Connect with us

Ekoloji

Ayvacık Erecek’te JES İçin Bilirkişi Raporu: ÇED Gereklidir!

Kazdağı erecek jeotermal

Ayvacık ilçesi Erecek köyü yakınında Manici Turizm ve Gayrimenkul Yatırım Ticaret Limited şirketince yapılması planlanan jeotermal kaynaklı arama amaçlı sondaj çalışmaları projesinin “ÇED gerekli değildir” kararına karşı doğa savunucularının açtığı davada bilirkişi raporu geldi.

K2 HABER | Türkiye’de ekolojik yıkımların yarattığı tahribat her geçen gün artarken, doğa savunucularının da her türlü baskıya rağmen hukuki mücadelesi devam ediyor. Kazdağı Doğal ve Kültürel Varlıkları Koruma Derneği ve Assos Dostları’nın Erecek için başlattığı hukuk mücadelesinde sevindirici karar geldi. Bilirkişi raporu ‘ÇED Gereklidir’ dedi.

Raporda firmanın hazırladığı proje tanıtım dosyasındaki içeriğin eksik ve yetersiz olduğu, bu nedenle etkilerin tam değerlendirilmediği gerekçesi ile toprakta, suda veya havada kalıcı özellik gösterip çevreyi kirletebileceği ve gerekli çevreyi korumak için önleyici önlemleri içermediği, bilimsel ve teknik yönden yeterli olmadığı tespit edildi.

Kazdağı Koruma Derneği: ‘TÜMAD’ın Gözü Ne Zaman Doyacak?’

Bilirkişi Raporunda Taahhütlere Uyulmadığı Tespit Edildi

Erecek için bilirkişi raporunda aşağıdaki tespitler yapıldı:

  1. Proje Tanıtım Dosyasında Bölüm II a) maddesi kapsamında bu alan için kurum görüşleri alınmamış ve “ÇANAKKALE İLİ, AYVACIK İLÇESİ, ERECEK KÖYÜ, EKOTURİZM / KIRSAL TURİZM TESİS ALANI AMAÇLI 1/1000 ÖLÇEKLİ UYGULAMA İMAR PLANI” notunun 11 maddesine göre incelenme ve değerlendirme yapılmamıştır.
  2. Proje Tanıtım Dosyasında verilen taahhütlere uyulmadığı tespit edilmiştir.
  3. Su Kirliliği vb. yönetmeliklere uyulmadığı, sondaj çalışmalarının yapıldığı bölgede, özellikle dere yataklarına varil, teneke vb. atık malzemelerin gelişi güzel bir biçimde atılması suretiyle önemli ölçüde çevre kirliliğinde bulunulduğu tespit edilmiştir.
  4. Dava konusu jeotermal enerji amaçlı sondaj çalışmalarının, tarım ve hayvancılık üzerindeki etkilerine yönelik olarak 5403 Sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu, 3573 Sayılı (4086 Sayılı Kanunla Değişik) Zeytinciliğin Islahı ve Yabanilerinin Aşılattırılması Hakkındaki Kanun, 4342 Sayılı Mera Kanunu ve 1380 Sayılı Su Ürünleri Kanunu kapsamında, faaliyetin yapılacağı zemin ve çevrede yer alan tarımsal faaliyetler açısından Proje Tanıtım Dosyasında herhangi bir açıklama yapılmadığı ve bunun teknik ve bilimsel açıdan önemli bir eksiklik olduğu tespit edilmiştir.
  5. Dava konusu alanın bulunduğu yer itibari ile Çanakkale Orman Bölge Müdürlüğü Ayvacık Orman İşletme Müdürlüğü Ayvacık Orman İşletme Şefliği sınırları içerisine girmektedir. Alan için arama ruhsatı alınmış ve bu alan içerisinde sondaj atılmıştır. Daha Önce verilmiş Orman İzni İncelemesi: Bahse konu alanda daha önceden verilmiş herhangi bir Orman İzinli saha bulunmamaktadır.
  6. PTD Raporu incelendiğinde; Flora ve faunaya ait bilgiler Ek-10’da sunulmuştur. Ek-10 incelendiğinde (PTD, Sayfa 93) Flora çalışmalarında; nasıl bir bilimsel yöntemin uygulandığına, kaç mevsim ve her mevsimde kaç gün arazi çalışmalarının yapıldığına ve tespit edilen türlerin teşhisinin nasıl yapıldığına hiç değinilmemiştir.
  7. Fauna çalışmalarının da flora çalışmaları gibi ruhsat sahası ile ilişkili olmadığı; sadece Çanakkale İlinin genel faunasının verildiği tespit edilmiştir.
  8. Söz konusu projenin genel olarak ekosistemi ne ölçüde etkileyeceği, PTD Raporundaki flora ve fauna üzerine verilen bilgilerin ruhsat alanı ile ilgili gerçeği yansıtmadığı; bu bilgilerin “Tarım ve Orman 2. Bölge Müdürlüğü Çanakkale Şube Müdürlüğü 2019” bilgilerden alındığı ve fotoğrafların da Tarım ve Orman 2. Bölge Müdürlüğü Çanakkale Şube Müdürlüğü 2019 ve Dr. Orhan Çiçek’ten (Kuş fotoğrafları) bire bir alındığı görülmüş olup PTD Raporu bu haliyle ruhsat sahasının biyolojik çeşitliliğini (flora-fauna) dolayısıyla ekosistemi yansıtmadığı için yetersiz olduğu, Ruhsat alanı ve çevresinde hangi flora ve fauna elemanlarının olduğu raporda net ifade edilmemiştir.
  9. Tek sondaj noktası verilmiş olmasına rağmen keşif günü sondaj sahasında ayrı ayrı 2 sondaj noktası gözlenmiş ve bu noktaların koordinatları haritaya işlendiğinde sondaj öneri noktasıyla uyuşmadığı tespit edilmiştir.
  10. Keşif günü kullanılan bentonitlerden artan kısmı sahaya çevreyi kirletecek şekilde bırakılmış olduğu tespit edilmiştir.
  11. Atıkların Düzenli Depolanmasına Dair Yönetmelik Hükümlerine uygun olarak beyan edilen taahhüttün yerine getirilmediği görülmüştür. Açılmış sondaj havuzu ise keşif günü bölge için bir tehdit niteliğindedir. 2 adet açılacağı belirtilen havuz tek adet ve hacmen de hesaplanan ölçülerde değildir. Sondaj faaliyetinin bitmesini takiben membran örtü alınacak ve havuzun rehabilitasyonu yapılmamıştır.
  12. PTD belirtilse de Resim-12-13-14-15-16’dan görüleceği üzere firma hiçbir taahhütte uymadığı tespit edilmiştir.
  13. Keşif günü saha da gözlenen sulak alanların korunması ve kuru dere yataklarına atık atılmaması hususunun yerine getirilmediğidir.
  14. PTD’ in mevzuatta öngörülen usule uygun hazırlanmadığı, hesaplamaların ve değerlendirmelerin yeterli düzeyde veri, bilgi ve belgeye dayandırılmadığı, proje kapsamının asgari gereklilikleri taşımadığı, tarım arazileri ile yerleşim yerlerini, çevredeki bitki örtüsünü, su kaynaklarını ve doğal yaşamı, orman alanlarını olumsuz etkilediği ve çevreye ve insan sağlığına olabilecek olumsuz etkilerin kabul edilebilir düzeyde olmadığı, diğer bir ifade ile söz konusu projenin genel, olarak ekosistemi ve çevrede bulunan yerleşim yerlerini ne ölçüde etkileyeceği, bu suretle Çevresel Etki Değerlendirme sürecinin işletilmesinin mevzuat hükümleri kapsamında gerekli olmadığı tespitlerimizdir.

Ekoloji

Nükleer Karşıtı Platform’dan Nükleer Yakıt İçin CİMER Çağrısı

-

Ali Öztunç nükleer atık nkp nükleer karşıtı platform

Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Fatih Dönmez, 27 Nisan’da ilk nükleer yakıt çubuğunun Akkuyu Nükleer Güç Santraline getirileceğini duyurdu. Rusya’dan getirilecek yakıt çubukları ve Akkuyu Nükleer Güç Santralinin operasyona başlatılmasına karşı Nükleer Karşıtı Platform ile bazı kurumlar bir araya gelerek nükleer yakıt hakkında bilgi edinmek için CİMER’e başvurmak üzere ekte yer alan çalışmayı hazırladılar.

K2 HABER | Akkuyu Nükleer Güç Santralı’na 27 Nisan’da ilk yakıtın getirilmesine ilişkin tepkiler sürüyor. Nükleer Karşıtı Platform ve bazı nükleer karşıtı sivil toplum örgütleri bir araya gelerek Bakanlığın aşağıdaki sorulara yanıt vermesinin sağlanması amacıyla vatandaşlara CİMER üzerinden başvuru çağrısında bulundu.

Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Fatih Dönmez, 27 Nisan’da ilk nükleer yakıtın Akkuyu’ya geleceğini duyurdu. Rusya’dan getirilecek yakıt çubukları ve Akkuyu Nükleer Santrali’nin operasyona başlatılmasına dair aşağıda sorularımızın yanıtlanmasını rica ederiz. 

● Türkiye’nin elektrik ihtiyacının %10’unu karşılayacağı iddiasıyla Akkuyu Nükleer Santrali’nin reaktörlerinden birinin 2023 yılı içinde devreye alınması için uranyum yakıtı nereden,hangi firmadan ve kaç kg/ton ağırlığında temin edilecektir? Bu yakıt çubuklarının maliyeti ne kadar olacaktır? 

