Connect with us

Ekoloji

Ember: Türkiye’nin Kömür İthalatı İki Katına Çıktı

ember kömür

Uluslararası düşünce kuruluşu Ember’in yayınladığı analize göre, Türkiye’nin elektrik üretimi için kömür ithalatı 2022 yılında iki katına çıkarak 5,3 milyar dolara ulaştı. Tüm zamanların en yüksek kömür ithalatına ulaşılan yılda Rusya, Kolombiya’yı geçerek Türkiye’nin en büyük kömür tedarikçisi oldu.

K2 HABER | Türkiye 2022 yılında kömür ithalatının yarısına yakınını Rusya’dan sağladı; 2021 yılında ise Rusya’nın payı %26 seviyesindeydi. Türkiye’nin Rusya’ya bağımlılığı yalnızca kömürde yüksek değil, doğalgaz ve petrol gibi diğer enerji kaynaklarında da Rusya’nın payı %40-45 arasında.

Kömürden Elektrik Üretiminin Büyük Kısmı İthal Kömür Kaynaklı

Türkiye’de ithal kömürden elektrik üretimi yerli kömürden %25 daha fazla ve 2010 yılından beri kömürden elektrik üretiminde ithal kömür kaynaklı bir artış söz konusu. Bu nedenle 2010’da %7 olan ithal kömürün elektrik üretimindeki payı, 2022’de %20’ye kadar ulaşıyor.

Ember Bölge Lideri Ufuk Alparslan: “Yaygın kanının aksine Türkiye’de kömürden elektrik üretiminin büyük kısmı yerli değil ithal kömür ile gerçekleştiriliyor. İthal kömüre olan bu bağımlılık 2022 yılında rekor kömür ithalatına neden oldu. Türkiye’nin bunu durdurmak için özellikle güneş gibi potansiyelini yeteri kadar kullanmadığı temiz enerji kaynaklarına yönelmesi gerekiyor” dedi.

AB Yeşil Mutabakatı İlerliyor: Bu Bir İrade Meselesidir

Güneşten Elektrik Üretimi Potansiyelin Çok Altında

Türkiye’de 2022 yılında toplam rüzgar ve güneş enerjisi kapasitesinde yaklaşık 2,4 GW gibi kısıtlı bir artış olsa da, elektrik talebindeki düşüşün de etkisiyle rüzgar ve güneşin elektrik üretimindeki payı %15,5’e ulaşarak artışını sürdürdü. 2021’de bu oran %13,5 seviyesindeydi.

Türkiye, rüzgarın elektrik üretimindeki yaklaşık %11’lik payıyla Fransa (%8) ve İtalya (%7) gibi ülkelerden önde olmasına rağmen, güneş enerjisinde potansiyelinin altında kalıyor. Güneşin elektrik üretimindeki payı, %4,7 ile Polonya (%4,5) ve Ukrayna (%4) gibi Türkiye’ye kıyasla çok daha az güneş alan ülkelerle yakın seviyelerde. Bununla birlikte Enerji Bakanlığı’nın yeni enerji planında güneş kapasitesinde yüksek hedefler yer alıyor; bu hedeflere ulaşabilmek için her yıl eklenecek güneş kapasitesinin üç katına çıkmasına gerekecek.

Doğalgazdan Elektrik Üretimi Düşüşte

2022 yılında Türkiye’de doğalgazdan elektrik üretimi 40 TWh azalarak bir önceki yıla göre %35 düşüş gösterdi. Doğalgazdaki düşüşün başında 2021’deki kuraklıktan sonra artış gösteren hidroelektrik üretimi (+10 TWh) ve kömürden elektrik üretimindeki artış (+10 TWh) geliyor. Elektrik talebindeki 9 TWh’lik azalma da doğalgazdaki düşüşte rol oynadı. Türkiye’de aylık elektrik talebi yılın ikinci yarısından beri düşüş gösteriyor.

Türkiye İklim İktisadı Çalıştayı: Türkiye’nin Yeşil Dönüşümü

Hidroelektrik Santralleri Batarya Görevi Görebilir

2022 yılının Ocak ayında İran kaynaklı doğalgaz kesintisiyle başlayan krizde ise hidroelektrik santrallerinin rolü ön plana çıktı. Bu kesinti, doğalgaz santrallerine sağlanan akışın da azalmasına  neden olmuştu. Krizin ilk üç günü yarıya düşen doğalgaz kaynaklı elektrik üretimini telafi etmek için hidroelektrik santralleri üretimi iki katına çıkararak, adeta birer batarya görevi gördüler. Böylece daha fazla elektrik kesintisini engellediler. Özellikle büyük barajlara sahip hidroelektrik santralleri, üretimi hızlı bir şekilde arttırıp azaltabilme esneklikleri nedeniyle diğer enerji kaynaklarını telafi ederek Türkiye’nin enerji dönüşümünde önemli bir rol oynayabilirler.

Ekoloji

Marmaris’teki Onmega Yunus Parkı Tamamen Kapatıldı

-

yunus parkları onmega

Art arda beş yunusun ölümüyle gündeme gelen Marmaris’teki Onmega Yunus Gösteri ve Terapi Merkezi bir daha açılmamak üzere kapatıldı. Tesis sahiplerine ise, denetimlerle yükümlü bakanlık tarafından hiçbir cezai yaptırım uygulanmadı. Hayvan hakları örgütleri, çok sayıda delil ile ortaya konan hak ihlalleri ve yasadışı uygulamalara karşı, ilgili bakanlık yetkilileri ve veteriner klinikleri hakkında “görevini kötüye kullanma” suçundan şikayette bulunacak.

K2 HABERMuğla’nın Marmaris ilçesinde gösteri ve terapi amaçlı tutsak edilen beş yunusun art arda hayatını kaybettiği Onmega Dolphin Park, Yunuslara Özgürlük Platformu (YÖP) ve Hayvan Hakları İzleme Komitesi’nin (HAKİM) başlattığı hukuki mücadele ve artan kamuoyu baskısı sonucu kapatıldı. Yasadışı şekilde inşa edilen platformların kaldırılması için yetkili kurumların açtığı davanın tesis aleyhine sonuçlanmasıyla da deniz içindeki tüm yapılar tamamen söküldü.

