Connect with us

Ekoloji

‘Marmara Denizi, ‘Hayalet Deniz’ Olabilir!’

deniz salyası müsilaj k2 haber marmara

Marmara Denizi’nde görülen müsilaj (deniz salyası) tehlikesi giderek büyüyor. Kamuoyu bu doğa felaketini endişe ile takip ederken, yetkililerin hiçbir şey yapmaması tepki çekiyor.

Deniz suyu sıcaklık farkları, kıyılardaki insan faaliyetleri, küresel iklim krizi, evsel ve endüstriyel atıklar ve en önemlisi de suyun doğal hareketliliğini ve döngüsünü bozan yapılaşma gibi birçok sebebe dayandırılan bu durum, deniz kirliliğini ve deniz ekosisteminin büyük tahrip altında olduğunu gözler önüne seriyor.

K2 HABER | DOSYA HABER | DİLAN KARACAN | Müsilaj için Karadeniz’deki kirliliğin akıntılar yoluyla Marmara’ya taşınması ile katlanan kirlilik değerleri sonucu, denizin kendini savunmaya alarak ürettiği bir madde olduğu görüşü de dillendirilen bir görüş. Ötrofikasyon*, yani sucul bir ortamın besin miktarı açısından aşırı derecede zenginleşmesi sonucu ortaya çıktığı da belirtiliyor. Şehirlerin atık su kaynaklarının içinde bulunan besin maddelerindeki fazlalık, atık suların denize dökülmesiyle böyle sonuçlara sebep olabiliyor. Ölmüş mercanların, yengeçlerin fotoğrafları ve azalan balık türleri derken Marmara Denizi’nin ‘hayalet deniz’ olması işten bile değil.

Fitoplankton türünün aşırı artışı sonucu oluşan müsilaj doğal bir durum fakat Marmara Denizi için kirlilik, özellikle atık sistemi ve yapılaşmanın bir sonucu olarak bu raddeye gelip kıyısal ekosistemi adeta boğarak yok ettiği de özel bir sonuç olarak göze çarpıyor. Bir süre sonra müsilaj dibe çökerek parçalanmak için deniz suyundaki oksijeni tüketecek ve bu sırada oksijensiz kalan canlılar da ölümle karşılaşacak. Deniz suyuna giren ışığın azalması fotosentezi engelleyeceğinden, mercanlar gibi dip canlılarının ve hareket etmeyen deniz canlılarının da ölmesine neden olacaktır.

Dosya Haber | Mevzu Biraz ‘Pis’: Türkiye, Neden Avrupa’nın Çöpünü Topluyor?

Müsilaj / Deniz Salyası Nedir? Marmara Denizi Nasıl Kurtulur?

müsilaj çevre mühendisleri odası

Ahsen Yüksek: ‘Bunun Sebebini Sadece Kirliliğe Bağlamak Doğru Değil’

İstanbul Üniversitesi Deniz Biyolojisi Ana Bilim Dalı’ndan Doç. Dr. Ahsen Yüksek yaşanan durumun sebebini açıklarken bölgedeki kirlilikten çok, denizde yaşanan besin zinciri kırılmasına dikkat çekiyor: “Marmara Denizi’nde son günlerde yaşadığımız olayları tek bir cümle ile özetlemek istersek, deniz besin zincirindeki kırılmadır. Bunun sebebini sadece kirliliğe bağlamak doğru değildir. Evet yoğun karasal girdilere bağlı yüksek besin girdisi, Marmara Denizi ekosisteminde çok önemli rol oynamaktadır. Özellikle körfez bölgelerinde. Bunun yanında balıkçılık da önemli bir baskıdır. Özellikle küçük boy balıkların aşırı avcılığı ve deniz suyu sıcaklığı ve tuzluluğunda değişimler, besin ağına önemli ölçüde zarar vermektedir.

Benzer olaylara zaman zaman yabancı ve istilacı türler de sebep olabilir. Örneğin taraklı medüz türü olan Mnemiopsis leidyi türü, 1980’li yılların sonunda Karadeniz’de, 1994’de Marmara’da ekosistemin ve balıkçılığın çökmesine neden olmuştur.”

‘Balıkların solungaçlarının tıkanmasına ve solunum olayının durmasına neden oluyor’

Deniz salyası adıyla da anılan müsilajın denizde yaşayan bütün canlılar için oldukça olumsuz koşullar oluşturduğunu belirten Yüksek, su altı ekosistemine dair çarpıcı yorumlarda bulunuyor: “Hem su kütlesinde hem de deniz tabanında yaşayan tüm canlılar bu olumsuz koşullardan etkileniyor. Öncellikle su kütlesinde hareket eden balıkların besinleri olan planktonların bu salyamsı ağlar tarafından tutulmasına ve bünyesine katılmasına neden oluyor. Böylece balıkların plankton üzerinden beslenmesi engelleniyor, aynı zamanda bu dönemde ortama bırakılmış, gelecek senenin stoğuna katılacak pek çok tür balık yumurta ve larvasının da müsilaj-salya tarafından tutulup yok olmasına neden oluyor. Balıkların solungaçlarının tıkanmasına ve solunum olayının durmasına neden oluyor. Deniz tabanına oturduğunda ise deniz tabanında yaşayan tüm canlıların yaşam koşullarını etkiliyor. Solunumları duruyor. Sediman ve deniz suyu etkileşimini durduruyor. Patojenik canlılar artıyor. Biyolojik çeşitlilik yok oluyor. Tabi ki buna bağlı olarak bu canlı grupları üstünden beslenen pek çok canlı grubu da etkileniyor. Diğer taraftan hem su kütlesinde hem de deniz tabanında bakteriyel faaliyetlerin artması, su kalitesini de olumsuz yönde etkiliyor.”

Marmara’daki ‘Deniz Salyası’ Sorunu Meclis Gündemine Taşındı

‘Deniz artık beni görün duyun, “Yeter beni baskıladığınız” diyor!’

Marmara Denizi özelinde değerlendirme yapan Yüksek, denizin yıllar içinde geldiği noktayı özetliyor: “Tekstil diye sınırlandırmak bu olayın meydana gelme kapasitesini sınırlandırmak demek. Marmara’da ki her türlü deşarj, ekosistemi olumsuz yönde etkilemektir. Artık Marmara’nın yük taşıyacak hali kalmamıştır. Basına baktığınızda eskiden balık bolluğu resimleri ile tanınan Marmara’da bugün deniz anası istilası, salpa istilası, alglerin karaya vurması, deniz renginin değişmesi, toplu balık ölümleri gibi olaylardan bahsediliyor. Her yıl bir sorun yaşanıyor. Deniz artık beni görün, duyun, “Yeter beni baskıladığınız” diyor.”

‘Marmara’da sorunları daha derin yaşamamızın ana sebebi, iki dar boğaz ile geniş denizlere bağlanması’

Yüksek, diğer denizlerimize oranla Marmara’da durumun daha kötü olmasının nedenini şu sözlerle açıklıyor: “Ege-Akdeniz ve Karadeniz’i başka ülkeler ile birlikte kullanıyoruz. Marmara’da sorunları daha derin yaşamamızın ana sebebi, iki dar boğaz ile geniş denizlere bağlanması. Belirli bir kirlilik yükünü ve avcılık baskısını kaldırma kapasitesi var. Biz bu sınırları tükettik artık.”

İklim değişikliği etkisine de değinen Yüksek, “Tabi ki her türlü baskı Marmara Denizi’nin isyanını artırıyor. Ötrafikasyonun ve avcılık baskısının yüksek olduğu alanlarda iklimsel değişim etkisi daha yıkıcı olmaktadır.” diyor.

Ahsen Yüksek Müsilaj deniz salyası

İstanbul Üniversitesi Deniz Biyolojisi Ana Bilim Dalı Doç. Dr. Ahsen Yüksek

‘Tüm bakanlıklar ve belediyeler bir arada sorunun çözümüne odaklanmalı’

Ahsen Yüksek, Marmara Denizi’ni bu durumdan çıkarmak için neler yapılması gerektiğini teker teker anlatıyor: “Marmara bizim denizimiz, yönetimi bize ait. Tüm bakanlıklar ve belediyeler bir arada sorunun çözümüne odaklanmalı. Aslında Marmara’nın tüm sorunları biliniyor. Nüfüs ve sanayi, liman faaliyetleri bu bölgede yoğunlaştırılmış. Türkiye’nin büyük yükünü taşıyor. Bu dağıtılmalı. Körfezlerdeki baskılar azaltılmalı. Susurluk ve Gönen gibi önemli havzalara verilen deşarjlar kontrol altına alınmalı.

Tüm alt yapı ve kaçak deşarjları kesilmeli. Özellikle küçük pelajik av baskısı durdurulmalı. Üst düzey denetim uygulanmalı. Koruma alanları oluşturulmalı. Temiz üretim teknikleri ile yetiştiriciliğe ağırlık verilmeli ve doğal stoklar korunmalı.