● Akkuyu NGS için kullanılacak yakıt çubuklarının taşıma, yerleşme ve saklama konularında denetçi kurum kim olacaktır? Nükleer Düzenleme Kurumu Kapsamında TENMAK’ın bu süreçleri dahiliyeti nasıl olacaktır? Tesisin inşaatı henüz sürdüğü göz önüne alınırsa 27 Nisan’da geleceği söylenen yakıt nerede muhafaza edilecektir? 

● Akkuyu NGS reaktörünün kullanılan yakıt çubukları tesis sahasındaki havuzlarda 20-30 yıl soğutulduktan sonra bu yakıt çubuklarının içindeki plütonyumun Rusya tarafından kullanılması için Rusya’daki tesise gönderileceği bilgisi doğru mudur? Bu nakil sırasında güvenli bir şekilde taşınması ve olası kaza/sızıntı risklerine dair sorumluluğu üstlenecek kurum ve ülke kim olacaktır. 

Nükleer Karşıtı Platform: ‘Akkuyu Durdurulsun, Sinop NGS İptal Edilsin!’

Akkuyu nükleer karşıtı platform

● Akkuyu sahasının, ilk ruhsatın verildiği 1976’da ‘Nükleer santral inşaatına uygun ve sismik açıdan güvenli’ olarak kabul edilmişti. Ancak 2022 yılında Akkuyu’ya 85 kilometre uzaklıkta, Kıbrıs açıklarında meydana gelen 6.4 büyüklüğündeki depremle beraber fay hattından etkilenme, deprem ve tsunami riski konusunda detaylı bir değerlendirme yapıldı mı? Akkuyu NGS için 300 kilometre mesafeye kadar deprem riskinin etkili olduğu dikkate alınmakta mıdır yoksa yalnızca bilim insanlarının ifade ettiği gibi yakın bölge fayları mı dikkate alınmaktadır? 

● Rusya’da nükleer yakıt çubuklarının içinden plütonyum alındıktan sonra Rusya yasalarına göre muhafaza edilmesi mümkün olmayan nihai nükleer atığın Türkiye’ye nasıl geri gönderilmesi öngörülmektedir?Söz konusu nihai nükleer atıkların “2022 yılında TENMAK’a tahsis edileceği öğrenilen Radyoaktif Atık Yönetimi Merkezi, Radyoaktif Atık Bertaraf ve Depolama Yerleşkesi”nde mi depolanması öngörülmektedir? Söz konusu nihai nükleer atık sahası depremsellik riski analiz edilmiş midir? Nihai atığın taşıma ve ve muhafazasının maliyeti ne olacaktır? Nihai atığın kaç yıl muhafaza edilmesi gerekmektedir? Nihai atığın taşınma ve saklanma süreçlerinde sorumluluk ve kontrol kimde ve hangi kurumlarda olacaktır? 

● Akkuyu NGS’nin soğutma suyunun deşarj aşamasında yüksek olması nedeniyle Su Kirliliği Kontrol Yönetmeliğinde Akdeniz’in sıcaklığının 35 derece ile sınırlayan maddede değişiklik yapılmak istendiği doğru mudur? Bu durumda değişecek Akdeniz ekosisteminin yaratacağı biyoçeşitlilik riski için bir değerlendirme çalışması yapılmış mıdır? 

● Akkuyu NGS soğutma suyu 28 derecenin üzerine çıkmaması gerekirken , 2022 yılı Ağustos ayında deniz suyu sıcaklığı 30,5 dereceye çıkmış olup , bu yıl deniz suyu sıcaklığının daha da yükseleceği projeksiyonları varken , Akkuyu NGS 30 dereceyi aşan deniz suyu sıcaklığıyla nasıl çalıştırılacaktır? 

● Akkuyu NGS’ye yakıt sevkiyatı hangi yoldan yapılacaktır? Eğer İstanbul Boğazı kullanılacaksa kaza ve deprem riski konusunda bir eylem planı hazırlandı mı? 

● Uluslararası hukuktaki “ ihtiyatlılık “ ve “öngörülebilirlik” ilkeleri gereğince devletler insan hakları ihlallerinin ve zararın meydana geleceğini öngörmek zorunda olup , bu ilkeler doğrultusunda olası zararlardan sorumlu tutulmaktadırlar. 2004 Protokolü ile 01.01.2022 tarihinde yürürlüğe giren ve TBMM tarafından da onaylanan Nükleer Enerji Alanında Üçüncü Taraf Sorumluluğuna İlişkin Sözleşme (Paris Sözleşmesi)ne istinaden Akkuyu nükleer santralinde meydana gelecek bir kaza ve/veya nükleer felaket sonrasında “ sınıraşan kirlilik “ nedeniyle Türkiye tüm Akdeniz ülkelerine karşı sorumlu olacaktır. Diğer yandan Nükleer Düzenleme Kurumu Kanununa göre santralin sahibi ve işletmecisi Rusya’nın üstleneceği sorumluluk tutarı sadece 300 milyon Euro olup , santralin olası zararı bu teminatın yaklaşık 3000 katı olacağından geri kalan risk tutarının nasıl karşılanması planlanmaktadır? 

İlgili Kurumlar:

Türkiye Enerji, Nükleer ve Maden Araştırma Kurumu (TENMAK)

Nükleer Düzenleme Kurumu

Nükleer Karşıtı Platform: ‘Nükleer Enerji İnsanlığın Geleceği İçin Büyük Tehdit’

Okumak için tıklayın

Ekoloji

Kuş Cenneti Marmara Gölü Tarım Alanına Dönüştürülüyor!

-

marmara gölü

Sulak Alanların Korunması Yönetmeliği’ne göre 2017 yılında Ulusal Öneme Haiz Sulak Alan olarak tescillenen Marmara Gölü, tarım politikaları ve su yönetimindeki yanlış planlama ve uygulamalar sebebiyle kurutuldu. Sivil toplum kuruluşları ve yereldeki kişiler, Marmara Gölü’nü tarım alanına dönüştürecek projeye ‘Çevresel Etki Değerlendirmesi Gerekli Değildir’ kararı verilmesine karşı dava açtı.

K2 HABER | Manisa Marmara Gölü, kış aylarında yaklaşık 65 bin su kuşunun görüldüğü, nesli tehlike altına girmeye yakın olan tepeli pelikan türünün dünya nüfusunun %9’unun kışladığı bir sulak alandı. Alan düzenli olarak barındırdığı su kuşu popülasyonu ile Ramsar Alanı olmak için gereken kriterleri de sağlıyor. Marmara Gölü Sulak Alanı hem göle hem de Türkiye’ye endemik balık türleri için bir yaşam alanı. Ancak yanlış planlama ve uygulamalar sebebiyle özellikle yeraltı ve yerüstü sularının aşırı kullanımı gibi nedenlerle göl kurutuldu. Göle sağlanabilecek su kaynakları dururken, göl bir tarım alanına çevrilmek isteniyor.

Doğa Derneği: ‘Kalker Ocağı Yaban Hayatını Yok Edecek’

Gölü tarım alanına çevirecek projeye ÇED Gerekli Değildir Kararı

Gölde, yasalara aykırı olarak Tarım İşletmeleri Genel Müdürlüğü (TİGEM) tarafından yapılan tarımsal üretim faaliyetleri kapsamında arazi yapılandırması projesi için Manisa Valiliği’nce 21.02.2023 tarihli ‘Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) Gerekli Değildir’ kararı çıktı.

Doğa Derneği, WWF-Türkiye (Doğal Hayatı Koruma Vakfı), Salihli Çevre Derneği, Akhisar Çevre Derneği, Manisa Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma ve Çevre Derneği ve göl çevresinde yaşayan kişilerle ‘ÇED Gerekli Değildir’ kararının, öncelikle yürütmesinin durdurulmasına, yargılama sonunda iptaline karar verilmesi istemiyle dava açtı.

Davacılar göle var olan su kaynaklarından su verilmesini talep ediyor. Gölün ana kaynağı olan Gördes Çayı’nın suyu, Gördes Barajı’nda tutuluyor. Marmara Gölü’nün yüzey sularıyla beslenmesi amacıyla açılan Kumçayı Derivasyon Kanalı, Adala Besleme Kanalı ve Marmara Gölü Besleme Kanalından su basılmıyor. Gölün hızla yeniden oluşabilmesi için Gördes Barajı ve Ahmetli Regülatörü’nden göle su verilmesi yeterli.

Doğaseverler Marmara Gölü’nün Çığlığını Duyurmak İçin Buluştu

Marmara Gölü’ndeki hukuksuz uygulamalara karşı ikinci dava

Doğa Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Dicle Tuba Kılıç konuya ilişkin yaptığı açıklamada “Marmara Gölü yanlış su ve tarım politikalarıyla kurutulmuştur. Yaşanan kuraklık iklim değişikliğinin bir sonucu gibi gösterilemez. Biyolojik çeşitlilik açısından dünya ölçeğinde öneme sahip bu gölün resmi kurumlar tarafından tarım alanına dönüştürülmesi kabul edilemez. Marmara Gölü’nde yapılmak istenen tarımsal faaliyetler ulusal ve uluslararası mevzuata aykırı. Marmara Gölü Sulak Alanı Rehabilitasyonu adı altında gölün TİGEM tarafından tarım alanı olarak kullanılmasına karar verildi. Bu protokole açtığımız davanın ardından göldeki tarım faaliyetleri için ÇED gerekli değildir kararı alındı. Bu karara da dava açtık. Sivil toplum kuruluşları ve bölge insanıyla birlikte Marmara Gölü’ndeki yaşamın hakkını savunmaya devam edeceğiz. Marmara Gölü’nün yok edilmesi sadece buradaki biyolojik çeşitliliği değil gölün sağladığı ekosistemi ve tarımsal üretimleri de olumsuz etkileyecek.” dedi.