 2019’dan bu yana süreci takip eden YÖP, HAKİM ile birlikte yaptığı suç duyurusunda, hayatta kalan iki yunusun acilen sağlık kontrolünden geçirilerek koruma altına alınmasını talep etmiş, ancak tesis kapatılmadan aylar önce Antalya’daki bir başka yunus gösteri merkezine gizlice götürüldüğünü öğrenmişti. Dolphinland adlı yunus parkına transfer edildiği bilinen Eva ve Daisy adlı yunusların sağlığından şüphe ediliyor.

 Marmaris Onmega Dolphin Park; Fethiye ve Kaş’tan sonra, hayvan hakları savunucularının ulusal ve uluslararası oluşumlar ile beraber yürüttüğü uzun süreli toplu mücadele sayesinde Türkiye’de kapatılmasını sağladığı üçüncü yunus parkı oldu.

Sanılanın Aksine Yunus Parkları Yasaklanmadı: Kanlı Ticaret Devam Ediyor!

Delillere Rağmen Bakanlık İşletmeye Ceza Kesmedi

Hayvan hakları örgütleri geçtiğimiz yıl Ağustos ayında tesis sahipleri hakkında yaptıkları ve işletmeye gerekli yaptırımların uygulanmasını talep ettikleri suç duyurusunda, yunusların peşi sıra ölmesine ek olarak;

Hayvan sayısını artırmaya yönelik “kapasite artırımı” Hayvan Koruma Kanunu’na göre yasak olmasına rağmen, “suni dölleme” adı verilen cinsel şiddet uygulamasıyla esaret altında yunus üretimi ve doğumu yapıldığını tesis içinden edinilen görsel materyallerle kanıtlamıştı. Hatta yavrulardan birinin henüz 15 günlükken hayatını kaybettiğini ve anne yunusun ölü yavrusuyla yüzmek zorunda bırakıldığını bir video ile göstermişti. Bir başka yavru ise, henüz fetus halindeyken Marmaris’teki özel bir veteriner kliniğinde yapılan nekropside ölü annesiyle birlikte görüntülenmişti. 

Sualtı görüntüleriyle kanıtlandığı üzere, hayvanların sağlık durumlarını etkileyen, deri ve göz enfeksiyonlarına sebep olan son derece kirli, bulanık ve sığ sular içerisinde ömürlerini geçirmeye mahkum edildikleri, yunus parkı altyapısının şiddetli rüzgar ve dalgalara dayanamadığı, kopan metal ve plastik parçaların yunuslara zarar verdiğini, daha sonra öldüğü ortaya çıkan Jonas adlı yunusun da bu fırtınalardan biri sonucu kopan parçalardan birini yuttuğu ve bu yabancı objenin mide ve bağırsaklarında kronik bir hasara yol açtığı belirtilmişti. Aynı zamanda yaz sezonunda tüm gün insanlar için “çalıştırılan” yunusların Marmaris gibi sıcak bir bölgede güneşten korunması için herhangi bir önlem alınmadığı da vurgulanmıştı.

Tutsak edilen yunusların gerekli bakım ve tedavilerinin deniz memelisi uzmanı veteriner hekimler tarafından yapılmadığını, hayatta kalan yunuslardan bazılarının hasta, yaralı ve bitkin olduğunu, yunuslara antibiyotik yüklemesi yapılarak hayvanların bağışıklıklarının düşürüldüğünü delil niteliğindeki görsellerle ortaya koymuştu. Aynı zamanda veteriner hekim uzmanlığı olmayan kişilerin tesis içinde yunuslara nekropsi (hayvan otopsisi) uyguladığını, tesis dışındaki özel veteriner kliniklerinin ise deniz memelisi uzmanlığı olmayan, sadece evcil hayvan odaklı çalışan veteriner hekimler aracılığıyla ölüm raporu hazırladığını bildirmişti.

Ancak Marmaris Cumhuriyet Başsavcılığı ile Tarım ve Orman Bakanlığı; fotoğraf ve video kayıtları, tanık beyanları ve başvuru sonuçlarından oluşan sayısız delile rağmen, YÖP kurucusu ve sözcüsü Öykü Yağcı’nın, Av. Tuğçe Berber’in ve Hayvan Hakları ve Etiği Derneği vekili olarak Av. Hacer Gizem Karataş’ın şikayeti üzerine başlatılan dosyada, “kovuşturmaya yer olmadığı” kararını vererek ihlaller karşısında tesise para cezası kesmedi. Nesli tükenme tehlikesi altında olan afalina türü yunusların ölümüne karşı da tesis sahiplerine cezai yaptırım uygulamadı.

Öykü Yağcı: ‘Binlerce Yunus Yakalanıp, Dünyanın Dört Bir Yanına Satılıyor’

‘Görevi Kötüye Kullanma’ Suçuna Yeni Şikayet

Yunuslara Özgürlük Platformu ve HAKİM; yetkili kurumların denetimsizlik halini gözler önüne seren, 5199 sayılı kanuna ve uluslararası sözleşmelere açık aykırılık teşkil eden fiilerin bir kez daha mahkemeler ve ilgili bakanlıklar tarafından cezasız bırakılması sebebiyle, yunus parklarını düzenli denetlemekle yükümlü olan Tarım ve Orman Bakanlığı, Marmaris İlçe Tarım ve Orman Müdürlüğü ve yunus parkıyla işbirliği halindeki özel veteriner kliniği başta olmak üzere, süreç boyunca kanundan doğan denetim ve uygulama görevlerini kasten veya ihmal suretiyle yerine getirmeyerek suçlara konu eylemler gerçekleştiren tüm kişi, kurum ve işletmeler hakkında “görevi kötüye kullanma” suçundan şikayette bulunmaya hazırlanıyor.

 Suç duyurusu; uygulanması gereken, ancak uygulanmayan kanun maddeleri ile bakanlık ve veteriner kliniği tarafından sunulan belgelerdeki tutarsızlıklar ışığında, şüphelilerin görevlerini açıkça ihmal ettiğini, şüphelilerin yapmakla yükümlü olduğu görevlerini yapmadığını ve/veya kanunun öngördüğü şekilde yapmadığını, geciktirdiğini ortaya koyacak şekilde düzenleniyor.