Her belediye deşarj noktalarını sürekli izlemeli ve sorunlara anlık çözümler üretmeli. Atık sular sanayi ve tarımda veya peyzajda kullanılır hale getirilmeli. Kıyı dolgu alanları doğal hallerine çevrilmeli. Yapay resif ve dolgu alanları deniz anası artışlarına sebep olmaktadır.”

Kanal İstanbul projesine de değinen Yüksek, “Yukarda da belirttiğim gibi Marmara Bölgesi’nin, nüfusu azaltacak projeler ihtiyacı var.” diyor.

‘Patolojik canlı gruplarının artmasına ve hastalık bulaş riskinin artmasına neden olabilir’

İnsan sağlığı ve su altı ekosistemi için riskleri de değerlendiren Yüksek, her iki taraf içinde bu gibi durumların ciddi derecede sorunlara yol açabileceğini belirtiyor: “Riskleri iki başlık altında değerlendirmemiz gerek. Çünkü insan hep kendini risk altında görüyor ve kendi açısından değerlendiriyor.

Denizsel ortam için riskler; artık kendini düzeltmekte zorlanıyor, birini düzeltemeden başka bir baskı üzerine yük getiriyor ve bunun sonucunda Marmara’nın derin suları organik yükçe daha zengin ortam koşulları oluyor. Bu demektir ki derin sularda oksijenin azalması bakteriyel faaliyetlerin artması ve deniz tabanına bağlı yaşayan veya onlar üzerinden beslenen canlıların azalmasıdır.

İnsan için riskler, önemli besin kaynaklarımızın azalması veya yok olması anlamına gelir. Diğer yandan yüksek oranda organik maddenin deniz ortamında olması, patolojik canlı gruplarının artmasına ve hastalık bulaş riskinin artmasına neden olabilir. Deniz bize sadece gıda sağlamaz, havamızdaki toksik maddelerin arındırılmasına katkı sağlar. Eğer denizde yüksek oranda karbon birikimi varsa, havadaki karbonun temizlenmesine katkısı da düşecektir.”

Marmara’da Deniz Salyasına Karşı Ortak Mücadele Başlıyor

Yelda Aktan Turan: ‘Nüfus yoğunluğuna paralel olarak endüstriyel faaliyetlerinde artması’

Prof. Dr. Yelda Aktan Turan müsilaj oluşumunun sebeplerini ve müsilajın ne olduğunu detaylı bir şekilde anlatıyor ve Marmara Denizi’nin maruz kaldığı çevresel etkilere dikkat çekiyor: “Müsilaj, sucul ortamların doğal florasında bulunan tek hücreli, mikroskobik, bitkisel organizmaların aşırı artışı sonucunda meydana gelen bir olaydır. Uygun ortam bulduğunda aşırı artış gösteren bu kısa ömürlü canlılar, bir süre sonra ölüp bakteriyel ayrışma sırasında bu sarımsı, kahverengimsi yığınları oluşturmakta ve meteorolojik şartlarında etkisiyle tüm kıyılarımızı etkisi altına almaktadır.

Fitoplankton olarak adlandırılan bu canlılar tüm sucul alanlarda, okyanuslarda, denizlerde, göllerde doğal olarak bulunurlar. Karasal ekosistemdeki ağaçlar gibi fotosentez yaparak ortamdaki karbondioksit ve bazı besinleri alıp ışık enerjisini kullanarak şeker ve diğer organik molekülleri üretirler ve suyu oksijen bakımından zenginleştir. Besin zincirinin birinci basamağını oluşturan bu canlılar suda bulunan diğer mikroskobik canlıların (zooplankton), omurgasız ve küçük balıkların besinini oluştururlar ve bulundukları ortamı daha verimli hale getirirler. Sudaki hayatın devam etmesini sağlayan birincil üreticilerdir. Sağlıklı ekosistemlerde bu doğal bir döngü olarak devam eder. Ancak Marmara Denizi gibi çevresinde birçok büyük şehrin bulunduğu kıyısal alanlar, maalesef çevresel baskı altındadır. Nüfus yoğunluğuna paralel olarak endüstriyel faaliyetlerinde artması kıyısal alanlar üzerindeki baskıyı da yıldan yıla arttırmaktadır. Suya giren besin tuzunca zengin atıklar bu canlılar için besin görevini görmekte ve aşırı artışlarını tetiklemektedir. “

‘Marmara Denizi’ndeki tüm canlı hayat için bir tehdit’

Su altı ekosisteminin karşı karşıya kaldığı bu müsilaj problemini değerlendiren Turan’ın açıklamaları durumun ciddiyetini gözler önüne seriyor: “Sadece balık türleri için değil, Marmara Denizi’nde ki tüm canlı hayat için bir tehdit haline gelmiştir. Yüzeyde yoğun bir tabaka oluşturan bu müsilajlı yığınlar, suya atmosferik oksijen girişini engellemekte ve parçalanma esnasında sudaki mevcut çözünmüş oksijeni de tüketmektedir. Ayrıca güneş ışığının dip tabakalara ulaşmasını da engelleyerek fotosentezi de kısıtlamaktadır. Organik madde yönünden zengin olan bu oluşum zamanla dibe çöktüğünde kıyısal alanlarda habitat kaybına neden olmaktadır. Ayrıca ayrışma esnasında Marmara Denizi’nin dip sularında zaten sınırda olan çözünmüş oksijen değerlerinin daha da düşmesine ve oksijensiz ortam oluşmasına sebep olmaktadır. Akdeniz ve Karadeniz arasında iki farklı yoğunlukta su tabakasını barındıran özel bir ekosisteme sahip olan Marmara Denizi sadece boğazlar yolu ile kendini yenilenme şansına sahiptir. Çevresindeki yoğun nüfus, şehirleşme, endüstriyel baskı altında kalan Marmara Denizi’nde bu sürecin bu kadar “yoğun ve uzun süreli ” olması bu hassas ekosistemde ciddi tahribata yol açacaktır.”

‘En büyük etken bölgedeki yoğun nüfustur’

Marmara denizi çevresindeki olumsuz koşullara dikkat çeken Turan, denizin maruz kaldığı bütün durumları sıralıyor: “Aslında bu oluşumda Marmara Denizi çevresindeki tüm faaliyetlerin etkisi vardır. En büyük etken bölgedeki yoğun nüfustur. İleri arıtım yapılmadan denize verilen tüm deşarjlar (azot ve fosfor yükü), Marmara Denizi’ne kıyısı olan belediyeler dışında dereler yoluyla giren evsel atıklar, endüstriyel faaliyetlerin atıkları, tarımsal arazilerden sızan sular, kıyılardaki dolgu alanlar, endüstriyel balıkçılık, İstanbul Boğazı yoluyla gelen Karadeniz sularının etkisi, hepsi Marmara Denizi üzerinde baskı oluşturmaktadır.”

‘Şimdi Harekete Geçmezsek, Marmara Denizi’nin Ölmesine Engel Olamayız’

Ömer fethi gürer müsilaj deniz salyası

‘Akdeniz ve Kuzey Ege’de’

Turan, müsilaj oluşumunun yalnızca Marmara Denizi’nde gerçekleşmediğine dikkat çekiyor: “Farklı fitoplankton türlerinin sebep olduğu bu tip aşırı artışlar insan baskısının olduğu tüm kıyısal alanlarda renk değişimleri, müsilaj gibi oluşumlarla kendini göstermektedir. Akdeniz’de birçok bölgede bu oluşum gözlenmektedir. Kıyılarımızda ise sadece Marmara Denizi değil Kuzey Ege Denizi de bu oluşumdan etkilenmektedir. Ancak daha dinamik yapıya sahip olan bu bölgede (şimdilik) müsilajın etkisi Marmara Denizi’nde ki kadar uzun süreli ve yıkıcı olmamaktadır.”

Deniz Salyası Kuzey Ege Kıyılarını Tehdit Etmeye Başladı

‘Marmara Denizi’nin tüm paydaşları bir araya gelerek acil eylem planı hazırlamalıdır’

Marmara denizinin karşı karşıya kaldığı bu durum için bir an önce harekete geçilmesi gerektiğini vurgulayan Turan, çevredeki bütün paydaşların katılımının önemine dikkat çekiyor: “Sağlıklı ekosistemlerde mevsimsel ve kısa süreli olarak görülebilen bu aşırı artış olayları yoğun baskı altındaki Marmara Denizi için çevre felaketine dönüşmüştür. İlgili bakanlıklar ve belediyeler yönetiminde, Marmara Denizi’nin tüm paydaşları bir araya gelerek acil eylem planı hazırlamalıdır. Sağlıklı ekosistemi dikkate alan uzun süreli bakış açısına sahip çevresel yaklaşımlara ihtiyaç vardır. Marmara Denizi bir bütün olarak düşünülmeli ve alınacak tedbirlerde, uygulamalarda yerel yönetimlerin ortak planlama yapması gerekmektedir. Doğru veriye ulaşıp bilgiye dönüştürebilmek için bu tip baskı altındaki alanlarda izleme çalışmalarının sürekliliği önemlidir. Elde edilen veriler kıyısal yönetim planlarının bilime dayalı olarak oluşturulmasına ve sürdürülebilir kalkınmaya katkı sağlayacaktır.”