Okumak için tıklayın

Ekoloji

Kara Rapor 2022: Türkiye’nin Tüm İlleri Kirli Hava Soluyor

-

kara rapor 2022

Temiz Hava Hakkı Platformu’nun her yıl düzenli olarak yayınladığı Kara Rapor’un beşincisi, KARA RAPOR 2022 yayımlandı. Rapora göre Türkiye’nin tüm illeri kirli hava soluyor.

K2 HABER |15 sağlık, çevre ve iklim örgütünün oluşturduğu Temiz Hava Hakkı Platformu’nun (THHP) hazırladığı, Türkiye’de hava kalitesinin karnesi niteliğindeki Kara Rapor’un beşincisi yayınlandı.

Hava kirliğinin bir halk sağlığı sorunu olduğunun altının çizildiği Kara Rapor 2022’ye göre, Türkiye genelinde 2021 yılında hava kirliliği nedeniyle hayatını kaybeden kişi sayısı en az 42 bin 67. Aynı yıl İstanbul’da 4 bin 848, Ankara’da 2 bin 853, Bursa’da 2 bin 223 ve İzmir’de de bin 731 kişi yaşamını hava kirliliğine bağlı hastalıklar nedeniyle yitirdi. Ölüm nedenleri arasında hava kirliliğinin yüzdelik payının en yüksek olduğu iller ise Iğdır, Karaman ve Batman. 2021’de Batman’da her 100 ölümden 31’i, Iğdır ve Karaman’da ise her 100 ölümden 28’i hava kirliliği nedeniyle medyana geldi.

Temiz Hava Hakkı Platformu Koordinatörü Deniz Gümüşel, raporla ilgili olarak şunları söyledi: “2021 yılında Türkiye’de en yaygın olarak izlenen hava kirletici parametre PM10 için bile, sadece 34 ilin kirlilik durumunu biliyoruz. Türkiye’de 360 istasyonlu oldukça geniş bir izleme ağı bulunmasına rağmen bu istasyonlarda düzenli ölçüm yapılmıyor. Henüz tüm nüfusu kapsayacak şekilde yaygınlaştırılamadı. Kanserojen ve hava kirliliğine bağlı bazı kirletici parametreler için ise izleme altyapısı ölümlerin ana nedeni olan ince partikül madde PM 2.5, sadece 62 istasyonda yeterince ölçülebildi. Bu kısıtlı veriye göre, Türkiye’de Dünya Sağlık Örgütü’nün (DSÖ) sınır değer olarak belirlediği PM 2.5 yoğunluğunun tam dört katı kirli hava soluyoruz.”

Depremden etkilenen kentlerde de hava kirliliğinin arttığına dikkat çeken Gümüşel, sözlerini şöyle sürdürdü: “Kahramanmaraş’ta hava kalitesi deprem sürecinden çok etkilendi. İldeki dört istasyondan sadece birinden veri alınabiliyor. Elimizdeki verilere göre, ildeki partikül madde yoğunluğu ortalama 100 mikrogram/metreküp, yani ulusal yasal sınırın 2.5 katı, DSÖ kılavuz değerinin ise 7.5 katı. Bu kirlilik maalesef büyük miktarda enkazlardan kalkan toz ve halkın ısınmak için açıkta yaktığı ateşten kaynaklanıyor. Buna bir de asbest riski eklendiğinde bölgede hava kirliliği nedeniyle ciddi bir halk sağlığı sorunu yaşandığını ya da yaşanacağını söylemek mümkün. Hatay İskenderun’da ise partikül madde kirliliği son 40 gündür metreküpte 200 mikrogram. İlk 10 gün limandaki yangın nedeniyle kirlilik vardı; şu an devam eden kirliliğin nedeni, yetkililerce araştırılmalı ve acil önlem alınmalı. Bölgedeki hekimler şimdiden solunum yolu hastalıklarında artış olduğunu belirtiyor. Adıyaman ve Hatay merkezde de hava kalitesi istasyonlarından düzenli veri alınamıyor. Oysa bu tür afetler sonrası hava kalitesinin izlenmesi, gerekli önlemlerin alınması açısından hayati öneme sahip.”

‘Hava Kirliliği’ Cezası: Fransa Devletine 20 Milyon Euroluk Fatura

En Kirli İller: Batman, Iğdır, Ağrı, Şırnak ve Malatya

Havayı kirleten en önemli maddelerden partikül madde PM10 değerlerine bakıldığında, 2021’de en kirli havayı soluyan ilk beş il sırasıyla, Batman, Iğdır, Ağrı, Şırnak ve Malatya oldu. Bu illerde yıllık ortalamalar, Dünya Sağlık Örgütü’nün (DSÖ) partikül madde PM10 için belirlediği 15 μg/m3 olan kılavuz değerin 5-8 katıydı. 200 günden fazla günde ise PM10 için yönetmelikte belirlenen 40 μg/m3 ulusal limit değerinin üstünde hava kirliliği ölçüldü.

Batman’da 2021 yılındaki hava kirliliği, DSÖ’nün kılavuz değerinin yedi katından fazlaydı. Ulusal mevzuattaki yıllık ortalamanın ise yaklaşık üç katıydı. Şehirde yaşayanlar, tam 326 gün boyunca kirli havaya maruz kaldı. 2019 yılında yayınlanan Batman Temiz Hava Eylem Planı’na göre, hava kirliliğinin ana nedeni, il merkezinde bulunan petrol rafinerisi. Böyle bir tespit olmasına karşın 2020-2024 yıllarını kapsayan planda, rafineriye yönelik önlemlerden bahsedilmiyor.

Iğdır son altı yıldır, en kirli iller arasında en üst sıralarda. Konutlarda yakılan kömürün yol açtığı hava kirliliğine ek olarak bir diğer önemli kirlilik nedeni, ilin üç ülkeye sınırı olmasından kaynaklanan yoğun uluslararası karayolu trafiği ve mal taşımacılığı. Iğdır’ın yanı sıra Kahramanmaraş da son beş yılda yayınlanan Kara Raporlar’da, en kirli iller sıralamasında her yıl listede.

Hakkari ise DSÖ standartlarına göre PM10 kirliliği olmayan tek il. Ancak Hakkarililer kükürt dioksit açısından çok kirli bir hava soluyor.

Herkes İçin Temiz Hava Hakkını Savunursak Dünyada Çok Şey Değişecek

Üç Büyükşehir Alarm Veriyor

İstanbul ve Ankara’da ise özellikle ısınma için kömür yakılan, yapılaşmanın ve trafiğin yoğun olduğu ilçelerde hava kirliliği ürkütücü boyutlarda.

Sarıyer Kumköy hariç, İstanbul nüfusunun neredeyse tamamı DSÖ’ye göre sağlıksız hava soluyor. Sultangazi, Esenyurt ve Mecidiyeköy yeterli ölçüm yapılan istasyonlar arasında en kirli bölgeleri işaret ediyor.

Ankaralılar (kentteki toplam 18 mevcut istasyondan yeterince veri alınabilen altı istasyona bakıldığında) da yıllık ortalamada, ulusal limit değerin üzerinde kanserojen partikül madde soluyor. Siteler’den alınan veriler, Ankara genelinde en kirli havayı soluyan bölgenin bu semt olduğunu gösteriyor.

İzmir’de yeterince ve sağlıklı izleme yapılamamasına karşın, var olan veriler üzerinden ulaşılan sonuç, kent genelinde sağlıksız bir havanın solunmakta olduğu ve hava kalitesi izlemesinin hızlı biçimde iyileştirilmesi gerektiği.

Buket Atlı: ‘İklim Krizi ile Hava Kirliliği Kardeştir’

THHP’den Çözüm Önerileri

THHP, Kara Rapor 2022’de, Türkiye’de hava kirliliğinin ve buna bağlı erken ölüm ve sağlık sorunlarının azaltması için şu önerilerde bulunuyor:

  • Türkiye’nin hava kalitesi mevzuatındaki standartlar, DSÖ’nün kılavuz değerlerinin çok üstünde. Halk sağlığı için kirletici limit değerleri bu kılavuz değerlere indirilmeli. PM 2.5 için de ulusal limit değer, DSÖ kılavuz değerine göre bir an önce belirlenmeli ve yürürlüğe konmalı.
  • Hava kalitesi izleme ağı tüm nüfusu ve ana kirletici kaynakları kapsayacak şekilde genişletilmeli, veri alımı kalitesi artırılmalı, sürekliliği sağlanmalı.
  • Çevre mevzuatı ve sektörel yasal düzenlemeler ile sektörel politika belgeleri sağlık etki değerlendirmesine tabi tutulmalı. Tüm yatırımlar proje ve izin süreçlerinde çevresel etki değerlendirmesi ile eşgüdüm içerisinde sağlık etki değerlendirmesine tabi tutulmalı.
  • Başta kömür olmak üzere, fosil yakıtlara verilen teşvikler kaldırılmalı.
  • Hava kirliliğinin önlenmesi ve halk sağlığının iyileştirmesi, iklim değişikliği politikalarının önemli yan faydaları olarak tanımlanmalı, bu üç alan ortak bir perspektifle eşgüdümlü olarak ele alınmalı.