Yereldeki Mücadele

Yerel seçimlerin ardından YÖP’ün çağrısına yanıt veren Marmaris Belediyesi, 2020’nin Temmuz ayında ruhsatla ilgili bir sorun sebebiyle yunus parkına kilit vurarak tesisi mühürlemiş, ancak işletme daha sonra bilinmeyen bir nedenle tekrar açılmıştı. Bölgede faaliyet gösteren Mahakder ve Muğla Doğa ve Hayvan Hakları Platformu üyeleri de iki kez farklı tarihlerde ilçede “yunuslara özgürlük” eylemleri yapmış, tesisin kapatılması için Muğla Barosu Doğal Yaşamı Koruma ve Hayvan Hakları Komisyonu’nun desteğiyle Marmaris sakinlerinden imza toplamıştı. Marmaris Çevrecileri Derneği ise, yunus parkı çevresindeki deniz kirliliğini kayda almış ve deniz içinde hapsedilen yunusların gösteri ve terapiye zorlandığı tesisin kapatılması için dönemin Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na başvurmuştu. 

Okumak için tıklayın

Ekoloji

Kuraklık Trakya’yı Sarıyor: Susuzluk Riski Giderek Artıyor

-

Trakya bölgesindeki çiftçiler, kuraklık kaynaklı büyük bir üretim sıkıntısı içerisine girdi. Bazı köylerde yağmur dualarına başlandı.

DENİZ KILIÇ | Küresel ısınma ve iklim krizi her geçen gün biraz daha hissediliyor. Mevsim normallerinin üzerinde devam eden hava sıcaklığı geleceğe endişeyle bakmamızı sağlıyor. Her yıl bir önceki yılın aynı ayına göre hissedilebilir hava sıcaklığının artış gösterdiği verilere yansıyor. Meteoroloji Genel Müdürlüğü verilerine göre uzun yıllar Ocak ayı ortalama sıcaklığı 2.9 santigrat olup 2023 Ocak ayı sıcaklığı da 5.3 santigrat olarak gerçekleşmiştir. Yağışlı gün sayısının düşmesi ve oluşan kuraklık en çok da çiftçileri etkiliyor.

Trakya bölgesinde çiftçilerle yapmış olduğum görüşme neticesinde, çiftçiler kuraklıktan kaynaklı olarak büyük bir üretim sıkıntısı içerisinde. Bu yıl bazı kanola üreticilerinin yağış yetersizliğinden dolayı ektikleri kanolayı bozarak, ayçiçeği ekim alanı olarak hazırladığını biliyoruz. Buğday ekim alanlarına atılan gübrenin yağışların gerçekleşmemesinden dolayı erimediğini ve toprağa karışmamasından dolayı buğday hububatı açısından sorun olabileceği yine bölge çiftçisinin gündeminde olan başka bir konu.

Yağmurun yağmaması halinde bu yıl buğdayda rekolte sıkıntısı ile karşı karşıya kalabiliriz. Ülkemizin en çok ayçiçeği üreten bölgesi Trakya’da çiftçiler bu yıl yağışların yetersizliğinden kaynaklı olarak ayçiçeği ekim alanlarını henüz hazır hale getiremediklerini dile getiriyor. Göl ve göletlerden çekilen sular, yeraltı kaynaklarında azalan su miktarı gelecek açısından uyarı veriyor.

ÖZEL HABER | Türkiye’de Kuraklık Her Yeri Sardı: Peki, Çare Ata Tohumları Mı?

kuraklık haritası

Trakya’da Susuzluk Sorunu Ortaya Çıkabilir

Küresel ısınma ve iklim krizinin doğurduğu sonuçlar, Trakya çiftçisini birçok bölgeden daha fazla endişelendiriyor. Fakat iklim krizi deyip, insan faktörünü gözardı etmemeliyiz. İnsan eliyle su kaynaklarının yok olmasına yol açan uygulamalar, bir an önce kamu eliyle engellenmelidir. Gerekli tedbirler alınmadığı takdirde, Trakya genelinde yakın gelecekte içme suyunda ve tarımsal sulamada ciddi sorunlarla karşılaşabiliriz. Kurak bir kış mevsimini yaşayan çiftçilerin çareyi yağmur duasında aradıklarını da belirtelim. Pek çok köyde yağmur duaları yapılmaya başlandı.

Öte yandan Meteoroloji Genel Müdürlüğü’nün Aylık Sıcaklık Analizine göre, geçtiğimiz ocak ayında Türkiye genelinde beş istasyonda ölçülen hava sıcaklığının ekstrem düzeyde olduğunu görüyoruz. Bu beş istasyondan ikisi Trakya bölgesinde yer alan Kırklareli ili ve Lüleburgaz ilçesi. Diğer üç istasyon ise Erzurum, Kars ve Bingöl illeri olarak verilere yansımış durumda.

Okumak için tıklayın

Ekoloji

Balıkesir Manyas Kuşgölü’nü Kuraklık Vurdu

-

kuşgölü

Balıkesir’in Bandırma ve Manyas ilçesinde bulunan Kuşgölü’nde kuraklığın artması sebebi ile sular geçen seneye göre 50 metre geride kaldı. Gölde balık nüfusu ise azaldı.

K2 HABER | Yağışların azalması sebebi ile göl suyunun geçen seneye göre 50 metre kadar geride kaldığını ve bu sebeple balıkların yumurtlama yapamadığını açıklayan Bandırma Bereketli Mahallesi Kuşgölü Su Ürünleri Kooperatif Başkanı Engin Altın, “Şu an göl seviyesi geçen yıla göre 50-60 metre daha düşük. Burada da diğer göllerde olduğu gibi kuraklıktan dolayı sıkıntı var. Kuraklık sebebiyle balıklar yumurtayı dökemiyor. Turna balığı; çimenlik sazlık gibi yerlere yumurtayı döküyor. Fakat su düşük olduğundan dolayı öyle bir şansları yok. Derin sazlarda dökebilirlerse dökecekler, Allah nasip ederse yağmurlar yağarsa, sazanın da turnanın da sular biraz daha yükselirse yumurta dökmelerine imkan sağlanacak” dedi.