‘Bölgenin doğal yapısını bozacak, su dengesini değiştirebilecek’

Kanal İstanbul projesi hakkında konuşan Turan, projenin bölgeye olası etkilerini değerlendiriyor: “Marmara Denizi yoğun insan baskısı kaynaklı çok ciddi bir çevre felaketi yaşarken bölgenin doğal yapısını bozacak, su dengesini değiştirebilecek bununla birlikte nüfus yoğunluğunun artmasına sebep olacak uygulamalar bölge üzerindeki baskıyı daha da arttıracaktır.”   

‘Suyla temas cilt hastalıklarına ya da ortamdan toplanan su ürünlerinin tüketilmesi, sinir sistemi, sindirim sistemi rahatsızlıklarına sebep olabilir’

Turan, müsilaj durumunun zamanla insan sağlığı için oluşturabileceği risklere değiniyor: “Oluşan yoğun organik madde görsel bir kirlilik oluşturmakta bakteriyel ayrışma esnasında da kokuşma meydana gelmektedir. Bu nedenle müsilaj kıyısal alanların rekreasyonel kullanımını sınırlandırmaktadır. Bu tip aşırı artışlarda bazen toksik etkisi olan bazı fırsatçı fitoplankton türleri de üreyebilir. Bu durumda suyla temas cilt hastalıklarına ya da ortamdan toplanan su ürünlerinin tüketilmesi, sinir sistemi, sindirim sistemi rahatsızlıklarına sebep olabilir.”

Marmara Denizi’nde Deniz Salyası Sorunu: Ekolojik Yıkıma Doğru

levent artiz marmara deniz salyası müsilaj

Murat Demir: ‘Kirlilik Artık Marmara Denizi Tarafından Tolere Edilemediğinden Dolayı Bu Sonuçla Karşı Karşıya Kalıyoruz’

DOĞADER kurucu üyesi Murat Demir yaşanan müsilaj sorunu için en büyük etkenin çevresel kirlilik olduğuna vurgu yapıyor: “Son birkaç aydır Marmara Denizi’ni etkileyen salya (müsilaj) yetkililer tarafından doğal bir olay olarak ifade edilse de bu aslında deniz kirliliğinin bir soncudur.  Marmara Bölgesi’nin nüfus ve sanayi yoğunluğunun tüm kirliliği yıllardır Marmara Denizi’ne boşalmaktadır. Bu kirlilik artık Marmara Denizi tarafından tolere edilemediğinden dolayı bu sonuçla karşı karşıya kalıyoruz.”

‘Balıklarda ölümler başlar’

Müsilajın etkilerine değinen Demir, su altı ekosisteminin durumdan ne derece etkilendiğini anlatıyor: “Salya yoğunluğu  nedeniyle denizde oksijen seviyesi düşmekte, bu da balıkları ve hareket kabiliyeti az olan diğer canlıları da etkilemektedir. Salyanın kıyılarda var olması ve zamanla deniz tabanına çökmesi balıkların ve diğer canlıların besin ağı üzerinde de olumsuz etkiler yaratıyor. Aynı zamanda salyanın deniz tabanındaki hali, kıyılarda yuva yapan balıkların yuva yapamamasına neden olur. Salyanın solungaçlarına yapışması nedeniyle de balıklarda ölümler başlar.

Deniz kirliliğinin etkisiyle artarak çoğalan müsilaj deniz ekosistemini ciddİ bir şekilde etkilemektedir. Hem deniz bitki yapısını hem de bu yapıdan beslenen diğer canlıları olumsuz etkiler.”

‘Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın Sessizliği Endişe Vericidir’

‘Kimyasal kirlilik yıllardır Marmara Denizi’nde birikmekte ve sonucunda da deniz ekosistemini bozmaktadır’

Bölgedeki tekstil firmalarından yapılan kimyasal atıkların yarattığı etkiye dikkat çeken Demir bu gibi atıklar yüzünden ekosistemin bozulduğunu belirtiyor: “Marmara Bölgesi aynı zamanda ülkemizin sanayi bakımından en yoğun olduğu yerdir. Tekstil sanayi de bu yoğunlukta büyük bir paya sahiptir. Tekstil sanayi tamamen su tüketimine bağlıdır. Özellikle de kumaş ve iplik boyama fabrikaları bölgede faaliyet gösteren diğer sanayilerde olduğu gibi tekstil sanayide kullanıp kirlettiği suyu hiçbir kimyasal arıtmaya tabi tutmadan Marmara Denizi’ne göndermektedir. Sanayide kullanılan su, sanayiden çıktıktan sonra su olmaktan çıkıp tamamen kimyasal bir atığa dönüşmektedir. Bu kimyasal kirlilik de yıllardır Marmara Denizi’nde birikmekte ve sonucunda da deniz ekosistemini bozmaktadır.”

Murat Demir doğader deniz salyası

“Alg patlaması veya alg çiçeği (Algal bloom)”

İklim değişikliğinin de etkilerine değinen Demir, sıcaklık farklılıklarının deniz içindeki canlılarda yarattığı değişimleri anlatıyor: “Küresel ısınma nedeniyle deniz  suyu sıcaklığının geçmiş yıllara göre 2-3 derece daha sıcak olması ve daha erken ısınmasıyla dolayısıyla artan kirlilik, özellikle sulardaki azot ve fosfor yükü ile uygun su sıcaklıkları buluşunca beslenme ve çoğalma koşulları oluşan bitki gibi davranan tek hücreli canlı olan algler çok hızlı ve aşırı çoğalarak alg patlaması veya alg çiçeği (Algal bloom) olarak adlandırılan olaya neden olurlar. 15-20 yıldır mayıs ayı ortaları ile haziran ayının başları arasında deniz suyunun ısınmasıyla oluşan bu alg patlaması kırmızı bir renk halinde şimdiki gibi katı (salya) olmadan varlık gösterip, bir hafta içinde yok olurkeni şimdi küresel ısınma nedeniyle mart ayından beri deniz suyunun erken ısınmasıyla denizlerimizde yoğun bir şekilde görülmektedir.”

‘Nüfus yoğunluğunu artıracak yeni planlardan bir önce vazgeçilmelidir’

Marmara denizi için sosyal ve kamusal her kurumun eyleme geçmesi gerektiğini savunan Demir, acil eylem planlarının uygulanması gerektiğini düşünüyor: “Bu sorun bütüncül bir mücadele gerektiriyor. Belediyeler, ilgili bakanlıklar, üniversiteler, balıkçılar, sivil toplum ve diğer tüp paydaşlarla işbirliği yapılmalıdır. Acil eylem planları hayata geçirimelidir. Radikal tedbirler alınarak, Marmara Denizi’ne arıtılmadan tek bir damla suyun ve kirletici hiçbir etmenin girmemesine önem verilmelidir. Kirliliğe neden olan, eski teknoloji ile üretim yapan sanayi ve nüfus yoğunluğunu artıracak yeni planlardan bir önce vazgeçilmelidir.”

Tahsin Ceylan: ‘Marmara Denizi’nin Altındaki Kirlilik ‘Trajedi’ Boyutunda’

‘Kanal İstanbul: Marmara Denizi’nin bu çılgın projeyi kaldırma ihtimali bile yoktur’

Murat Demir, Kanal İstanbul projesinin Marmara Denizi’ne olası etkilerine dikkat çekiyor: “Zaten kirletici etmenler ve iklim değişikliği nedeniyle can çekişen Marmara Denizi’nin su akış dengesini bozacak olan bu proje, Tuna Nehri ile Karadeniz’e tüm kirliliğini boşaltan Balkanlar’ın kirliliğinin Marmara Denizi’ne daha hızlı ve yoğun olarak ulaşmasını sağlayacaktır. Var olan durumu kaldıramayan Marmara Denizi’nin, bu çılgın projeyi kaldırma ihtimali bile yoktur.”

yeşiller partisi deniz salyası Marmara Denizi

‘Ağır cilt hastalıkları ve kanser riski’

Durumun insan sağlığı açısından risklerine de değinen Demir çarpıcı ifadeler kullanıyor: “En basitinden söylersek bu kirlilik yüzünden Marmara Denizi’ne girdiğimizde, başta cilt hastalıkları olmak üzere bir çok hastalığa maruz kalacağız. Marmara Denizi’nden yediğimiz balıklarda ağır metal olduğundan, buna bağlı başta kanser olmak üzere çok ciddi hastalıklara yakalanabiliriz.”