Raporun tamamına buradan ulaşabilirsiniz.

Okumak için tıklayın

Ekoloji

Yeni IPCC Raporu Yayımlandı: İklim Krizi’nin Ciddiyetinin Altını Çiziyor

-

IPCC Sentez Rapor

Dünyanın en yetkili iklim bilimi organı olan IPCC, bugün yayınladığı Sentez Raporu ile Altıncı Değerlendirme Döngüsünü kapatıyor.

K2 HABER | Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin (IPCC) Sentez Raporu, iklim etkilerinin daha önce bilinenden daha düşük sıcaklıklarda dahi çok daha sert vurduğunun ve hükümetlerin Paris Anlaşması’ndaki 1,5°C hedefini takip etmelerini hayati önem sahip olduğunun altını çiziyor.

Bu raporda 2040 veya öncesi olarak tanımlanan yakın vadedeki emisyon azaltım hedeflerine ilişkin yeni bilgiler ilk kez veriliyor. 1,5°C hedefinin tutturulması için önümüzdeki yıllarda yapılması gereken emisyon azaltımı bu rapor ile güncelleniyor:

  • 2030 yılında %48% CO2 azaltımı
  • 2035 yılında %65 CO2 azaltımı
  • 2040 yılında %80 CO2 azaltımı
  • 2050 yılında %99 CO2 azaltımı

Ember: Türkiye’nin Kömür İthalatı İki Katına Çıktı

Daha Yüksek Sıcaklıklar Aşırılıkları Beraberinde Getiriyor

Raporda şu konular öne çıkıyor:

  • Fosil yakıtlara olan bağımlılığımızdan kaynaklanan insan kaynaklı emisyonların gezegene zarar verdiğine şüphe yok. İnsan faaliyetleri kesin olarak küresel ısınmaya neden oldu ve küresel yüzey sıcaklığı 2011-2020 yılları arasında endüstriyel sıcaklıkların 1,1°C üzerine çıktı.
  • Daha yüksek sıcaklıklar aşırılıkları, istikrarsızlığı ve öngörülemezliği beraberinde getiriyor. Daha fazla ısınma, öngörülemeyen bir küresel su döngüsü, kuraklık ve yangınlar, yıkıcı seller, aşırı deniz seviyesi olayları ve daha yoğun fırtınalara neden oluyor.
  • Dirençli ve yaşanabilir bir gelecek hala mümkün; ancak bu on yıl içinde derin, hızlı ve sürekli emisyon kesintileri sağlamak için atılacak adımlar, insanlığın ısınmayı 1,5°C ile sınırlaması için hızla daralan bir pencereyi temsil ediyor.
  • Yenilenebilir enerji kaynakları ve diğer azaltım eylemleri sayesinde iyi haberler mevcut: yenilenebilir enerji yatırımları artık çok daha uygulanabilir, giderek daha uygun maliyetli hale geliyor ve genel olarak kamu tarafından destekleniyor. 2010-2019yılları arasında, güneş ve rüzgar enerjisinin birim maliyetleri sırasıyla %85 ve %55 oranında azaldı ve lityum iyon pillerin birim maliyetleri %85 oranında düştü.

Rapora buradan ulaşabilirsiniz.

AB Yeşil Mutabakatı İlerliyor: Bu Bir İrade Meselesidir

UZMAN GÖRÜŞLERİ

Eski Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiseri ve The Elders Başkanı Mary Robinson: “Bilim net bir şekilde ortaya koyuyor. IPCC Altıncı Değerlendirme Raporu’nun (AR6) bu son bölümü, iklim krizinin ciddiyetinin altını çiziyor, ancak aynı zamanda ciddi ve acil eylemlerle ısınmayı 1,5°C ile sınırlamanın hala mümkün olduğunu hatırlatıyorr. Liderler bir seçimle karşı karşıya: bilimi ciddiye almak ve 2030’dan önce gereken anlamlı önlemleri almak ya da gelecek nesilleri eylemsizliğin korkunç maliyetlerine mahkum ederek gecikmeye devam etmek. The Elders, hükümetleri adım atmaya ve herkes için yaşanabilir bir gelecek sağlamak için gerekenleri yapmaya çağırıyor – bu da yeni fosil yakıtların kullanılmaması ve bu yıl fosil yakıtların kullanımdan kaldırılmasını hızlandırmak için daha sert hedefler taahhüt edilmesi anlamına geliyor.”

We Mean Business Kaolisyonu CEO’su Maria Mendiluce: “Daha güvenli, daha sağlıklı ve daha emniyetli ekonomilere ve toplumlara giden yol açıktır: iklim değişikliğinin en kötü etkilerinden kaçınmak ve küresel sıcaklık artışını 1,5ºC ile sınırlamak için tüm fosil yakıtları istikrarlı, temiz bir enerji sistemiyle değiştirmeliyiz. Bu basitçe sağlam ekonomi ve akıllı risk yönetimidir. COP27’de 80’den fazla ülkenin tüm fosil yakıtların aşamalı olarak azaltılması çağrısında bulunmasının ve şirketlerin halihazırda yenilenebilir enerji kaynaklarına ve enerji verimliliğine büyük yatırımlar yapmasının nedeni budur. İhtiyacımız olan teknolojilerin birçoğu, kitlesel benimseme ve azalan maliyetler açısından şimdiden dönüm noktalarına ulaşmış durumda. IPCC raporu, hükümetlerin ve yatırımcıların, tüm şirketleri temiz enerji çözümlerini benimsemeye ve dünyanın ihtiyaç duyduğu derin emisyon kesintilerini sağlamaya yönlendirecek acil ve kararlı adımlar atması gerektiğinin altını çiziyor.”

Kaliforniya Üniversitesi, Berkeley Kıdemli Bilim İnsanı Dr. Nikit Abhyankar: “Sıcaklık artışını 1,5-2ºC ile sınırlamak için dünyanın sera gazı emisyonlarını 2050 yılına kadar acilen sıfıra yakın bir seviyeye indirmesi gerekiyor. Ne mutlu ki birçok çalışma, güneş ve rüzgar gibi ticari olarak mevcut yenilenebilir teknolojilerin enerji depolama ile birleştiğinde enerji sistemimizi, özellikle de elektrik şebekesini uygun maliyetli bir şekilde ve en kısa sürede %90’a kadar temizleyebileceğini göstermiştir. CCS gibi teknolojiler, enerji sektöründen kaynaklanan ve diğer teknolojiler tarafından maliyet etkin bir şekilde gerçekleştirilemeyen son %5-10’luk emisyonun azaltılması için önemli olacaktır. CCS’nin gerçek dünyadaki performansı, gebelik süreleri ve ticari kullanılabilirliği konusunda önemli belirsizlikler bulunmaktadır. Ayrıca CCS, karbonu etkin bir şekilde tutabilmek için özel jeolojik koşullara ihtiyaç duymakta ve bu da yayılma potansiyelini sınırlamaktadır.”

ClientEarth CEO’su Laura Clarke: “IPCC Sentez raporu, dünyanın iklim açısından güvenli bir dünya için gerekli olan 1,5C sınırını aşma olasılığının çok yüksek olduğunu açıkça ortaya koyuyor – bu da bizi tehlikeli devrilme noktaları, hızlandırılmış küresel ısınma, kitlesel yok oluşlar ve iklimle ilgili daha tehlikeli hava olayları bölgesine getiriyor. Sera gazı emisyonlarını azaltma konusunda aciliyeti ve eylemi arttırmamız gerekiyor ve bunun anahtarı da fosil yakıtlardan uzaklaşmak. Hükümetlerin, şirketlerin ve diğerlerinin sadece insanlığın hayatta kalması için değil, aynı zamanda kendi çıkarları, uzun vadeli yaşayabilirlikleri ve sürdürülebilirlikleri için de hızla karbonsuzlaşmalarını sağlamak amacıyla iklim davaları artıyor. Dava riski, zihniyetlerin ve davranışların değişmesine yardımcı olmalı ve etkili konumdaki herkesin net sıfıra geçişi planlamak ve yürütmek için gerekli adımları atmasını sağlamalıdır. Eylemsizlik ve gecikmeler seçenek değildir ve ClientEarth ihtiyacımız olan değişimi sağlamak ve küresel taahhüdümüzü yerine getirmek için yasal yollara başvurmaktan çekinmeyecektir.”

En Az Gelişmiş Ülkeler (LDC) Grubu Başkanı Madeleine Diouf Sarr: Çözümlerin ne olduğunu biliyoruz. Yenilenebilir enerji, depolama, elektrifikasyon – bunlar dünyanın pek çok yerinde yer edinmeye başladı bile. Ancak yeterli değil. Zengin ülkelerin öncülüğünde daha hızlı hareket etmemiz gerekiyor. İklim finansmanındaki büyümenin hızlanması gereken 2018’den bu yana yavaşlamış olması hayal kırıklığı yaratıyor. En büyük boşluklar gelişmekte olan dünyadadır. Ancak aynı zamanda en büyük fırsatlar da burada. Ortak refahımızı ilerletmek ve net sıfıra ulaşmak için bu akışları değiştirmeli ve finansmana erişimi arttırmalıyız. IPCC raporlarının son turundan bu yana bilim ilerledi ve karşı karşıya olduğumuz risklerin – kuraklık, yükselen denizler, seller – daha düşük ısınma seviyelerinde gerçekleştiğini ve gerçekleşeceğini görebiliyoruz. Bu on yıl içinde emisyonlarımızı yarıya indirmeli ve ısınmayı 1,5°C ile sınırlandırmalıyız. Emisyon eğrisini aşağıya doğru bükmeliyiz, küresel emisyonların 2025’ten önce zirve yapması gerekiyor.”