İklim Adaleti Koalisyonu: Enkazlar Zeytinliklere ve Deniz Kenarlarına Dökülüyor

Kuşgölü’nde 2 bin- 2 bin 500 ton balık sirkülasyonu olduğunu hatırlatan Altın, “Suriye ve Irak gibi ülkelere ihracat oluyordu. Kuraklıktan yumurtaların biraz zayıf tutulmasından dolayı bu oran çok düştü. Hatta satışlar öyle çok düştü ki perakende satmaya başladı balıkçı. Balık az olduğu için ihracat yapamıyoruz. Bir tır doldurmak için 10-15 gün gibi bir zaman lazım. 10-15 gün içinde de tırda balık bozuluyor. İç piyasamız zaten kötü. Kooperatifimizde 64 tane ruhsatlı balıkçımız vardı. Geçen seneki su durumuna göre bu sene görüldüğü üzere teknelerimiz karada kaldı. Hatta gölde olanlar gölde kaldı. Çekemedik. Çünkü su çok yükselmediğinden dolayı gerek kalmadı. Bu kuraklık sebebiyle hem kayıklara bakım yapamıyoruz hem de karadakileri hareket ettiremiyoruz. Kuraklık balıkçılık sektörüne büyük zarar verdi.” dedi. (İHA)

Okumak için tıklayın

Ekoloji

Deştin’de Çimento Yıkım Projesine Karşı Dayanışma Çağrısı

-

deştin Muğla

Deştin’de yapımına başlanan çimento fabrikasına karşı açılan davanın bilirkişi keşfinde, Muğla halkı bir araya gelerek inşaatın durdurulması çağrısını yineledi.

K2 HABER | Kıyıları talan edilen, havası termik santrallerle zehirlenen Muğla’da, Deştin’de inşaa edilen çimento fabrikasına yönelik direniş sürüyor. Yargı sürecine taşınan inşaatın bugün gerçekleştirilecek bilirkişi keşfi öncesinde, Muğla halkı, ekoloji örgütleri ve sivil toplum kuruluşları bir araya geldi.

Yapılan basın açıklamasında sağlıklı bir çevrede yaşamanın bütün yurttaşların hakkı olduğu belirtilerek, bilirkişi heyetinin dava dosyasına koyulan uzman raporlarını hassasiyetle incelemesi istendi.

Muğla’da CHP’li Belediyelere Büyük Öfke: ‘Hiç Mi Utanmayacaksınız?’

Muğla Halkı: Çimento Yıkım Projesine Karşı Çıkıyoruz!

Deştin Çevre Platformu’ndan Gamze Çetinkaya’nın okuduğu basın açıklaması şu şekilde:

“Bugün burada tarihi bir gün yaşıyoruz. Muğla halkının çimentocu şirketler ile mücadelesi 30 yıldır sürmektedir. İlk mücadele 1993 yılında verildi. Bayır’da Çimento Öğütme ve Paketleme tesisi kurmak isteyen Çimentaş A.Ş. 03.12.1993 tarihinde bakanlıktan ÇED Olumlu kararını almıştı. Bu karara o zamanın Muğla Belediye başkanı Orhan Çakır başta olmak üzere Muğla halkının karşı çıkması sonucu çimento fabrikası kurdurulmadı.

İkinci mücadele ADOÇİM Beton San. ve Tic. A.Ş sahibi Cem SAK’ın 2005 yılı sonu ve 2006 yılı başlarında Bayır ve Deştin ortak sınırında Tekağaç Mevkii’nde  iki ay içinde 95,33 dönüm arazi satın alıp, Entegre Çimento Fabrikası kurma girişimiyle başladı. ADOÇİM’in sahibi CEM SAK 06.08.2006 tarihinde bakanlıktan Entegre Çimento Fabrikası ve 52 Maden Ocağı için ÇED Oluru alır. Buna karşı Deştin Köy Muhtarlığı dava açar ve dava 06.03.2015 tarihinde köylüler lehine sonuçlanır ve 1.ÇED iptal edilir. İptal kararı 18.02.2016 tarihinde kesinleşir. 

Bu arada çimentocu şirket boş durmaz. 1.ÇED Davası sürerken Muğla Çimento San. ve Tic. A.Ş adında yeni bir şirket kurar ve 2010 yılında aynı yer için ocak sayısını 13’e düşürerek yine aynı firmaya hazırlattığı 2.ÇED ile bakanlığa başvurur. 25 Aralık 2010 yılında 2.ÇED Halkın Katılım Toplantısı düzenlenir ve başta Deştin köylüleri olmak üzere yöre köylüleri ve çevreciler 2.ÇED raporuna karşı çıkarlar. Bayır meydanında yürüyüş düzenlerler.

2.ÇED, 31 Aralık 2014 yılında onaylanır. Karar belediyelere ve köylülere bildirilmez sadece Muğla Valiliği ve Menteşe Kaymakamlığı’na bilgi verilir. Kimsenin haberi olmadığı için herhangi bir itirazda bulunulmaz ve 2.ÇED kesinleşir. “Entegre Çimento Fabrikası” amaçlı 1/5000 ve 1/1000 ölçekli imar planlarına karşı da Deştin Muhtarlığı tarafından dava açıldığı ve bu davayı da 2017 yılında köylüler kazandığı için bu dönemde Çimentocu Şirket tarafından çimento fabrikası kurma girişiminde bulunulmaz.

Rafta duran ve o zamana kadar kullanılmayan 2.ÇED, iptal edilmiş imar planlarının tekrar onaylanabilmesi için Danıştay’da süren davada kullanılır ve Danıştay tarafından ÇED Olumlu raporu olduğu için iptal edilmiş imar planları tekrar onaylanır. Çimentocu şirket 2020 yılında el değiştirmiş ve Muğla Çimento A.Ş. bütün haklarıyla birlikte  Kent Çimento’nun sahibi Cemal Karakurt’a satılmıştır. Cemal Kararkurt yeni sahibi olduğu Muğla Çimento A.Ş adına fabrika projelerini hazırlatır ve 29 Aralık 2021 yılında çevrecilerin ve sivil toplum kuruluşlarının karşı çıkmalarına rağmen Menteşe Belediyesi’nden yapı ruhsatı alır.