‘Marmara Denizi, Marmara Bölgesi’nin Foseptik Kuyusuna Döndü’

(*Ötrafikasyon: Herhangi bir büyük su ekosisteminde, başta karalardan gelenler olmak üzere, çeşitli nedenlerle besin maddelerinin büyük oranda artması sonucu, plankton ve alg varlığının aşırı şekilde çoğalmasıdır.)

Ekoloji

Ekoloji Örgütleri Meclis’te: Kömürden 2030 Yılına Kadar ‘Adil Çıkış’ İstiyoruz 

-

kömürden adil çıkış

Türkiye’nin farklı illerinden ekoloji örgütleri, yerel seçimler öncesinde, mevcut kömürlü termik santrallerin 2030 yılına kadar kademeli olarak kapatılmasını talep eden ‘‘Kömürden Adil Çıkış: Hedef 2030’’ bildirisini Meclis’te yaptıkları ziyaretlerde partilerle paylaştı.

Adalet ve Kalkınma Partisi, Cumhuriyet Halk Partisi, Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi ve Saadet Partisi ile yapılan görüşmelerde kömür madenciliği ve kömürlü termik santraller nedeniyle bölgede yaşayanların ya köylerini terk ettiği ya madene inmek zorunda kaldığı, ya da kirli hava soluyup kirli gıda tüketerek kansere yakalandığı belirtildi.

Görüşmelerde, kömürün artık vadesinin dolduğuna dikkat çekilerek toplumun gerçek enerji ihtiyacına yönelik bir enerji dönüşümünün 2030’a kadar mümkün olduğu ifade edildi.

Karar alıcılardan, kimsenin işsiz, güvencesiz, sağlıksız, enerjisiz kalmadığı planlı ve kademeli bir kömürden çıkış planı hazırlanmasını talep eden örgütler, bu planın ekolojik, ekonomik ve sosyal açıdan adil bir geçişi temin etmesinin şart olduğunu vurguladı.

Geçtiğimiz sene Muğla, Kahramanmaraş, Çanakkale, Antalya, İzmir, Denizli, Sivas, Adana, Balıkesir, Bursa, Eskişehir, Hatay ve  Karaman’da yıllardır kömüre karşı mücadele eden 17 kurum bir araya gelerek ‘‘Kömürden Adil Çıkış: Hedef 2030’’ talebini içeren bir bildiri yayınlamıştı.

Meclis’te partilerle yapılan görüşmelerde bu bildiri ve Türkiye’deki kömürün mevcut durumu ve dünyadan adil geçiş örneklerinin yer aldığı bir bilgi notu, Muğla Çevre Platformu, Çanakkale-Çan Çevre Derneği, Elbistan Hayatı ve Doğayı Koruma Platformu, Ege Çevre Platformu, Çevre ve Tüketici Koruma Derneği, İklim İçin 350 Derneği, Temiz Hava Hakkı Platformu temsilcilerinden oluşan bir heyet tarafından parti temsilcileriyle paylaşıldı.

“Kömürden Adil Çıkış: Hedef 2030” ortak bildirisindeki talepler şöyle:

  • Mevcut kömürlü termik santraller bugünden başlayarak 2030 yılına kadar kademeli olarak kapatılsın. 

  • Yeni kömür santralleri ve kömür madenleri için verilmiş izinler istisnasız iptal edilsin.

  • Kömür madeni genişletmeleri durdurulsun.

  • Kömür arama çalışmaları durdurulsun.

  • Kömür madenlerinde ve termik santrallerde çalışan tüm emekçiler özlük haklarını ve geleceklerini güvence altına alacak programlarla desteklensin.

  • Kömür bölgelerinde yaşanan ağır ekolojik yıkım ve buna bağlı insan sağlığındaki ve yerel ekonomideki çöküşün onarılması için etkilenen tüm ekosistemleri ve halkı kapsayan iyileştirme programları hayata geçirilsin. 

  • Krizlere karşı dirençli  bir toplumu inşa etmek için şirketlerin çıkarlarını değil, kamu yararını, bilimi önceleyen politikalar geliştirilsin. 

Heyet, yarın da Demokrasi ve Atılım Partisi ve diğer partilerle görüşecek.

Okumak için tıklayın

Ekoloji

İzmir’in Çernobil’i Gaziemir’de Hiçbir Temizleme Çalışması Yapılmamış

-

Zeynep Cangı gaziemir

Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Alparslan Bayraktar, İzmir’in Gaziemir ilçesindeki akü geri kazanım fabrika sahasındaki radyoaktif kirliliğin giderilmesi için geçen yılı ağustos ayında başlanacağını belirttiği çalışmaların 2024 yılı haziran ayında tamamlanacağını söyledi.

K2 HABER | İzmir’in Çernobil’i olarak bilinen Gaziemir’deki radyoaktif atıkların temizlenmesi için verilen mücadeleler devam ediyor. Konuyu daha önce de gündeme taşıyan CHP İzmir Milletvekili Yüksel Taşkın’ın, 13 yıl önce çevreye zarar verdiği için kapatılan fabrika sahasındaki radyoaktif atıkların temizlenmesine ilişkin soru önergesine yanıt veren Bakan Bayraktar, Radyoaktif Kirliliğe Maruz Kalmış alanların Çevresel İyileştirme Faaliyetlerinin Yetkilendirilmesine İlişkin Yönetmelik kapsamında söz konusu alanda radyoaktif kirliliğin giderilmesi işlemlerine 2023 yılının Ağustos ayında başlanacağı ve çalışmaların 2024 yılı Haziran ayında tamamlanacağını belirtti.

CHP’li Taşkın, konuyu 1 Ekim 2023’de Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne taşımış ve 70 dönümlük arazide bulunan ve 500 bin tondan fazla olduğu tahmin edilen radyoaktif atığın önemli bir çevre ve halk sağlığı sorunu yarattığını belirtmişti.

İnsanlığın Kendi Eliyle Yarattığı Felaket: Çernobil

yüksel taşkın gaziemir

Özel şirket, sadece bariyer çekmiş

Okumak için tıklayın

Ekoloji

Avrupa’nın Çöpünü Yine Türkiye Aldı: Bir Yılda 12,4 Ton!

-

plastik atık ithalatı polietilen eurostat

Türkiye, AB ülkelerinin atık/çöp ihraç ettiği ülkeler sıralamasında 12,4 ton atık satın alarak 1’inci oldu.

K2 HABER | Merkezi Lüksemburg’da bulunan Avrupa Birliği İstatistik Ofisi Eurostat verilerine göre Avrupa Birliği (AB) ülkeleri 2022 yılında Birlik dışına toplam 32 milyon 100 bin ton atık ihraç etti. Bu miktar bir önceki yıla göre yüzde 3’lük bir düşüş göstermiştir. AB üyesi olmayan ülkelerden atık ithalatı ise 2021’den bu yana yüzde 5 azalarak 18.7 milyon tona geriledi.

AB dışına yollanan atıkların yarısından fazlasını 17,8 milyon tonla demir ve çelik oluşturdu. Bunların yaklaşık üçte ikisini işlemek için Türkiye satın aldı.

AB’DEN İHRAÇ EDİLEN ATIKLARIN EN BÜYÜK ALICISI TÜRKİYE

Türkiye, madeni olmayan geri dönüştürülebilir maddelerle birlikte Avrupa’dan toplam 12,4 milyon ton atık satın aldı. Bu rakam AB’nin toplam atık ihracının yüzde 39’unu oluşturuyor.

Alıcılar sıralamasında Türkiye 1’inci olurkan ardından 3,5 milyon ton atıkla Hindistan geldi. Hindistan tek başına Avrupa’daki atık kağıtların yüzde 30’unu satın alarak dönüştürüyor. Hindistan’ın ardından, Birleşik Krallık 2 milyon, İsviçre 1,6 milyon, Norveç 1,6 milyon, Mısır 1,6 milyon, Pakistan 1,2 milyon, Endonezya 1,1 milyon, Fas ve Amerika Birleşik Devletleri her ikisi de 0,8 milyon ton atık ile takip etti.

Mevzu Biraz ‘Pis’: Türkiye, Neden Avrupa’nın Çöpünü Topluyor?

AB’DE EN BÜYÜK ATIK İHRACATÇISI HOLLANDA

AB’nin en büyük atık ihracatçısı 6,4 milyon ton ile Hollanda oldu. Belçika 3,9 milyon ton ile ikinci sırada yer aldı. Üçüncü sıradaki Almanya ise 3,3 milyon ton ile AB atık ihracatının onda birini gerçekleştirdi. Almanya 2011 yılında 5,8 milyon ton atık ihraç ederek zirvede yer almıştı. Ancak Almanya ihracatındaki düşüş nedeniyle birinci sıradaki yerini koruyamadı.

TÜRKİYE 2022’DE DE 1. OLMUŞTU

2022’de birlik ülkeleri 1,1 milyon ton geri dönüştürülebilir plastiği AB dışındaki ülkelere ihraç etti.