Uluslararası Sürdürülebilir Kalkınma Enstitüsü Politika Analisti Olivier Bois von Kursk:“IPCC Sentez Raporu bize iklim değişikliğinin yarattığı yıkım ve bunun altında yatan nedenleri ele almadaki başarısızlığımız konusunda bugüne kadarki en net kanıtları sunuyor. Bunun açık anlamı, kömür, petrol ve gazı aşamalı olarak ortadan kaldırmak için derhal harekete geçmemiz gerektiği -ISD’nin IPCC’nin 1,5°C’ye giden yollara ilişkin analizi, petrol ve gaz üretiminin 2030 yılına kadar %30, 2050 yılına kadar ise %65 oranında azalması gerektiğini gösteriyor. Fosil yakıt veya biyoenerji üretiminden büyük miktarlarda karbon yakalayarak enerji dönüşümünü geciktirebileceğimize dair herhangi bir sonuç, IPCC’nin bu pahalı ve kanıtlanmamış teknolojilerin karşılaştığı zorluklara ilişkin değerlendirmesiyle uyuşmuyor. Tüm fosil yakıtların üretim ve tüketiminde keskin bir düşüş olmadan, yenilenebilir enerji kullanımında son yıllarda kaydedilen kayda değer ilerlemenin iklim açısından bir anlamı olmayacaktır.”

Okumak için tıklayın

Ekoloji

Övgün Ahmet Ercan: Deprem Bilimsel bir konudur, Kaderle İzah Edilemez

-

ÖVGÜN AHMET ERCAN

İkinci Yüzyılın İktisat Kongresi’nde konuşan jeofizik mühendisi Prof. Dr. Övgün Ahmet Ercan, İzmir’de her an deprem olabilir sözünün doğru olmadığını belirterek, “6 buçuk şiddetine kadar depremler İzmir’de yıkıcı olmaz. Hiçbir zaman İzmir’de Kahramanmaraş’taki gibi 7,5 ve üstü şiddette depremler olmaz. Ancak bu büyüklükte bir deprem olacakmış gibi kenti hazırlamamız gerekir” dedi.  

K2 HABER | İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından “Yeniliğe Davet” sloganıyla tüm Türkiye’yi geleceği inşa etmeye çağıran İkinci Yüzyılın İktisat Kongresi’nin dördüncü gününde İstanbul Teknik Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Övgün Ahmet Ercan da bir sunum yaptı. Ercan, “Kahramanmaraş Depremi Işığında İzmir’in Deprem Çekincesi. Ne Yapmalı?” başlığı altında bazı önemli bilgiler verdi.

Hata Depremde Değil

Kahramanmaraş’ta gördüklerinin savaş alanını yansıttığını aktaran Ercan, “Türkiye bunun üstesinden mutlaka gelecektir ama yıllarını alacaktır. Türkiye deprem ülkesidir. Günün birinde depremler olmuyorsa yer diriliğini yitirmiş demektir. O zaman yaşam da yok demektir. Depremin hep korku boyutuyla ilgilendik. Depremin üç tane bileşeni vardır. Sarsıntı, ısı ve ışık. 60 yıldır bilimle uğraşıyorum. Toplu iğnenin başı kadar bir hata görmedim. Çünkü deprem olmasa Meles Ovası olmazdı, Gediz Irmağı olmazdı. Manisa’daki, Aydın’daki jeotermal alanlar olmazdı. Memba suları olmazdı. Maden yatakları, petrol yatakları, dağlar, ormanlar olmazdı. En güzel incirin çıktığı, zeytinin yetiştiği Ege olmazdı. Bunları hep depremler yapıyor, yeri biçimliyor. Depremleri bir öcü gibi görüyoruz. Hata depremde değil. İnsanoğlu olmadan da deprem vardı” dedi.

Tunç Soyer: İzmir’de Gelecek Yıl Koku Sorunu Yaşanmayacak

Doğa Asla Affetmez

Türkiye’nin yer dayanımı ile depremden etkilenme alanlarını harita üzerinde gösteren Ercan, “Bizler depremlerin nerelerde ve hangi büyüklükte olacağını biliriz ama zamanını henüz bilemiyoruz. Kahramanmaraş depremi tarım alanlarında en büyük yıkımı yaptı. Doğada öyle bir denge var ki siz imar barışından kendinizi affettirebilirsiniz, kaçak yaparsanız görmezden gelebilirler ama doğa asla affetmez. Tarım alanlarına yapılan yapıları doğa günün birinde mutlaka yıkar. Deprem teknik, bilimsel bir konudur. Bu dinle, kaderle izah edilemez, açıklanamaz” diye konuştu.

Gerçeklerle Yüzleşmemiz Gerekiyor

İzmir’deki olası bir depremde yolların kullanılamaz hale gelmesi durumunda kurtulma şansının çok aza düşeceğini vurgulayan Ercan, Kahramanmaraş ve 11 ilde etkisini gösteren yıkıma ilişkin “Gerçeklerle yüzleşmemiz gerekiyor. Depremi afete dönüştüren üç konu var.  Yeteneksiz yönetimler, ekonominin bozukluğu ve yoksulluk ile eğitim düzeyinin düşüklüğü. Eğer bunlardan bir tanesi ülkede gerçekleşmişse depremin adı afettir. Türkiye’de 6 Şubat’ta bunun bir tanesi değil üçü birden gerçekleşti” dedi.

Tunç Soyer: ‘Önceliğimiz İklim Krizi ve Kuraklığa Dirençli Bir İzmir Yaratmak’

İzmir’in Güneyinde Yer Sağlam

“Türkiye’yi yetenekli insanların yönetmesi gerekiyor” diyen Ercan, İzmir’in geçmişindeki depremlere ilişkin bilgi verdi. Ercan, “Depremin bir yasası vardır. Bir yerde belli büyüklükte bir deprem olmuşsa gelecekte o yerde en az o büyüklükte deprem olur. Buna depremin yasası denir. İzmir’de depremler çok sık oluşmuyor. Yaklaşık 200 ile 350 yılda bir oluşuyor. Her an 7,2’lik deprem olacakmış gibi İzmir’i hazırlamamız gerekir. Ama İzmir’de her an deprem olabilir sözü doğru değil. 6 buçuk şiddetine kadar depremler İzmir’de yıkıcı olmaz. 6 buçuktan sonra yıkıcı olmaya başlar. Hiçbir zaman İzmir’de Kahramanmaraş’taki gibi 7,5, 7,6, 7,9’luk depremler olmaz” dedi.

Okumak için tıklayın

Ekoloji

Ember: Türkiye’nin Kömür İthalatı İki Katına Çıktı

-

ember kömür

Uluslararası düşünce kuruluşu Ember’in yayınladığı analize göre, Türkiye’nin elektrik üretimi için kömür ithalatı 2022 yılında iki katına çıkarak 5,3 milyar dolara ulaştı. Tüm zamanların en yüksek kömür ithalatına ulaşılan yılda Rusya, Kolombiya’yı geçerek Türkiye’nin en büyük kömür tedarikçisi oldu.

K2 HABER | Türkiye 2022 yılında kömür ithalatının yarısına yakınını Rusya’dan sağladı; 2021 yılında ise Rusya’nın payı %26 seviyesindeydi. Türkiye’nin Rusya’ya bağımlılığı yalnızca kömürde yüksek değil, doğalgaz ve petrol gibi diğer enerji kaynaklarında da Rusya’nın payı %40-45 arasında.

Kömürden Elektrik Üretiminin Büyük Kısmı İthal Kömür Kaynaklı

Türkiye’de ithal kömürden elektrik üretimi yerli kömürden %25 daha fazla ve 2010 yılından beri kömürden elektrik üretiminde ithal kömür kaynaklı bir artış söz konusu. Bu nedenle 2010’da %7 olan ithal kömürün elektrik üretimindeki payı, 2022’de %20’ye kadar ulaşıyor.

Ember Bölge Lideri Ufuk Alparslan: “Yaygın kanının aksine Türkiye’de kömürden elektrik üretiminin büyük kısmı yerli değil ithal kömür ile gerçekleştiriliyor. İthal kömüre olan bu bağımlılık 2022 yılında rekor kömür ithalatına neden oldu. Türkiye’nin bunu durdurmak için özellikle güneş gibi potansiyelini yeteri kadar kullanmadığı temiz enerji kaynaklarına yönelmesi gerekiyor” dedi.

AB Yeşil Mutabakatı İlerliyor: Bu Bir İrade Meselesidir

Güneşten Elektrik Üretimi Potansiyelin Çok Altında

Türkiye’de 2022 yılında toplam rüzgar ve güneş enerjisi kapasitesinde yaklaşık 2,4 GW gibi kısıtlı bir artış olsa da, elektrik talebindeki düşüşün de etkisiyle rüzgar ve güneşin elektrik üretimindeki payı %15,5’e ulaşarak artışını sürdürdü. 2021’de bu oran %13,5 seviyesindeydi.

Türkiye, rüzgarın elektrik üretimindeki yaklaşık %11’lik payıyla Fransa (%8) ve İtalya (%7) gibi ülkelerden önde olmasına rağmen, güneş enerjisinde potansiyelinin altında kalıyor. Güneşin elektrik üretimindeki payı, %4,7 ile Polonya (%4,5) ve Ukrayna (%4) gibi Türkiye’ye kıyasla çok daha az güneş alan ülkelerle yakın seviyelerde. Bununla birlikte Enerji Bakanlığı’nın yeni enerji planında güneş kapasitesinde yüksek hedefler yer alıyor; bu hedeflere ulaşabilmek için her yıl eklenecek güneş kapasitesinin üç katına çıkmasına gerekecek.