Çimento Fabrikasına karşı üçüncü mücadele 2021 yılı aralık ayında başlamıştır. 25 Aralık 2021 yılında Menteşe Kent Konseyi, MUÇEP Menteşe Meclisi ve Deştin Çevre Platformu olarak Sınırsızlık Meydanı’nda basın açıklaması yapılarak Menteşe Belediyesi’nin yapı ruhsatı vermemesi istenir. Ama Belediye 29 Aralıkta yapı ruhsatı verir.

2022 yılı ocak ayında Belediye önünde eylem yapılarak belediyenin verdiği yapı ruhsatının iptali istenir. Daha sonra 2.ÇED Olumlu kararının iptali için Menteşe Kent Konseyi, Akdeniz Yeşilleri Derneği ve 8 köylü adına 27 Ocak’ta dava açılır. Ardından da Deştin Tarımsal Kooperatifi tarafından 2.ÇED’in iptali için dava açılır. Bunu Menteşe Belediyesi’ne karşı açılan Yapı Ruhsatı İptal davaları gelir.

Açılan 2.ÇED İptal davaları bilirkişi aşamasında, hattı bilirkişi harçları da yatırılmışken süre açısından ret edilir. Bunun üzerine Danıştay’a başvurulur ve süre ret kararı bozdurularak davanın yeniden görülmesi sağlanır. Bugün burada Keşif aşamasına gelen dava 13 ay önce açılan davadır.

1.ÇED iki ayrı bilirkişi heyeti tarafından incelenip olumsuz bulunmuş, mahkeme tarafından da iptal edilmişti. 2.ÇED’in de keşifteki bilim insanları tarafından olumsuz bulunulacağına ve Çimento Yıkım Projesinin durdurulacağına inanıyoruz.

Çimento Fabrikasına Niçin Karşı Çıkıyoruz?

  • Entegre Çimento Fabrikası ve 13 Hammadde Ocağı, 7751 dönümü kapsamaktadır. İzin verilirse 7656 dönüm orman alanı yok edilecektir.
  • Proje sahasında kalan ormanların, kuru ya da sulu derelerin açılacak 13 hammadde ocakları nedeniyle yok edilmesi ve de ocaklardan çıkacak tozlar nedeniyle Kazan Gölenti ve Bayır yok olacaktır. Derelerin, Barajın ve Göletin yok edilmesi demek, bu havzada tarımın bitirilmesi demektir. Ayrıca Muğla’yı besleyen su kuyularının da suyunun bitmesi demektir.
  • Bu ormanlar köylülerin en önemli geçim kaynaklarından biri olan Çam Balı üretimi yapılan Basralı Bal Ormanları’dır ve bu tür ormanlar koruma altındadırlar. Ağaç kesimi yapılamaz, yakınında kirletici bir tesis kurulamaz.
  • Çimento Fabrikası yapısı gereği Gayri Sıhhi, kirletici tesisler içinde birinci sıradadır ve çalışırken çıkaracağı toz ve yaktığı kömür nedeniyle çevre kirliliği yaratacaktır. İklim değişikliğinin en önemli nedeni olan Fosil yakıtları azaltmak için girişimlerde bulunurken yeni bir fosil yakıt yakan kirletici bir tesise izin verilemez.
  • Çimento ruhsat sahası içinde Zeytin Ağaçları vardır ve Zeytin Kanunu gereği en az 3 km mesafe içinde kirletici bir tesis kurulamaz.
  • Köylüler için en önemli geçim kaynaklarından biri olan göbek mantarı bu bölgede yetişmektedir ve ormanlar yok edilirse onlarda yok edilecektir.
  • Çimento fabrikasının çalışması ile açığa çıkacak toz ve duman başta kendi çalışanları olmak üzere doğrudan yöre köylülerini etkileyecek ve onların sağlığını bozmasının yanı sıra tarım ve hayvancılığı da bitirecektir.
  • Hammadde ocakları ile fabrika arasındaki malzeme alışverişinin yanı sıra fabrikada işlenmiş ürünün alınıp, satışı sırasında oluşacak taşıt trafiği önemli bir çevre kirliliği yaratacaktır.
  • Doğadan hammaddenin çıkarılması, taşınması ve üretim sürecinde fosil yakıt (kömür, fuel-oil, mazot vb.) yakılarak gerekli enerjinin üretilmesi ve ürün olarak çimentonun elde edilmesi aşamalarında, başta sülfür oksitleri, nitrojen oksitleri, karbonmonoksit, karbondioksit, toz ve partikül maddeler, uçucu organik bileşikler, dioksin, furan, methan ve ağır metaller atmosfere atılarak soluduğumuz hava ve çevre kirletilir. Son ürün çimentonun kendisi de önemli bir kirleticidir. Çimento tozunda arsenik, kurşun, krom, kobalt, bakır, nikel,  kalay, çinko, civa gibi metaller bulunur.
  • Çimento fabrikası emisyonu hem organik hem de inorganik kimyasalların ve metallerin önemli bir kaynağıdır. Çimento fabrikalarının bacalarından salınan ve havayı kirleten küçük partiküller (PM10) ve (PM2,5)(tozdan daha küçük maddeler) hastalıklara (kanser, KOAH vb.) ve ölümlere neden olur. Bu tozlar ve zehirli gazlar sert esen rüzgarların etkisiyle kilometrelerce uzağa taşınabilmektedir. Her bir 50kg’lık çimento torbası için 25kg kömür yakılır. Yaklaşık her bir ton toz çimento üretiminde bir ton karbondioksit açığa çıktığı hesaplanmaktadır.
  • Muğla’daki 3 termik santral nedeniyle hava zaten kirlidir, üzerine yeni bir kirletici tesis kurulması yörede sağlıklı yaşamayı imkansız hale getirecektir.
  • İklim değişikline neden olan sera gazlarının %5-6’ sı çimento üretimi kaynaklıdır.
  • Çimento Fabrikası ve entegre hammadde ocakları nedeniyle çıkan toz ve duman sonucu sağlığı bozulan, tarımı ve hayvancılığı biten köylü göçe zorlanacak ve işsiz kalacaktır.