Türkiye, AB dışına gönderilen tüm geri dönüştürülebilir plastiğin 319 bin tonunu ithal etti. Bu miktar, gönderilen toplam plastik atığın yaklaşık yüzde 29’una karşılık geliyor.

Okumak için tıklayın

Ekoloji

Boğaziçi Çevre Ödülleri Sahiplerini Bekliyor

-

Boğaziçi Üniversitesi Elektroteknoloji Kulübü ve IEEE Öğrenci Kolu, çevre ve sürdürülebilirlik alanında gerçekleştirdikleri etkili çalışmalarla öne çıkan adayları kutlamak üzere 3. Boğaziçi Çevre Ödülleri etkinliğini düzenliyor.

K2 HABER | Çevre dostu uygulamalara katkıda bulunan ve başarılarıyla dikkat çeken adayları ödüllendirmeyi amaçlayan Boğaziçi Çevre Ödülleri, çevre ve sürdürülebilirliğe olan bakış açısını güçlendirmeyi miras olarak aktarmaktadır. Halk da oylamaya katılarak çevre ve sürdürülebilirlik konusunda söz sahibi olabilmekte, böylece etkinlik genel bilincin artması hakkında bir etkiye sahip olmaktadır.

Program Detayları

Bu yılki ödül töreni, geçirdiği yıllarda olduğu gibi, çevre ve sürdürülebilirlik konularında gösterilen çabaları kutlamak ve ödüllendirmek üzere tasarlandı.

Ödül için aday olan şirketler, kurumlar ve bireyler; çevresel etki, yenilik, ölçülebilir sonuçlar ve toplumsal katkı gibi kriterlere göre belirlendi. Adayların kim oldukları ve yaptıkları projeler, daha önce 1 Aralık tarihinde yapılan sosyal medya duyurusu ile kamuoyuna duyurulmuştu.

COP28 Sonrası İklim Uzmanlarından Tepkiler: Yetersiz

Ödül Töreni

Kazananlar, 22 Aralık tarihinde düzenlenecek olan Boğaziçi Çevre Ödülleri’nde etkinlik günü açıklanacak ve ödüller de aynı gün takdim edilecektir. Ödül töreni, Boğaziçi Üniversitesi’nin Güney Kampüsü’ndeki Albert Long Hall’de gerçekleştirilecek. 

Oylamaya Katılmak İçin

Yılın çevrecilerini belirlemede söz sahibi olmak ve bilet almak için oylamaya katılabilirsiniz:

Oylama için: https://buec.com.tr/oylama/

Bilet linki: https://www.biletimgo.com/etkinlik/bogazici-cevre-odulleri-5338

Instagram: https://www.instagram.com/bogazicicevreodulleri/

Okumak için tıklayın

Ekoloji

COP28 Sonrası İklim Uzmanlarından Tepkiler: Yetersiz

-

COP26 Nedir oxford

Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi 28. Taraflar Konferansı (COP28), Birleşik Arap Emirlikleri’nin Dubai kentinde bugün sona erdi. Konferansın sona ermesinden sonra ise iklim uzmanlarından tepkiler geldi.

İklim müzakerelerinin yaklaşık 30 yıllık tarihinde ilk kez “fosil yakıtlara” referans verilen final metninde, sıcaklık artışını sınırlandırmak için “fosil yakıtlardan uzaklaşma” çağrısı yer aldı. İklim uzmanları ise sonuç metninde fosil yakıtlara doğrudan atıf yapılmasını başarı ama metnin yetersiz olduğunu vurguluyor.

Ümit Şahin: Bizi En Aza Razı Ediyorlar

Sabancı Üniversitesi İstanbul Politikalar Merkezi İklim Çalışmaları Koordinatörü Ümit Şahin sosyal medya hesabından, “Dubai’de uzatmalar da bitti COP28 kararları kabul edildi. Taslaklarda olan fosil yakıtların terk edilmesi de yerini yenilenebilir enerjinin alacağı da çıkarılmış. Zayıf bir fosil yakıtlardan uzaklaşma ifadesinin karara girmiş olması zafer sayılmaz. Bizi en aza razı ediyorlar. Üstelik en kirli ve en tehlikeli enerji olan nükleer çözümler arasında sayılıyor. Geçiş yakıtı ifadesiyle fosil gaza referans veriliyor. CCS’e defalarca vurgu var. Bunlar büyük skandal. Şimdi enerji dönüşümüne akmayan finansmanın bunlara gitmesinin önü açılacak. Finansman yetersizliği vurgulandığı halde artırılmasına ilişkin dişe dokunur bir ifade yok. Batı iklim borcunu kabul etmemekte direniyor ve gelişmekte olan ülkelerin ve petrol devletlerinin ayak sürümesini kolaylaştırıyor. Çin, Hindistan vb savunma yapmaktan oynamıyor. + 1,5 derece hedefinden sonra 2021’de önce kömürün ve şimdi de bütün fosil yakıtların üstü kapalı da olsa sorunun kaynağı olarak COP kararına girmesi, Paris Anlaşması’nı genişlettiği için olumlu. Bu gelişme küresel iklim hareketinin başarısı. Ama çok yavaş ve yetersiz.” açıklamasını gerçekleştirdi.

Özgür Gürbüz: Tarihsiz Bir Çağrı Yetersiz

Gazeteci Özgür Gürbüz, COP28’de açıklanan Fosil Yakıtlardan Uzaklaşma metnini yetersiz olarak ifade etti: “BM İklim Konferansı COP28′den “fosil yakıtları kullanmayı bırakma çağrısı” çıktı . Başta AB ülkeleri olmak üzere bazı liderler bunu bir başarı gibi anlatıyor. Ne yazık ki bu doğru değil. Bilim bu kadar net, zaman bu kadar azken kesinlik içermeyen, tarihsiz bir çağrı yetersiz.”

Manuel Pulgar-Vidal: Yine De Fosil Yakıtlardan Uzaklaşma Kararı Önemli Bir Sonuç

WWF Küresel İklim ve Enerji Lideri ve COP20 Başkanı Manuel Pulgar-Vidal, müzakerelerin ardından yaptığı değerlendirmede, ülkelerin fosil yakıtlardan uzaklaşma konusunda anlaştığını söyleyerek şöyle dedi:

“Ülkeler bunu kabul ederken, COP28’de kömür, petrol ve gazın tamamen kullanımdan kaldırılması konusunda uzlaşmaya varılamadı. Ancak yine de fosil yakıtlardan uzaklaşma kararı önemli bir sonuç. 30 yıldır devam eden BM iklim müzakerelerinde ülkeler nihayet odak noktasını iklim krizine yol açan kirletici fosil yakıtlara kaydırdı. Bu sonuç fosil yakıt dönemi için sonun başlangıcına işaret etmelidir. Yaşanabilir bir gezegen için tüm fosil yakıtların tamamen ortadan kaldırılmasına ihtiyacımız var.”

Marcio Astrini: Kutlanmayacak Bir Sonuç

Brezilya merkezli İklim Gözlemevi Yönetici Sekreteri Marcio Astrini, COP28 sonucunun “sinyaller açısından güçlü ancak içerik bakımından zayıf” olduğunu dile getirerek, “Gerçek anlamda harekete geçilmediği takdirde Dubai’den çıkan sonuç, dünyanın dört bir yanında aşırı iklim olaylarından zarar gören topluluklar açısından kutlanmayacak bir sonuç,” dedi.

Türkiye, COP28’de 8 girişime imza attı

Türkiye Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı çerçevesinde çalışan İklim Değişikliği Başkanlığı, sekiz girişime katıldığını duyurdu. Girişimlerin listesi şu şekilde:

  • İklim Kulübü,
  • Kritik Ham Maddeler Kulübü,
  • Dayanıklı Gıda Sistemleri, Sürdürülebilir Tarım ve İklim Eylemine ilişkin Emirlik Deklarasyonu,
  • Buzul Dostları Grubu,
  • Çimentoda Atılım,
  • İklim İçin Mangrov İttifakı,
  • COP28’de Eğitim ve İklim Değişikliği Ortak Gündemi Bildirgesi,
  • İklim ve Sağlık Deklarasyonu,
  • İklim Eylemi İçin Yüksek Hedefli Çok Düzeyli Ortaklıklar Koalisyonu’na (CHAMP) imzacı oldu.

Okumak için tıklayın

Ekoloji

#COP28 ‘Fosil Yakıtlardan Uzaklaşma’ Çağrısının Yapıldığı Anlaşmayla Sona Erdi

-

cop28

30 Kasım’da başlayan Birleşmiş Milletler (BM) İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi 28. Taraflar Konferansı (COP28), Birleşik Arap Emirlikleri’nin (BAE) Dubai kentinde bugün sona erdi.

Zirve, müzakerecilerin final metni üzerinde anlaşmaya varamaması nedeniyle resmî tarihinden bir gün sonra tamamlanabildi.