Doğalgazdan Elektrik Üretimi Düşüşte

2022 yılında Türkiye’de doğalgazdan elektrik üretimi 40 TWh azalarak bir önceki yıla göre %35 düşüş gösterdi. Doğalgazdaki düşüşün başında 2021’deki kuraklıktan sonra artış gösteren hidroelektrik üretimi (+10 TWh) ve kömürden elektrik üretimindeki artış (+10 TWh) geliyor. Elektrik talebindeki 9 TWh’lik azalma da doğalgazdaki düşüşte rol oynadı. Türkiye’de aylık elektrik talebi yılın ikinci yarısından beri düşüş gösteriyor.

Türkiye İklim İktisadı Çalıştayı: Türkiye’nin Yeşil Dönüşümü

Hidroelektrik Santralleri Batarya Görevi Görebilir

2022 yılının Ocak ayında İran kaynaklı doğalgaz kesintisiyle başlayan krizde ise hidroelektrik santrallerinin rolü ön plana çıktı. Bu kesinti, doğalgaz santrallerine sağlanan akışın da azalmasına  neden olmuştu. Krizin ilk üç günü yarıya düşen doğalgaz kaynaklı elektrik üretimini telafi etmek için hidroelektrik santralleri üretimi iki katına çıkararak, adeta birer batarya görevi gördüler. Böylece daha fazla elektrik kesintisini engellediler. Özellikle büyük barajlara sahip hidroelektrik santralleri, üretimi hızlı bir şekilde arttırıp azaltabilme esneklikleri nedeniyle diğer enerji kaynaklarını telafi ederek Türkiye’nin enerji dönüşümünde önemli bir rol oynayabilirler.

Okumak için tıklayın

Ekoloji

Marmaris’teki Onmega Yunus Parkı Tamamen Kapatıldı

-

yunus parkları onmega

Art arda beş yunusun ölümüyle gündeme gelen Marmaris’teki Onmega Yunus Gösteri ve Terapi Merkezi bir daha açılmamak üzere kapatıldı. Tesis sahiplerine ise, denetimlerle yükümlü bakanlık tarafından hiçbir cezai yaptırım uygulanmadı. Hayvan hakları örgütleri, çok sayıda delil ile ortaya konan hak ihlalleri ve yasadışı uygulamalara karşı, ilgili bakanlık yetkilileri ve veteriner klinikleri hakkında “görevini kötüye kullanma” suçundan şikayette bulunacak.

K2 HABERMuğla’nın Marmaris ilçesinde gösteri ve terapi amaçlı tutsak edilen beş yunusun art arda hayatını kaybettiği Onmega Dolphin Park, Yunuslara Özgürlük Platformu (YÖP) ve Hayvan Hakları İzleme Komitesi’nin (HAKİM) başlattığı hukuki mücadele ve artan kamuoyu baskısı sonucu kapatıldı. Yasadışı şekilde inşa edilen platformların kaldırılması için yetkili kurumların açtığı davanın tesis aleyhine sonuçlanmasıyla da deniz içindeki tüm yapılar tamamen söküldü.

 2019’dan bu yana süreci takip eden YÖP, HAKİM ile birlikte yaptığı suç duyurusunda, hayatta kalan iki yunusun acilen sağlık kontrolünden geçirilerek koruma altına alınmasını talep etmiş, ancak tesis kapatılmadan aylar önce Antalya’daki bir başka yunus gösteri merkezine gizlice götürüldüğünü öğrenmişti. Dolphinland adlı yunus parkına transfer edildiği bilinen Eva ve Daisy adlı yunusların sağlığından şüphe ediliyor.

 Marmaris Onmega Dolphin Park; Fethiye ve Kaş’tan sonra, hayvan hakları savunucularının ulusal ve uluslararası oluşumlar ile beraber yürüttüğü uzun süreli toplu mücadele sayesinde Türkiye’de kapatılmasını sağladığı üçüncü yunus parkı oldu.

Sanılanın Aksine Yunus Parkları Yasaklanmadı: Kanlı Ticaret Devam Ediyor!

Delillere Rağmen Bakanlık İşletmeye Ceza Kesmedi

Hayvan hakları örgütleri geçtiğimiz yıl Ağustos ayında tesis sahipleri hakkında yaptıkları ve işletmeye gerekli yaptırımların uygulanmasını talep ettikleri suç duyurusunda, yunusların peşi sıra ölmesine ek olarak;

Hayvan sayısını artırmaya yönelik “kapasite artırımı” Hayvan Koruma Kanunu’na göre yasak olmasına rağmen, “suni dölleme” adı verilen cinsel şiddet uygulamasıyla esaret altında yunus üretimi ve doğumu yapıldığını tesis içinden edinilen görsel materyallerle kanıtlamıştı. Hatta yavrulardan birinin henüz 15 günlükken hayatını kaybettiğini ve anne yunusun ölü yavrusuyla yüzmek zorunda bırakıldığını bir video ile göstermişti. Bir başka yavru ise, henüz fetus halindeyken Marmaris’teki özel bir veteriner kliniğinde yapılan nekropside ölü annesiyle birlikte görüntülenmişti. 

Sualtı görüntüleriyle kanıtlandığı üzere, hayvanların sağlık durumlarını etkileyen, deri ve göz enfeksiyonlarına sebep olan son derece kirli, bulanık ve sığ sular içerisinde ömürlerini geçirmeye mahkum edildikleri, yunus parkı altyapısının şiddetli rüzgar ve dalgalara dayanamadığı, kopan metal ve plastik parçaların yunuslara zarar verdiğini, daha sonra öldüğü ortaya çıkan Jonas adlı yunusun da bu fırtınalardan biri sonucu kopan parçalardan birini yuttuğu ve bu yabancı objenin mide ve bağırsaklarında kronik bir hasara yol açtığı belirtilmişti. Aynı zamanda yaz sezonunda tüm gün insanlar için “çalıştırılan” yunusların Marmaris gibi sıcak bir bölgede güneşten korunması için herhangi bir önlem alınmadığı da vurgulanmıştı.

Tutsak edilen yunusların gerekli bakım ve tedavilerinin deniz memelisi uzmanı veteriner hekimler tarafından yapılmadığını, hayatta kalan yunuslardan bazılarının hasta, yaralı ve bitkin olduğunu, yunuslara antibiyotik yüklemesi yapılarak hayvanların bağışıklıklarının düşürüldüğünü delil niteliğindeki görsellerle ortaya koymuştu. Aynı zamanda veteriner hekim uzmanlığı olmayan kişilerin tesis içinde yunuslara nekropsi (hayvan otopsisi) uyguladığını, tesis dışındaki özel veteriner kliniklerinin ise deniz memelisi uzmanlığı olmayan, sadece evcil hayvan odaklı çalışan veteriner hekimler aracılığıyla ölüm raporu hazırladığını bildirmişti.

Ancak Marmaris Cumhuriyet Başsavcılığı ile Tarım ve Orman Bakanlığı; fotoğraf ve video kayıtları, tanık beyanları ve başvuru sonuçlarından oluşan sayısız delile rağmen, YÖP kurucusu ve sözcüsü Öykü Yağcı’nın, Av. Tuğçe Berber’in ve Hayvan Hakları ve Etiği Derneği vekili olarak Av. Hacer Gizem Karataş’ın şikayeti üzerine başlatılan dosyada, “kovuşturmaya yer olmadığı” kararını vererek ihlaller karşısında tesise para cezası kesmedi. Nesli tükenme tehlikesi altında olan afalina türü yunusların ölümüne karşı da tesis sahiplerine cezai yaptırım uygulamadı.

Öykü Yağcı: ‘Binlerce Yunus Yakalanıp, Dünyanın Dört Bir Yanına Satılıyor’

‘Görevi Kötüye Kullanma’ Suçuna Yeni Şikayet

Yunuslara Özgürlük Platformu ve HAKİM; yetkili kurumların denetimsizlik halini gözler önüne seren, 5199 sayılı kanuna ve uluslararası sözleşmelere açık aykırılık teşkil eden fiilerin bir kez daha mahkemeler ve ilgili bakanlıklar tarafından cezasız bırakılması sebebiyle, yunus parklarını düzenli denetlemekle yükümlü olan Tarım ve Orman Bakanlığı, Marmaris İlçe Tarım ve Orman Müdürlüğü ve yunus parkıyla işbirliği halindeki özel veteriner kliniği başta olmak üzere, süreç boyunca kanundan doğan denetim ve uygulama görevlerini kasten veya ihmal suretiyle yerine getirmeyerek suçlara konu eylemler gerçekleştiren tüm kişi, kurum ve işletmeler hakkında “görevi kötüye kullanma” suçundan şikayette bulunmaya hazırlanıyor.

 Suç duyurusu; uygulanması gereken, ancak uygulanmayan kanun maddeleri ile bakanlık ve veteriner kliniği tarafından sunulan belgelerdeki tutarsızlıklar ışığında, şüphelilerin görevlerini açıkça ihmal ettiğini, şüphelilerin yapmakla yükümlü olduğu görevlerini yapmadığını ve/veya kanunun öngördüğü şekilde yapmadığını, geciktirdiğini ortaya koyacak şekilde düzenleniyor.