Bu nedenlerle Çimento Yıkım Projesine karşı çıkıyoruz. Sağlıklı bir çevrede yaşamak bütün yurttaşların hakkı ve çevreyi korumak ta başta devlet olmak üzere, bütün yurttaşların görevidir.

Bugün keşif heyetinde bulunan bilirkişi heyetinin dava dosyasına koyduğumuz uzman raporlarını gerekli özeni gösterip, hassasiyetle inceleyeceğine ve bilimin ışığında, halktan yana karar vereceğine inanıyoruz.”

‘Çimento İçin Tarımı, Hayvancılığı ve Çam Balını Bitirecekler’

Okumak için tıklayın

Ekoloji

Trakya’nın Kalbine Yüzer Bombalar Koymaktan Vazgeçin!

-

Saros Gönüllüleri

Saros Gönüllüleri ve Keşan Kent Konseyi, beklenen Marmara depremine dikkat çekerek Saros Körfezi’nde inşa edilen FSRU liman projesinin iptali için bir kez daha çağrıda bulundu.

K2 HABER | Dünya’nın kendi kendini temizleme özelliği bulunan Saros Körfezi’nde, bilim insanlarının ve bölge halkının tüm itiraz ve uyarılarına rağmen FSRU inşaası devam ediyor. Kahramanmaraş merkezli depremlerin ülkemizi yasa boğduğu bir zamanda, Saros’ta yaşanabilecek felaketler de bölge halkını derin endişeye sevk ediyor.

Saros Gönüllüleri Dayanışması, Keşan Kent Konseyi ve çeşitli STK temsilcilerinin katılımı ile proje alanının önünde bir basın açıklaması yapıldı. Açıklamada, “Hızla yaklaşan Marmara depremi öncesinde fay hattı üzerine Trakya’nın kalbine yüzer bombalar koymaktan vazgeçilmesini talep ediyoruz.” ifadeleri kullanıldı.

Haluk Levent Çevre Bakanlığı’na Seslendi: ‘Şirketler Saros’u Yağmalıyor!’

Saros’un Kaderi Vandalizme Kurban Edilmemelidir

Yapılan basın açıklamasının tamamı şu şekilde:

“Beş yıllık mücadelemiz boyunca dava dosyalarımızda, itiraz dilekçelerimizde, basın açıklamalarımızda ve sosyal medya hesaplarımızda Saros Körfezinin tüm güzelliklerini, özelliklerini, farklılığını, çeşitliliğini tek tek anlattık, dile getirdik.

Bugüne kadar hep, Körfezin FSRU denilen Yüzer LNG Depolama ve Gazlaştırma Ünitesi limanı ve boru hattı projesi için uygun olmadığını ispatlamak adına sunduğumuz tüm verilerin, bilimsel ve hukuka dayalı olmasına özen gösterdik.

Ama maalesef Saros’u katletmeye ant içmiş olanlar, bilimi ve hukuku hiçbir zaman öncelik sırasına almadıkları için çığlıklarımızı duymazdan geldiler.

Katar’ın gazını Avrupa’ya sevk etmek için Edirne’den Çanakkale’ye tüm bölgeyi ve insanlarını çevresel, bilimsel ve hukuksal adaletsizliğe maruz bıraktılar. Bu devasa ticari limanı Saros Denizi’ni katlederek, tarım arazilerimizi yok ederek acımasızca, fay hattı üzerine son hızla inşa ettiler.

Proje başlamadan BOTAŞ’ın açıklamalarında ve ÇED raporunda günde 28 milyon metreküp üretim yapılacak, günde bir gemi ya gelir ya gelmez diyorlardı. Proje bittiğinde geldiğimiz noktada ise daha geçen ay yapılan anlaşmalarla LNG taşımacılığında Saros’u Enerji transfer bölgesi Trakya’yı hub alanı ilan ettiler.

Umman’dan 10 yıl süreyle, yıllık 1,4 milyar metreküp, Bulgaristan ile 13 yıllık süreyle yıllık 1,5 milyar metreküp uzun yıllara yansıyacak uluslararası anlaşmalar yaptılar.

Bulgaristan Enerji Bakanı imzalanan anlaşmayı “tarihi bir belge” olarak nitelendirerek, Türkiye’ye kadar ulaşacak gaz miktarlarından bizler de yararlanabileceğiz diyerek mutluğunu ifade etti!

Tehlikenin farkında mısınız dostlar? Kazanan başka ülkeler ama katledilen hep bizim denizimiz hep bizim doğamız! Daha kaç felaket yaşamamız gerekiyor bu ağır bedelleri canımızla ödememek için? Hani bu FSRU limanı sadece Trakya ve Marmara bölgesinin gaz ihtiyacı için yapılmıştı? Hani bölge halkı için yüksek istihdam kaynağı olacaktı?

Geçtiğimiz günlerde Yüreğimiz paramparça, kalbimiz depremdeki kayıplarımız ve yaralılarımız için atarken, arkamıza baktığımızda cennet körfezimizin sığ sularında zorla sürükleyerek ilerletilen bir gemi gördük… Ama bir aksilik vardı, gemi bir türlü ilerleyemiyordu! Çünkü hesap edemedikleri bir durum vardı! Saros’un her daim olan güçlü dip akıntıları nedeniyle, yaz boyu gemi geçişi için hazırladıkları geçiş güzergahı kumullarla kapanmıştı 

Daha ilk günden Saros’a zarar vermeye başladılar! Gemi etrafında 5 kılavuzla iple çekilerek zorla sürüklenirken dip kumullarını, dip florasını, balıkların yuvalarını yara- yıka parçalayıp ezerek ilerliyordu. Aslında dev bir canavara benzeyen gemiye karşı Saros bile yol vermiyor direniş gösteriyordu… Ve zamanlama yine sinsi ve yine manidar dostlar!