Anadolu Ajansı’nda yer alan habere göre, iklim müzakerelerinin yaklaşık 30 yıllık tarihinde ilk kez “fosil yakıtlara” referans verilen final metninde, sıcaklık artışını sınırlandırmak için “fosil yakıtlardan uzaklaşma” çağrısı yer aldı.

Atıflar ve boşluklar

BM nezdinde “çağrı”, tarafların “davet edilmesi veya taraflardan ricada bulunmak” anlamına geldiği için, müzakereleri takip eden uzmanlar fosil yakıtlardan uzaklaşma çağrısının zayıf bir sonuç olduğunu ve küresel ısıtmayı sınırlandırmak için emisyonları keskin şekilde düşürmenin sağlanamayacağını belirtiyor.

Taraflar küresel yenilenebilir enerji kapasitesinin 2030 itibarı ile üç katına ve enerji verimliliğindeki ilerleme hızının iki katına çıkarılması hedeflerini kabul ederken, Kayıp Zarar Fonu’nun etkin hale gelmesi de final metninde yer aldı.

Final metninde, gelişmekte olan ülkelerin iklim finansmanına ihtiyaç duyduğu ve iklim krizinin etkilerine uyum için gereken finansmana atıfta bulunulsa da, uyum finansmanının nasıl ölçeklendirileceği ve takvimine ilişkin boşluklar var.

COP28 Başkanı Al Jaber: Tarihi başarı

Final metninin kabul edilmesinin ardından kapanış oturumunda konuşan COP28 Başkanı Sultan Ahmed Al Jaber, müzakerelerin sonucunu “tarihi bir başarı” olarak nitelendirerek, şöyle dedi:

“Dünyanın yeni bir yol bulması gerekiyordu ve kuzey yıldızımızı takip ederek biz bu yeni yolu bulduk. Gerçeklerle yüzleştik ve dünyayı doğru yöne yönlendirdik. Bu doğrultuda, küresel sıcaklık artışını 1,5 dereceyle sınırlandırma hedefini ulaşılabilir kılmak için bir eylem planı hazırladık.

“Bunu ortak zemin üzerine inşa ettik, işbirliğiyle pekiştirdik. Bu, iklim eylemini hızlandırmak için hata yapmamak üzere geliştirilmiş dengeli, tarihi bir pakettir.”

  • BAE’nin devlet petrol şirketi ADNOC’un CEO’su olan Sultan Ahmed Al Jaber’in COP 28’e başkanlık etmesi, kararlaştırıldığından bu yana tepki topluyordu. ADNOC’un, üretim kapasitesini 2027 yılında günde beş milyon varile çıkarmayı hedeflediği biliniyor.

İklim Uzmanlarından Tepkiler

WWF Küresel İklim ve Enerji Lideri ve COP20 Başkanı Manuel Pulgar-Vidal, müzakerelerin ardından yaptığı değerlendirmede, ülkelerin fosil yakıtlardan uzaklaşma konusunda anlaştığını söyleyerek şöyle dedi:

“Ülkeler bunu kabul ederken, COP28’de kömür, petrol ve gazın tamamen kullanımdan kaldırılması konusunda uzlaşmaya varılamadı. Ancak yine de fosil yakıtlardan uzaklaşma kararı önemli bir sonuç. 30 yıldır devam eden BM iklim müzakerelerinde ülkeler nihayet odak noktasını iklim krizine yol açan kirletici fosil yakıtlara kaydırdı. Bu sonuç fosil yakıt dönemi için sonun başlangıcına işaret etmelidir.

“Yaşanabilir bir gezegen için tüm fosil yakıtların tamamen ortadan kaldırılmasına ihtiyacımız var.”

Brezilya merkezli İklim Gözlemevi Yönetici Sekreteri Marcio Astrini, COP28 sonucunun “sinyaller açısından güçlü ancak içerik bakımından zayıf” olduğunu dile getirerek, “Gerçek anlamda harekete geçilmediği takdirde Dubai’den çıkan sonuç, dünyanın dört bir yanında aşırı iklim olaylarından zarar gören topluluklar açısından kutlanmayacak bir sonuç,” dedi.

Okumak için tıklayın

Ekoloji

Halilağa’da ÇED Raporu Yerle Bir Edildi

-

halilağa bakır madeni

Cengiz Holding’in Halilağa Bakır Madeni Projesi için 2. kez verilen “ÇED Olumlu” kararının iptali için Tema Vakfı, Kazdağı Doğal ve Kültürel Varlıkları Koruma Derneği, Çan Çevre Derneği, Ayvalık Tabiat Derneği, Ege ve Marmara Çevreci Belediyeler Birliği ve yörede yaşayan 90 yurttaşın açtığı davanın bilirkişi keşfi gerçekleşti. Davacılar ve yaşam savunucuları, ‘Defol Cengiz, Köyümüzde Maden İstemiyoruz, Kazdağları’nın Üstü Altından Değerlidir’ yazılı pankartlarıyla keşifin başlangıç noktası Muratlar köyü girişinde toplandı.

K2 HABER | Şahin ATEŞOĞLU – @SahinAtesoglu / Ekoloji örgütlerinin ve bölge halkının, Halilağa Bakır Madeni projesine karşı açtıkları davanın bilirkişi keşfi gerçekleştirildi. Keşif, Muratlar Köyü’nde keşif hakiminin beyanları alması ile başladı. Maden yüksek mühendisi ve Kazdağı Derneği yönetim kurulu üyesi Esenay Hacıosmanoğlu, ÇED raporunun madencilik açısından eksik ve hatalı yönlerini anlattı. ÇED kapsamında çıkarılacak cevherin sadece bakır değil altın da içerdiği, başka bir projede altının da zenginleştirilmesinin planlandığı açıkladı. Dernek yetkililerinden yapılan açıklamada, keşif sırasında yapılan beyanların özeti şu şekilde yapıldı:

– Maden işletme projesinde bakır, altın, altın+bakır kompleks, feldispat ve kuvars madenciliği planlanırken, ÇED’in sadece bakır üretimine yönelik olduğu; ÇED projesinin maden işletme projesine uygun hazırlanması gerektiği halde iki projenin uyumlu olmadığı karşılaştırma yaparak açıklandı.
– ÇED’in aksine, maden işletme projesinde zenginleştirme ve atık depolamanın bulunmadığı belirtildi.
– Maden işletme projesine göre ÇED atık depolama tesisinin rezerv alanında kaldığı, dolayısıyla kaynak kaybına sebebiyet verebileceği açıklandı.
– İşletme projelerinin sadece görünür rezerve göre yapılması gerektiği ancak ÇED kapsamında tüm maden kaynağının işletilmesinin planlandığı gösterildi.
– Atık depolama tesisinin son derece geniş alana yayıldığı, olumsuz çevresel etkiyi azaltacak depolama alternatiflerinin ÇED kapsamında değerlendirilmesi gerektiği belirtildi.
– Atık depolama tesisinin açık ocak patlatması limit alanında kaldığı gösterildi.
– Rapor içinde 3 farklı atık depolama tasarımı bulunduğu gösterildi.
– Gerekli depolama kapasitesini sağlayabilmek için kazı yapılması gerektiği, bunun sonucunda atık depolama tabanının yeraltı suyu seviyesinin altına düşeceği açıklandı.
– Taban teşkili için gerekli kota alma çalışmasını ve kapasiteyi karşılamak için yapılacak kazıyı içermeyen etüt ve kesitlerden bahsedildi.
– Maden su ihtiyacının eski ocak göllerinden karşılanması alternatifinin ÇED kapsamında değerlendirilmesi gerektiği belirtildi.
– Duyarlılık analizlerinin kümülatif kesitler üzerinden yapılmadığı gösterildi.
– Yeraltı suyu seviyesi altında gerçekleşecek büyük boyutlu (derin açık ocak, geniş ADT) ve patlatmalı madencilik faaliyetlerinin, yüksek asit üretme potansiyeli ve kirletici etkisi olan malzemeden oluşan ocak ve pasa şevleri ile bu birimlerde oluşacak ocak gölünün, sahanın zaten hassas ve kırılgan olduğu görülen dengesini kontrol edilemez şekilde bozacağı, proje alanı ve çevresindeki su kaynaklarını olumsuz etkileyeceği, akış örüntülerine önemli ölçüde zarar vereceği açıklandı.
– Kümülatif değerlendirmede, gerek ruhsat sahası gerekse etki alanı içindeki diğer projelerin doğru ve eksiksiz bir şekilde ele alınmadığı gösterildi.

Kazdağları Ekoloji Platformu: ‘Cengiz’e Geçit Vermeyeceğiz!’

Halilağa Bakır Madeni Projesinde Kamu Yararı Yok

TEMA’dan Çevre Mühendisi Onur Küçük, bölgedeki aynı şirkete ait çok sayıda maden projesinin varlığından söz ederek, kümülatif etki konusuna vurgu yaptı. Davacıların avukatı Cem Altıparmak, şirketin ÇED süreci yürütmeden DSİ ile protokol kapsamında yapmaya başladıkları ve bölgenin su kaynaklarına el koyacak olan gölet projelerinden, Kocabaş Çayı’na yapılmak istenen derivasyon kanalından bahsetti ve ÇED raporundaki eksiklere dikkat çekti. ‘Onlarca köyün su kaynağına, tarım alanlarına el koyan bu projede kamu yararı yoktur’ dedi.