Yereldeki Mücadele

Yerel seçimlerin ardından YÖP’ün çağrısına yanıt veren Marmaris Belediyesi, 2020’nin Temmuz ayında ruhsatla ilgili bir sorun sebebiyle yunus parkına kilit vurarak tesisi mühürlemiş, ancak işletme daha sonra bilinmeyen bir nedenle tekrar açılmıştı. Bölgede faaliyet gösteren Mahakder ve Muğla Doğa ve Hayvan Hakları Platformu üyeleri de iki kez farklı tarihlerde ilçede “yunuslara özgürlük” eylemleri yapmış, tesisin kapatılması için Muğla Barosu Doğal Yaşamı Koruma ve Hayvan Hakları Komisyonu’nun desteğiyle Marmaris sakinlerinden imza toplamıştı. Marmaris Çevrecileri Derneği ise, yunus parkı çevresindeki deniz kirliliğini kayda almış ve deniz içinde hapsedilen yunusların gösteri ve terapiye zorlandığı tesisin kapatılması için dönemin Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na başvurmuştu. 

Okumak için tıklayın

Ekoloji

Kuraklık Trakya’yı Sarıyor: Susuzluk Riski Giderek Artıyor

-

Trakya bölgesindeki çiftçiler, kuraklık kaynaklı büyük bir üretim sıkıntısı içerisine girdi. Bazı köylerde yağmur dualarına başlandı.

DENİZ KILIÇ | Küresel ısınma ve iklim krizi her geçen gün biraz daha hissediliyor. Mevsim normallerinin üzerinde devam eden hava sıcaklığı geleceğe endişeyle bakmamızı sağlıyor. Her yıl bir önceki yılın aynı ayına göre hissedilebilir hava sıcaklığının artış gösterdiği verilere yansıyor. Meteoroloji Genel Müdürlüğü verilerine göre uzun yıllar Ocak ayı ortalama sıcaklığı 2.9 santigrat olup 2023 Ocak ayı sıcaklığı da 5.3 santigrat olarak gerçekleşmiştir. Yağışlı gün sayısının düşmesi ve oluşan kuraklık en çok da çiftçileri etkiliyor.

Trakya bölgesinde çiftçilerle yapmış olduğum görüşme neticesinde, çiftçiler kuraklıktan kaynaklı olarak büyük bir üretim sıkıntısı içerisinde. Bu yıl bazı kanola üreticilerinin yağış yetersizliğinden dolayı ektikleri kanolayı bozarak, ayçiçeği ekim alanı olarak hazırladığını biliyoruz. Buğday ekim alanlarına atılan gübrenin yağışların gerçekleşmemesinden dolayı erimediğini ve toprağa karışmamasından dolayı buğday hububatı açısından sorun olabileceği yine bölge çiftçisinin gündeminde olan başka bir konu.

Yağmurun yağmaması halinde bu yıl buğdayda rekolte sıkıntısı ile karşı karşıya kalabiliriz. Ülkemizin en çok ayçiçeği üreten bölgesi Trakya’da çiftçiler bu yıl yağışların yetersizliğinden kaynaklı olarak ayçiçeği ekim alanlarını henüz hazır hale getiremediklerini dile getiriyor. Göl ve göletlerden çekilen sular, yeraltı kaynaklarında azalan su miktarı gelecek açısından uyarı veriyor.

ÖZEL HABER | Türkiye’de Kuraklık Her Yeri Sardı: Peki, Çare Ata Tohumları Mı?

kuraklık haritası

Trakya’da Susuzluk Sorunu Ortaya Çıkabilir

Küresel ısınma ve iklim krizinin doğurduğu sonuçlar, Trakya çiftçisini birçok bölgeden daha fazla endişelendiriyor. Fakat iklim krizi deyip, insan faktörünü gözardı etmemeliyiz. İnsan eliyle su kaynaklarının yok olmasına yol açan uygulamalar, bir an önce kamu eliyle engellenmelidir. Gerekli tedbirler alınmadığı takdirde, Trakya genelinde yakın gelecekte içme suyunda ve tarımsal sulamada ciddi sorunlarla karşılaşabiliriz. Kurak bir kış mevsimini yaşayan çiftçilerin çareyi yağmur duasında aradıklarını da belirtelim. Pek çok köyde yağmur duaları yapılmaya başlandı.

Öte yandan Meteoroloji Genel Müdürlüğü’nün Aylık Sıcaklık Analizine göre, geçtiğimiz ocak ayında Türkiye genelinde beş istasyonda ölçülen hava sıcaklığının ekstrem düzeyde olduğunu görüyoruz. Bu beş istasyondan ikisi Trakya bölgesinde yer alan Kırklareli ili ve Lüleburgaz ilçesi. Diğer üç istasyon ise Erzurum, Kars ve Bingöl illeri olarak verilere yansımış durumda.

Okumak için tıklayın

Ekoloji

Balıkesir Manyas Kuşgölü’nü Kuraklık Vurdu

-

kuşgölü

Balıkesir’in Bandırma ve Manyas ilçesinde bulunan Kuşgölü’nde kuraklığın artması sebebi ile sular geçen seneye göre 50 metre geride kaldı. Gölde balık nüfusu ise azaldı.

K2 HABER | Yağışların azalması sebebi ile göl suyunun geçen seneye göre 50 metre kadar geride kaldığını ve bu sebeple balıkların yumurtlama yapamadığını açıklayan Bandırma Bereketli Mahallesi Kuşgölü Su Ürünleri Kooperatif Başkanı Engin Altın, “Şu an göl seviyesi geçen yıla göre 50-60 metre daha düşük. Burada da diğer göllerde olduğu gibi kuraklıktan dolayı sıkıntı var. Kuraklık sebebiyle balıklar yumurtayı dökemiyor. Turna balığı; çimenlik sazlık gibi yerlere yumurtayı döküyor. Fakat su düşük olduğundan dolayı öyle bir şansları yok. Derin sazlarda dökebilirlerse dökecekler, Allah nasip ederse yağmurlar yağarsa, sazanın da turnanın da sular biraz daha yükselirse yumurta dökmelerine imkan sağlanacak” dedi.

İklim Adaleti Koalisyonu: Enkazlar Zeytinliklere ve Deniz Kenarlarına Dökülüyor

Kuşgölü’nde 2 bin- 2 bin 500 ton balık sirkülasyonu olduğunu hatırlatan Altın, “Suriye ve Irak gibi ülkelere ihracat oluyordu. Kuraklıktan yumurtaların biraz zayıf tutulmasından dolayı bu oran çok düştü. Hatta satışlar öyle çok düştü ki perakende satmaya başladı balıkçı. Balık az olduğu için ihracat yapamıyoruz. Bir tır doldurmak için 10-15 gün gibi bir zaman lazım. 10-15 gün içinde de tırda balık bozuluyor. İç piyasamız zaten kötü. Kooperatifimizde 64 tane ruhsatlı balıkçımız vardı. Geçen seneki su durumuna göre bu sene görüldüğü üzere teknelerimiz karada kaldı. Hatta gölde olanlar gölde kaldı. Çekemedik. Çünkü su çok yükselmediğinden dolayı gerek kalmadı. Bu kuraklık sebebiyle hem kayıklara bakım yapamıyoruz hem de karadakileri hareket ettiremiyoruz. Kuraklık balıkçılık sektörüne büyük zarar verdi.” dedi. (İHA)

Okumak için tıklayın

Ekoloji

Deştin’de Çimento Yıkım Projesine Karşı Dayanışma Çağrısı

-

deştin Muğla

Deştin’de yapımına başlanan çimento fabrikasına karşı açılan davanın bilirkişi keşfinde, Muğla halkı bir araya gelerek inşaatın durdurulması çağrısını yineledi.

K2 HABER | Kıyıları talan edilen, havası termik santrallerle zehirlenen Muğla’da, Deştin’de inşaa edilen çimento fabrikasına yönelik direniş sürüyor. Yargı sürecine taşınan inşaatın bugün gerçekleştirilecek bilirkişi keşfi öncesinde, Muğla halkı, ekoloji örgütleri ve sivil toplum kuruluşları bir araya geldi.

Yapılan basın açıklamasında sağlıklı bir çevrede yaşamanın bütün yurttaşların hakkı olduğu belirtilerek, bilirkişi heyetinin dava dosyasına koyulan uzman raporlarını hassasiyetle incelemesi istendi.

Muğla’da CHP’li Belediyelere Büyük Öfke: ‘Hiç Mi Utanmayacaksınız?’

Muğla Halkı: Çimento Yıkım Projesine Karşı Çıkıyoruz!

Deştin Çevre Platformu’ndan Gamze Çetinkaya’nın okuduğu basın açıklaması şu şekilde:

“Bugün burada tarihi bir gün yaşıyoruz. Muğla halkının çimentocu şirketler ile mücadelesi 30 yıldır sürmektedir. İlk mücadele 1993 yılında verildi. Bayır’da Çimento Öğütme ve Paketleme tesisi kurmak isteyen Çimentaş A.Ş. 03.12.1993 tarihinde bakanlıktan ÇED Olumlu kararını almıştı. Bu karara o zamanın Muğla Belediye başkanı Orhan Çakır başta olmak üzere Muğla halkının karşı çıkması sonucu çimento fabrikası kurdurulmadı.

