkları ile ilgili 7/24 online olarak izlenen Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı ile birlikte yürüttüğümüz çalışma var. Tarım ve Orman Bakanlığı ve Sahil Güvenlik ile yasa dışı balıkçılığı önleme çalışmalarımız var” dedi.

Goca Moğlalılar Çimento Tozu Değil, Temiz Hava Solumak İstiyor!

Balıkçının Geliri Yüzde 400 Arttı

Proje çalışmasının yürütüldüğü alanlarda balık popülasyonlarında artış, balıkçıların gelirinde ise yüzde 400’e varan artış yaşandığını belirten Yaşar, “Aslında biz doğa koruma çalışmalarına ekosistem temelli yaklaşımla ilerliyoruz. Bu tür habitatları veya bu doğal kaynaklarımızı sürdürülebilir kullanmamız için küçük ölçekli kıyı balıkçılığını desteklememiz gerekiyor. Yaptığımız çalışmalarda da balık popülasyonunun artışıyla hem kıyı balıkçılığının gelirini arttırarak hem ekosisteme temelli, hem doğalı koruyoruz, hem de insanların sürdürülebilir olarak doğayı kullanmasını sağlıyoruz. Yapılan bu çalışmaları bilimsel olarak doğrulayabilmemiz için Kooperatiflerden balıkçılık verisi alıyoruz. Balığın kooperatiflere geldiği andan itibaren her gün tek tek kaç kilo hangi balıktan çıkmış, kim ağ atmış, kim baragedi atmış gibi verileri tutarak aylık olarak aylık olarak tekne başına düşen balıkçının gelirinden ortalama olarak bir artış olduğu gözüküyor. Bu da Türk Lirası olarak baktığımızda yüzde 400, Dolar bazında ise yüzde 80 gibi bir artış var balıkçının gelirinde. Bu da şu anlama geliyor. Buradaki balık popülasyonunda veya buradaki ekosistemde bir değişiş olmaya başladı. Deniz Koruma alanlarının içerisinde metrekare olarak yaklaşık 4 kat artmış vaziyette. Dışında da 2 kat artmış vaziyette” dedi. (İHA)

Okumak için tıklayın

Öne Çıkan Haberler