Çan İlçesi Tarım Yapılamaz Hale Gelecek

Ziraat Mühendisi Hicri Nalbant, projenin bölgenin tarımını yok edeceğini, tarım için gerekli olan suyun madene verileceğini söyledi. Orman mühendisi Hasan Basri Avcı, projenin kocaman bir orman ekosistemini yok edeceğini söyleyerek, idarenin ve ÇED raporunun ormana kereste gözü ile baktığını belirtti. Hacıbekirler köylülerinden Gülferit Güven, köylerinin proje alanının çok yakınında olduğunu ve madenden olumsuz etkileneceklerini, tarım ve hayvancılık yapamaz hale geleceklerini belirterek madeni istemediklerini söyledi. Çan Çevre Derneği avukatı Ümran Aydın, Çan’ın 55 köyünün tek su kaynağı Kocabaş çayının madene verildiğinde, yöre insanının susuzluğa terk edileceğini, artık Çan ilçesinde tarımın yapılamacağını anlattı.

Alamos’un Kirazlı Ruhsatı Tarihe Gömülmüştür’

Yöre İnsanı Kanser Riskiyle Yaşamak İstemiyor

Diğer avukatlar tarafından proje alanındaki ve yakınlarındaki arkeolojik buluntular ve sit alanları hakkında da bilgiler verildi. Daha sonra hakim davalı idare Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı avukatına ve müdahil şirket avukatına söz vererek beyanlarını aldı. Beyanların ardından keşif alanına geçildi, projede öngörülen açık ocak, atık havuzu alanları ve arkeolojik buluntular bilirkişilerle birlikte incelendi. Keşfin sonunda davacılardan bölgede yaşayan Emel Yalçın ve Ferzan Aktaş da söz alarak projenin tarım alanlarına ve yaşam alanlarına verecekleri zararları anlatarak, yöre insanının kanser riskiyle yaşamak istemediği belirterek projenin iptal edilmesini istediler.

Keşfe Kazdağları Ekoloji Platformu, Edremit, Altınoluk, Küçükkuyu, Çanakkale’den doğa koruma örgütleri ve emek ve demokrasi örgütleri de destek verdi.

Okumak için tıklayın

Ekoloji

Uzmanlar, COP28 İklim Zirvesi’ndeki Son Gelişmeleri Değerlendirdi

-

cop28 Dubai iklim zirvesi

COP28 İklim Zirvesi’nin 3. günü olan 2 Aralık 2023’te Dr. Sultan Al Jaber tarafından açıklanan Küresel Yenilenebilir Enerji ve Enerji Verimliliği Taahhüdü ile, 1,5°C’yi ulaşılabilir kılmak için 2030 yılına kadar küresel kurulu yenilenebilir enerji üretim kapasitesinin 3 katına, enerji verimliliği hızının 3 katına çıkarılması hedeflendi.

K2 HABER | 2 Aralık itibarıyla 118 ülke, farklı başlangıç noktaları ve ulusal koşulları dikkate alarak, 2030 yılına kadar dünyanın mevcut yenilenebilir enerji üretim kapasitesini en az 11.000 GW’a çıkarmak için birlikte çalışma taahhüdünde bulundu. Ayrıca, 2030 yılına kadar her yıl, enerji verimliliğindeki küresel ortalama yıllık artış oranını iki katına çıkarmayı taahhüt etti. ABD, Avustralya, Brezilya, Polonya ve Meksika gibi fosil yakıta dayalı bir enerji sistemi olan ülkeler bildirgeye imza atarken Çin, Hindistan ve Türkiye’nin yokluğu dikkat çekti.

Türkiye’den uzmanlar, küresel çapta yenilenebilir enerji konusunda atılan bu adımı ve Türkiye’nin durumunu değerlendirdi.

Kömürün Politik Ekonomisi: Temiz Enerji Geçişinin Önündeki Engeller

Ümit Şahin: Türkiye’nin Bu Bildirgeyi İmzalaması Gerekirdi

Sabancı Üniversitesi İstanbul Politikalar Merkezi İklim Değişikliği Koordinatörü Ümit Şahin ise alınan kararı şöyle yorumladı: “Türkiye’nin COP28’de iki pozisyonunu gördük. Birincisi, Küresel Durum Değerlendirmesi kapsamında fosil yakıtların azaltılmasına ve fosil yakıttan çıkışa karşı olduğunu bildirmesi ve ABD’nin de yer aldığını açıkladığı Kömürden Çıkış Koalisyonu’na katılmamasıydı. İkinci olarak, küresel yenilenebilir kapasitesinin üç katına çıkarılmasını taahhüt eden 118 ülke arasında Türkiye’yi göremedik. Halbuki, Azerbaycan ve bazı körfez ülkeleri bile bu taahhüdün altına imza attı. Kaldı ki, Türkiye’nin geçen yıl yayınladığı Ulusal Enerji Planı’nda güneş ve rüzgârı artırma hedefi zaten 3 kata yakın, dolayısıyla Türkiye’nin bu bildirgeyi imzalaması gerekirdi.”

Volkan Yiğit: Türkiye, Kömürlü Termik Santralleri Ekonomik Ömrü Bitene Kadar Açık Tutmak İstiyor

A Plus Enerji Kurucu Ortağı Volkan Yiğit ise küresel hedeflerin halihazırda Türkiye’nin Ulusal Enerji Planı’yla paralel olduğunu ve Türkiye’nin zaten bu hedeflere kolaylıkla ulaşabileceğinin altını çizdi ve “Ulusal Enerji Planı’nda şu an 11,2 GW olan güneş kapasitemizi 2035 sonunda 53 GW seviyesine yani neredeyse 5 katına çıkarmayı hedefliyoruz. Rüzgâr tarafında bu kadar yüksek olmasa da 11,6 GW kapasitemizi 2035’te 29 GW seviyesine çıkarmayı planlıyoruz. Bu da 2,5 kat bir artış anlamına geliyor. Her iki hedefin toplamına baktığımızda 2035’te güneş ve rüzgâr kurulu gücümüzü zaten 3,6 katına çıkarmayı planlıyoruz aslında.” dedi.

Yiğit, şöyle devam etti: “Türkiye’nin imzacı olmamasının sebebi, taahhüdün içinde geçen kömürlü termik santrallerin aşamalı olarak kapatılması ibaresi olmalı; çünkü Türkiye tüm kömürlü termik santralleri ekonomik ömrü bitene kadar açık tutmak istiyor. Burada aslında işi piyasaya bırakmak lazım; piyasa koşulları, karbon fiyatlaması, farklı taahhüt ve gereksinimler çerçevesinde bizim de yaptığımız projeksiyonlar kömür santrallerinin üretimdeki payının her yıl gittikçe azalacağını gösteriyor. Ekonomik ve teknolojik koşullar, Türkiye’de yerli kömürün bitmesi, yeni kömür alanlarına girmenin zorlaşması, kömür finansmanının azalması zaten bizi bu taahhüde götürecektir. Ben karamsar değilim; önümüzdeki yıllarda bu küresel taahhüdün daha geliştirilmiş hali ve belki hidroelektriğin kapsam dışı bırakıldığı bir versiyonuna, yani sadece güneş ve rüzgâr gibi yeni teknoloji yenilenebilir enerji hedeflerinin yer aldığı haline, imza atabileceğimizi düşünüyorum ve zaten Ulusal Enerji Planı’nın da buna paralel olduğunu görüyorum.”

Gençler, Karbonsuz Gelecek İçin ‘Kömürden Çıkış Planı’ İstiyor

Bengisu Özenç: Türkiye, İklim Diplomasisinde Daha Yapıcı Rol Oynamalı

Sürdürülebilir Ekonomi ve Finans Araştırmaları Derneği Direktörü Bengisu Özenç, Türkiye’nin 2021’de açıkladığı 2053 net-sıfır hedefinin olumlu  başlangıç olduğunu ancak kısa ve orta vadeli hedeflerin henüz söz konusu 2053 hedefiyle uyumlu olmadığına dikkat çekti: “Ne yazık ki, kısa vadeli hedeflerin eksikliği bu patikada önemli rol oynayabilecek yatırımcı gibi aktörlerin yanlış sinyal almasına sebep olabiliyor. Aslında Türkiye önümüzdeki 10-15 yıl boyunca süregelen durumu devam ettireceğini söylüyor. Halbuki, çok daha fazlasını yapacak kapasitemiz var. 2017’de açıklanan güneş enerjisi kurulum hedeflerini yalnızca beş yıl içinde 3 katına çıkarmış bir ülkeyiz. Türkiye, hem iklim diplomasisinde daha yapıcı bir rol oynamayı, hem de 2053 net-sıfır hedefine ulaşmada daha kolaylaştırıcı bir pozisyon almayı kendisi için hedeflemeli.”