İkinci mücadele ADOÇİM Beton San. ve Tic. A.Ş sahibi Cem SAK’ın 2005 yılı sonu ve 2006 yılı başlarında Bayır ve Deştin ortak sınırında Tekağaç Mevkii’nde  iki ay içinde 95,33 dönüm arazi satın alıp, Entegre Çimento Fabrikası kurma girişimiyle başladı. ADOÇİM’in sahibi CEM SAK 06.08.2006 tarihinde bakanlıktan Entegre Çimento Fabrikası ve 52 Maden Ocağı için ÇED Oluru alır. Buna karşı Deştin Köy Muhtarlığı dava açar ve dava 06.03.2015 tarihinde köylüler lehine sonuçlanır ve 1.ÇED iptal edilir. İptal kararı 18.02.2016 tarihinde kesinleşir. 

Bu arada çimentocu şirket boş durmaz. 1.ÇED Davası sürerken Muğla Çimento San. ve Tic. A.Ş adında yeni bir şirket kurar ve 2010 yılında aynı yer için ocak sayısını 13’e düşürerek yine aynı firmaya hazırlattığı 2.ÇED ile bakanlığa başvurur. 25 Aralık 2010 yılında 2.ÇED Halkın Katılım Toplantısı düzenlenir ve başta Deştin köylüleri olmak üzere yöre köylüleri ve çevreciler 2.ÇED raporuna karşı çıkarlar. Bayır meydanında yürüyüş düzenlerler.

2.ÇED, 31 Aralık 2014 yılında onaylanır. Karar belediyelere ve köylülere bildirilmez sadece Muğla Valiliği ve Menteşe Kaymakamlığı’na bilgi verilir. Kimsenin haberi olmadığı için herhangi bir itirazda bulunulmaz ve 2.ÇED kesinleşir. “Entegre Çimento Fabrikası” amaçlı 1/5000 ve 1/1000 ölçekli imar planlarına karşı da Deştin Muhtarlığı tarafından dava açıldığı ve bu davayı da 2017 yılında köylüler kazandığı için bu dönemde Çimentocu Şirket tarafından çimento fabrikası kurma girişiminde bulunulmaz.

Rafta duran ve o zamana kadar kullanılmayan 2.ÇED, iptal edilmiş imar planlarının tekrar onaylanabilmesi için Danıştay’da süren davada kullanılır ve Danıştay tarafından ÇED Olumlu raporu olduğu için iptal edilmiş imar planları tekrar onaylanır. Çimentocu şirket 2020 yılında el değiştirmiş ve Muğla Çimento A.Ş. bütün haklarıyla birlikte  Kent Çimento’nun sahibi Cemal Karakurt’a satılmıştır. Cemal Kararkurt yeni sahibi olduğu Muğla Çimento A.Ş adına fabrika projelerini hazırlatır ve 29 Aralık 2021 yılında çevrecilerin ve sivil toplum kuruluşlarının karşı çıkmalarına rağmen Menteşe Belediyesi’nden yapı ruhsatı alır.

Çimento Fabrikasına karşı üçüncü mücadele 2021 yılı aralık ayında başlamıştır. 25 Aralık 2021 yılında Menteşe Kent Konseyi, MUÇEP Menteşe Meclisi ve Deştin Çevre Platformu olarak Sınırsızlık Meydanı’nda basın açıklaması yapılarak Menteşe Belediyesi’nin yapı ruhsatı vermemesi istenir. Ama Belediye 29 Aralıkta yapı ruhsatı verir.

2022 yılı ocak ayında Belediye önünde eylem yapılarak belediyenin verdiği yapı ruhsatının iptali istenir. Daha sonra 2.ÇED Olumlu kararının iptali için Menteşe Kent Konseyi, Akdeniz Yeşilleri Derneği ve 8 köylü adına 27 Ocak’ta dava açılır. Ardından da Deştin Tarımsal Kooperatifi tarafından 2.ÇED’in iptali için dava açılır. Bunu Menteşe Belediyesi’ne karşı açılan Yapı Ruhsatı İptal davaları gelir.

Açılan 2.ÇED İptal davaları bilirkişi aşamasında, hattı bilirkişi harçları da yatırılmışken süre açısından ret edilir. Bunun üzerine Danıştay’a başvurulur ve süre ret kararı bozdurularak davanın yeniden görülmesi sağlanır. Bugün burada Keşif aşamasına gelen dava 13 ay önce açılan davadır.

1.ÇED iki ayrı bilirkişi heyeti tarafından incelenip olumsuz bulunmuş, mahkeme tarafından da iptal edilmişti. 2.ÇED’in de keşifteki bilim insanları tarafından olumsuz bulunulacağına ve Çimento Yıkım Projesinin durdurulacağına inanıyoruz.

Çimento Fabrikasına Niçin Karşı Çıkıyoruz?

  • Entegre Çimento Fabrikası ve 13 Hammadde Ocağı, 7751 dönümü kapsamaktadır. İzin verilirse 7656 dönüm orman alanı yok edilecektir.
  • Proje sahasında kalan ormanların, kuru ya da sulu derelerin açılacak 13 hammadde ocakları nedeniyle yok edilmesi ve de ocaklardan çıkacak tozlar nedeniyle Kazan Gölenti ve Bayır yok olacaktır. Derelerin, Barajın ve Göletin yok edilmesi demek, bu havzada tarımın bitirilmesi demektir. Ayrıca Muğla’yı besleyen su kuyularının da suyunun bitmesi demektir.
  • Bu ormanlar köylülerin en önemli geçim kaynaklarından biri olan Çam Balı üretimi yapılan Basralı Bal Ormanları’dır ve bu tür ormanlar koruma altındadırlar. Ağaç kesimi yapılamaz, yakınında kirletici bir tesis kurulamaz.
  • Çimento Fabrikası yapısı gereği Gayri Sıhhi, kirletici tesisler içinde birinci sıradadır ve çalışırken çıkaracağı toz ve yaktığı kömür nedeniyle çevre kirliliği yaratacaktır. İklim değişikliğinin en önemli nedeni olan Fosil yakıtları azaltmak için girişimlerde bulunurken yeni bir fosil yakıt yakan kirletici bir tesise izin verilemez.
  • Çimento ruhsat sahası içinde Zeytin Ağaçları vardır ve Zeytin Kanunu gereği en az 3 km mesafe içinde kirletici bir tesis kurulamaz.
  • Köylüler için en önemli geçim kaynaklarından biri olan göbek mantarı bu bölgede yetişmektedir ve ormanlar yok edilirse onlarda yok edilecektir.
  • Çimento fabrikasının çalışması ile açığa çıkacak toz ve duman başta kendi çalışanları olmak üzere doğrudan yöre köylülerini etkileyecek ve onların sağlığını bozmasının yanı sıra tarım ve hayvancılığı da bitirecektir.
  • Hammadde ocakları ile fabrika arasındaki malzeme alışverişinin yanı sıra fabrikada işlenmiş ürünün alınıp, satışı sırasında oluşacak taşıt trafiği önemli bir çevre kirliliği yaratacaktır.
  • Doğadan hammaddenin çıkarılması, taşınması ve üretim sürecinde fosil yakıt (kömür, fuel-oil, mazot vb.) yakılarak gerekli enerjinin üretilmesi ve ürün olarak çimentonun elde edilmesi aşamalarında, başta sülfür oksitleri, nitrojen oksitleri, karbonmonoksit, karbondioksit, toz ve partikül maddeler, uçucu organik bileşikler, dioksin, furan, methan ve ağır metaller atmosfere atılarak soluduğumuz hava ve çevre kirletilir. Son ürün çimentonun kendisi de önemli bir kirleticidir. Çimento tozunda arsenik, kurşun, krom, kobalt, bakır, nikel,  kalay, çinko, civa gibi metaller bulunur.
  • Çimento fabrikası emisyonu hem organik hem de inorganik kimyasalların ve metallerin önemli bir kaynağıdır. Çimento fabrikalarının bacalarından salınan ve havayı kirleten küçük partiküller (PM10) ve (PM2,5)(tozdan daha küçük maddeler) hastalıklara (kanser, KOAH vb.) ve ölümlere neden olur. Bu tozlar ve zehirli gazlar sert esen rüzgarların etkisiyle kilometrelerce uzağa taşınabilmektedir. Her bir 50kg’lık çimento torbası için 25kg kömür yakılır. Yaklaşık her bir ton toz çimento üretiminde bir ton karbondioksit açığa çıktığı hesaplanmaktadır.
  • Muğla’daki 3 termik santral nedeniyle hava zaten kirlidir, üzerine yeni bir kirletici tesis kurulması yörede sağlıklı yaşamayı imkansız hale getirecektir.
  • İklim değişikline neden olan sera gazlarının %5-6’ sı çimento üretimi kaynaklıdır.
  • Çimento Fabrikası ve entegre hammadde ocakları nedeniyle çıkan toz ve duman sonucu sağlığı bozulan, tarımı ve hayvancılığı biten köylü göçe zorlanacak ve işsiz kalacaktır.

Bu nedenlerle Çimento Yıkım Projesine karşı çıkıyoruz. Sağlıklı bir çevrede yaşamak bütün yurttaşların hakkı ve çevreyi korumak ta başta devlet olmak üzere, bütün yurttaşların görevidir.

Bugün keşif heyetinde bulunan bilirkişi heyetinin dava dosyasına koyduğumuz uzman raporlarını gerekli özeni gösterip, hassasiyetle inceleyeceğine ve bilimin ışığında, halktan yana karar vereceğine inanıyoruz.”

‘Çimento İçin Tarımı, Hayvancılığı ve Çam Balını Bitirecekler’

Okumak için tıklayın

Öne Çıkan Haberler