Tıpkı pandemide biz davacı tarafın karantinada olduğu dönemde ‘’siz evden çıkamazsınız, sakın gelmeyin biz kurumlardan görüş aldık ‘’ diyerek ÇED raporunu olumlu yaptırdıkları gibi manidar. 38 binden fazla canımız gitmiş, ülke yangın yeri, sonsuz yas içindeyiz! Can pazarında yaşayan vatandaşlarımız için yardım seferberliğindeyken, belli ki bir aceleleri var. Anlaşılan Katar’a verilen sözlerin zamanı gelmiş!

Saros Düşmanlığı Bitmiyor: ‘Kıyılar Ticarileştiriliyor, Sahiller Halka Kapatılıyor

ÇED Raporu İhlal Ediliyor

Hiçbir hassas dönemde fırsatı kaçırmıyorlar… Ve maalesef daha önce defalarca ihlal edildiği gibi yine projenin Anayasası sayılan ÇED raporu da ihlal ediyorlar. Şimdi sayacaklarım daha bizim tespit ettiklerimiz, edemediğimiz daha neler var bilmiyoruz:

1- İskeleyi 270 metre dediler, ihalede 320 metreye çıkardılar!

2-Boru çapını 1 metreden 90 cm indirdiler.

3-Proje alanını 52,3 hektar alan dediler ihtiyaç oldukça peyder pey büyüttüler, şu anki işgal alanını hesap bile edemiyoruz.

4-Deniz dibi atmosferinin oksijen kaynağı deniz çayırlarını, 860 metre uzaklığa taşıyarak dikilen alana % 100 uyum sağlamıştır dediler ve izleme raporlarını 3 aylık aralıklarla sunacaklardı ya hiç sunmadılar. Şu anda güya dünyada ilk defa denenen yöntemle proje bittikten sonra yerine dikilecekti ama maalesef Yaşıyorlar mı öldüler mi bizler de akıbetlerini bilmiyoruz!

BOTAŞ, bir de üstüne üstlük bu akıbeti bilinmeyen çayırların taşınmasından uluslararası Yeşil Elma Ödülleri’nde altın ödül kazanmış! Hani taşınan çayırlar nerede?

Öyleyse Proje bittiğine göre artık verilen sözü yerine getirme zamanı! 6000 metre kare alandan taşınan çayırların deniz dibine indirip yerine geri dikmelerini bekliyoruz…

5- Projenin bulunduğu bölgedeki çevresel unsurlara azami hassasiyet gösterildiğini, 1.000.000 lavanta fidanı, 100.000 zeytin fidanı, binlerce çam fidanı ve badem ağaçları, toprakla buluşturdu diyorlar. Hani nerede siz böyle bir fidanlık görebiliyor musunuz? O çayırların, bu yalanların, her yanlışınızın ve tüm ihlallerinizin takibinde olacağız …

6- Anayasa ile korunan yanan orman alanı kullanımı kurallarına uymadılar, bunların içinden boru hattı geçirdiler

7- En önemlisi Ülkemizin taraf olduğu, Barselona, Bern, Paris anlaşmaları, bio çeşitlilik sözleşmeleri göz ardı ettiler hiçbirine uymadılar.

Biz artık bu ihlal edilen ÇED ve yalan yanlış verilen sözlerle bir yılda Saros’a kaç gemi gireceğini, kirlenmenin ne boyuta çıkacağını körfezin ve çevresinin akıbetini öngöremez olduk! Ayda, haftada veya günde kaç gemi için güvenlik önlemleri alınacağını, ne kadar temiz deniz hakkımızdan mağdur olacağımızı bilemez olduk.

Oysaki; hatırlayınız! İlk davanın keşifi için gelen 10 Bilim insanı projeyi hiçbir noktada bilimsel açıdan uygun bulmamışlardı. İnşaat, Çevre, Orman, jeoloji, Petrol, Ziraat mühendisliği açısından, su bilimi, bitki bilimi açısından ve şehir planlamacılığı açısından uygun bulunmadığı anlatılan bilimsel raporlara istinaden ilk davamızı da kazanmıştık.

Tabi kazanmamız işlerine gelmeyince atadıkları Bilim insanı sayısının çift sayı olmasından mütevellit davayı usulden bozdular ve bu günlere kadar sürüklendik. Peki şimdi, bunca yaşanan şeyden sonra ne değişti? Neler olacak? Neler yaşayacağız?

Şimdi yaşadığımız son deprem felaketinden ötürü bu basın açıklamasını endişe ve korku içinde olan binlerce vatandaşımız adına yapıyoruz… 5 yıl önce hazırlanan ÇED raporuna bakıldığında da proje alanı ve kara boru hattının bulunduğu alan deprem tehlikesi yüksek olanlar olarak sınıflandırılmıştı.

Son yaşanan Deprem ile de Kuzey Anadolu Fay hattının harekete geçtiğini söyleyen onlarca bilim insanı Trakya için felaket kapıda olduğunu, her an Marmara’da deprem olabileceğini söylüyorlar. Yaşadığımız büyük ve yıkıcı bir deprem etkisiyle doğal olarak korkuyoruz… Sözünde durmayan, sürekli işine geldiği gibi ÇED raporu ihlal edildiğinden hiçbir güven duymuyoruz. Yeni oluşan deprem hatlarına göre yer kabuğu değiştiyse, korkunç bir gerçek ortaya çıkmıştır.

Av. Bülent Kaçar: ‘Saros Körfezi’nde Vandalizm Yaşanıyor’

Aktif Fay Hatt Bulunuyor

5 yıl önceki riske göre analiz edilen bölge ve yazılan ÇED raporu başta jeolojik açıdan olmak üzere daha önce incelenen tüm bilimlerden yeniden bilimsel araştırma yapılmasını talep ediyoruz! Ve Bilim insanlarının raporlarında dediklerine göre;

1-Deniz tabanının zemin profilinin balçık, kum tabakasının gevşek orta-sıkı olduğunu deprem etkisi altında sıvılaşma nedeniyle ani oturma olabilecektir.

2-Liman dolgu alanı için kaçak taş ocağından alınan taşların yeterli sertliği, basıncı, erime, aşınma direnci hesaplanmamıştır.

3-Aktif fay hattı üzerine yaptığınız limanının ve boru hattının olası bir depremde yatay ve düşey etkisi hesaplanmamıştır.