Bahadır Turhan: COP28’deki Duruşumuz Hedefler İle Tam Tutarlılık Sergilemiyor

Solar 3GW Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Yusuf Bahadır Turhan ise kararı şöyle yorumladı: “Kömürden çıkışımız hem 2053 Net Karbon sıfır hem enerjide bağımsızlık hem de sürekli ucuz elektrik hedeflerimiz açısından birinci şart. Bu çıkışın adil bir çerçevede olması için de somut adımlarla detaylıca planlanması ve planın bir an önce hayata geçirilmesi elzem. Ancak COP28’deki duruşumuz maalesef bu hedefler ile tam tutarlılık sergilemiyor. Bu durum bizim geleceğin gelişmiş ülkeleri arasındaki yerimizi riske atıyor, çünkü ucuz enerjinin sağlayacağı imkan ve verimlilikten mahrum kalıyoruz.”

Güncel gelişmeler ışığında, Türkiye’deki güneş ve rüzgar enerjisi potansiyelinin önemli bir avantaj sağladığını ifade eden Turhan şöyle devam etti: “Fosil yakıt açısından fakir ancak güneş açısından zengin bir ülkeyiz. Bu, diğer ülkelere kıyasla en kolaylıkla yararlanabileceğimiz kaldıraç, bize hem maliyet hem de zaman konusunda avantaj sunuyor. Dolayısıyla fosil yakıtlardan çıkışımızı geciktiren her hareket, güneşimizden yeterince faydalanamamıza ve de ekonomik açıdan geri düşmemize neden oluyor. Artık geçmiş yüzyılın teknolojilerini geride bırakıp, tamamen yeni teknolojilere yüzümüzü çevirme zamanı. Son teknolojik gelişmeler ile GES’lerin ve batarya depolamanın ilk yatırım maliyetleri sadece son bir yılda %40 ucuzladı. Batarya depolama ile desteklenen GES’ler ise bugün şebeke işletme güvenliği açısından termik santrallere olan ihtiyacı her gün azaltıyor. Tüm bunların üzerine bir de son bir yılda yaklaşık 30 GWh’lik batarya kapasiteli GES ve RES’lere önlisans da vermişken, artık fosil yakıtlardan çıkışımızı daha hızlı ve emin adımlarla gerçekleştirebiliriz.”

Türkiye’de Kömür Düşüşte Ancak Emisyonlar Azalmıyor

Ufuk Alparslan: Türkiye’nin İmzasının Olmamasının Nedenini Politik Buluyorum

Bu kararın emisyon azaltımı konusunda dünyanın iki kutbunu karşı karşıya getirdiğini söyleyen Ember Türkiye, Ukrayna ve Batı Balkanlar Bölge Lideri Ufuk Alparslan şöyle dedi:

“Bu karara imza atan 118 ülkenin dışında kalan ülkeler, küresel sera gazı emisyonunun yarısından fazlasından sorumlu. İmza atmayan ülkeler arasında Çin, Hindistan, Güney Afrika, Endonezya, Rusya ya da Orta Doğu ülkeleri gibi yenilenebilir enerjinin esas artış göstermesi gereken yerler bulunuyor. Bu nedenle kararın beni çok heyecanlandırdığını söyleyemeyeceğim. Türkiye açısından değerlendirdiğimizde ise, resmi planlarda dahi buna yakın hedefler açıklandığı için kararın altında Türkiye’nin imzasının olmamasının nedenini politik buluyorum. Nitekim, imzacı ve imzacı olmayan ülkelere bakıldığında -birkaç istisna dışında- dünyanın iki ayrı kutbunu yansıttığını görüyoruz.”

Okumak için tıklayın

Ekoloji

İzmir’de Deniz 1 Metre Yükseldi

-

deniz kabarması Karşıyaka konak sel yağış

Konak ve Karşıyaka’da denizin 1 metreden fazla yükselmesi nedeniyle sahil kesimindeki birçok sokak deniz sularının altında kaldı.

K2 HABER | İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından yapılan hava basıncı, rüzgâr ve yağış verilerine göre şehirde deniz kabarması yaşanabileceği yönündeki uyarılar gerçekleşti. İzmir Büyükşehir Belediyesi İtfaiyesi ve İZSU Genel Müdürlüğü ekipleri 24 saatten fazla süredir kesintisiz mesai yaparak vatandaşların yardımına koştu.

İzmir’de meteorolojik koşulların yarattığı etkiye bağlı olarak deniz taşkını yaşandı. İzmir Büyükşehir Belediyesi İZSU Genel Müdürlüğü ve İtfaiye Dairesi Başkanlığı ekipleri, deniz seviyesinin 1 metre yükseldiği taşkına karşı, tüm personel ve ekipmanıyla halkın can ve mal güvenliğini sağlamak için özverili bir mücadele yürütüyor.

İzmir Büyükşehir Belediyesi İZSU Genel Müdürlüğü, 25 Kasım Cumartesi günü, Meteoroloji Genel Müdürlüğü’nden aldığı verilere dayanarak, deniz kabarması ve aşır yağıştan kaynaklı deniz taşkını yaşanabileceğini belirterek vatandaşı uyarmıştı. Günün ilerleyen saatlerinde deniz seviyesi 1 metre yükseldi, Alsancak Kordon, Karşıyaka Yelken Kulübü ve Mavişehir’de deniz taşkını yaşandı. Taşkında zarar gören elektrik trafolarından kaynaklanan bölgesel elektrik kesintileri yaşandı.

Meteoroloji Genel Müdürlüğü’nün hava tahmin modellerine göre ikinci bir yükselme ihtimalinin düşük olduğu belirtildi. Alınan verilere göre, rüzgârın öğle saatlerinde etkisini kaybetmesiyle birlikte deniz çekilmeye başlayacak.

Tunç Soyer: Karbon 0 – Dünya 1 Kampanyasına Destek Veriyorum

Tsunami Etkisi Yarattı

İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer, deniz kabarması olarak adlandırılan durumun bir tsunami etkisi yarattığını ve denizin karadan yüzlerce metre içerilere ilerlediğini belirterek “1200 mesai arkadaşımız, 250 iş makinesi ile geceden beri su tahliyesi yapıyor. Vatandaşlarımızın bu durumdan en az etkilenmesi için İZSU, İtfaiye ve Fen İşleri ekiplerimizle canla başla çalışıyoruz” dedi.

Okumak için tıklayın

Ekoloji

Alexandra Cousteau: Okyanusları Geri Kazanmak İçin 10 Yılımız Var

-

Alexandra Cousteau

Yılın en büyük inovasyon buluşması Türkiye Innovation Week, sürdürülebilirlik aktivisti Alexandra Cousteau ismini ağırladı. Dünya üzerindeki plastik atıkların korkutucu boyutlara ulaştığını hatırlatan Cousteau, “Okyanusları geri kazanmak için önümüzde 10 yılımız var” değerlendirmesinde bulundu.

K2 HABER | Türkiye İhracatçılar Meclisi (TİM) koordinasyonunda düzenlenen ve bölgenin en büyük inovasyon buluşması olan Türkiye Innovation Week (TIW), İstanbul Haliç Kongre Merkezi’nde kapılarını açtı.

Etkinlik kapsamında değerlendirmelerde bulunan Fransız okyanus uzmanı ve kâşif Jacques-Yves Cousteau, bizim bildiğimiz adıyla Kaptan Cousteau’nun torunu Alexandra Cousteau, okyanusları geri kazanmak için dünya halklarının 10 yılı olduğunu belirtti.

Cousteau açıklamasında, “Önümüzdeki on yıl, tek küresel okyanusumuzun geleceğini belirleyecek. Artık farklılıklarımızın ötesine bakmamız ve iddialı ve yenilikçi çözümleri benimsememiz gerekiyor” ifadelerini kullandı.

Mikroplastiklerin zararlarına da değinen Alexandra Cousteau, “Mikroplastikler artık yediğimiz balıklarda, hatta yemeğimize serptiğimiz deniz tuzunda bile mevcut. Mevcut eğilimler devam ederse 2050 yılında okyanuslar trajik derecede üzücü, kirli ve boş bir yer olacak” diye konuştu.

Araştırmalara göre dünyanın yaklaşık yüzde 70’ini kaplayan okyanuslarda tahmini 171 trilyondan fazla plastik parça bulunuyor. Bilim insanları, okyanuslardaki plastik yoğunluğuna ilişkin önlem alınmadığı takdirde 2040’a kadar atıkların neredeyse 3 kat artabileceği uyarısında bulunuyor.

Karşıyaka Belediye Başkanı Cemil Tugay Mikroplastik Tehlikesini Yazdı

Okumak için tıklayın

Öne Çıkan Haberler