4 -Olası bir sızıntıda 10 km çapında bölgede yangın olma ihtimali var, yangın risk önlemleri alınmamıştır.

5- Bir LNG gemisi patlarsa 55 atom bombası şiddetinde etkisi olduğunu söyleyen Türkiye Denizcilik Federasyonundan görüş alınmamıştır.

Biliyoruz ki siz yine bizi de bilimi de dikkate almayacaksınız… Ama biz susmayacağız, tarihe not düşüyoruz, hep söyledik yine söylüyoruz: Bu projenin yer seçimi yanlıştır, hatalıdır!

Turizm koruma ve Geliştirme bölgesi, özel çevre koruma alanı olan Saros’un kaderi vandalizme kurban edilmemelidir… Doğa affetmez! Doğa ile inatlaşmanın bedelini bundan sonra bizler ödemek istemiyoruz.

Henüz liman açılışı yapılmamışken, yaşanan depremden ders alınmasını, başta Jeolojik açıdan olmak üzere projenin tümüyle yeniden gözden geçirilmesini, hızla yaklaşan Marmara depremi öncesinde fay hattı üzerine Trakya’nın kalbine yüzer bombalar koymaktan vazgeçilmesini talep ediyoruz…”

Okumak için tıklayın

Ekoloji

Bir Ekolojik Yıkım Belgeseli: Eko Eko Eko

-

Eko Eko Eko

BluTV’nin yeni orijinal belgeseli Eko Eko Eko, ilk iki bölümüyle yayımlandı. Gezegenin yaşadığı ekolojik çöküşe modern kentli insanının nasıl tepki verdiğini anlatan belgesel, daha şimdiden büyük yankı yaptı.

K2 HABER | Ekoloji aktivistlerinin uzun zamandan beri beklediği belgesel nihayet yayımlandı. Belgesel ve dramanın bir arada olduğu yapım için; 2015 ile 2022 yılları arasında Türkiye’nin dört köşesinde, toplamda on bini aşkın kilometre yol kat edilerek tamamlanan belgesel için altı termik santral, dört rüzgar enerjisi santrali, beş baraj gölü, dört dere tipi hidroelektrik santrali, üç güneş enerjisi santrali, bir jeotermal elektrik santrali ve bir nükleer enerji santrali ile Türkiye’nin en büyük altın ve kömür madenleri gezildi. Toplam 300 saat görüntü arasından altı bölümlük bir belgesel haline getirilen projede yerleşik hayatın başladığı yerlerden biri olan Aşıklı Höyük’ten, binlerce yıllık medeniyetin Ilıca Barajı nedeniyle taşındığı Hasankeyf’e, Dünya’nın insan eliyle yapılmış en eski su tünellerinden biri olan Titus Tünel’inden, Türkiye’nin nazar boncuğu diye anılan Meke Gölü’ne birçok ekolojik alan belgelendi.

Eko Eko Eko: Çoğunluğu Öğrencilerden Oluşan Bir Ekip Var

Yönetmen İlkay Nişancı’nın yıllardır üstünde çalıştığı belgeselinde kendisine çoğunluğu öğrencilerinden oluşan 186 kişilik bir ekip eşlik etti. Projenin danışman kadrosunda ise Prof. Dr. Fuat Ercan, Prof. Dr. Fikret Adaman, Prof. Dr. Doğanay Tolunay, Doç Dr. Oğuz Kurdoğlu, Doç. Dr. Sedat Gündoğdu, Dr. Gaye Yılmaz, Dr. Aslı Odman, Dr. Güneş Duru, gibi akademisyenlerin yanı sıra ekoloji konusunda Türkiye’nin önde gelen isimlerinden Akgün İlhan, Bülent Şık, Fevzi Özlüer, Özgür Gürbüz, İbrahim Gündüz ve daha bir çok isim yer alıyor. Belgesel için ayrıca Türkay Nişancı tarafından 17 ayrı müzik parçası bestelendi.

Türkiye, AB Ülkelerinin Plastik Çöplüğü Olmayacak

Acaba Ne Kadar Karbon İzi Bırakıyorum?

Belgeselde yer alan Ceren Moray da ‘çevreci’ ve ‘karşıt’ personaları canlandırdığı başarılı performansıyla göz dolduruyor. Moray, günlük hayatta herkesin aklını kurcalayan “Acaba ne kadar karbon ayak izi bırakıyorum?”, “Dişlerimi fırçalarken musluğu kapatarak gezegeni kurtarabilir miyim?”, “Güvenlikli sitelerde yaşayıp, organik gıda tükettiğimde, içme suyumu dağların en tepesinden doldurulmuş damacanalardan içtiğimde ekolojik felaketten uzak durabilir miyim?” gibi sorular üzerinden bir tartışma başlatıyor.

Fragman

Okumak için tıklayın

Ekoloji

Uludağ’dan Ne İstiyorlar?

-

Uludağ alan başkanlığı

Son yıllarda bir kavram var, Alan Yönetimi… Çekül Vakfı’nın tespitine göre, UNESCO Miras Alanları ile ilgili bir durum bu. Arkeolojik, kentsel ve doğal sit alanlarının güya korunmasıyla ilgili… Buraları bakanlıklara bağlı kuruluşlar, mesela Milli Parklar Müdürlüğü, müzeler veya yerel yönetimler koruyamıyor, ayrıca yönetimde bir sorun ortaya çıkıyor, yetki karmaşası yaşanıyor. Yeni icat edilen ‘Alan Yönetimi’ kurtarıcı olarak devreye girsin isteniyor.

CENGİZ ERDİL | Çekül Vakfı soruyor; “Gerçekten ‘Alan Yönetimi’ kavramı her derde deva bir formül mü? Bürokratik, zorunluluktan doğan bir yasal süreç mi? Bir örgütlenme modeli, güçlü bir yeni otorite mi? Yoksa klasik temsili demokrasinin tıkandığı alanlarda, özellikle mirasın korunmasında yeni bir yönetim denemesi mi?”

Hiçbiri değil…

Ülkemizde Alan Yönetimi, bu alanların yapılaşmaya açılmasından başka bir şey değil.

Alan Yönetim Başkanlığı’nın oluşturulduğu Kapadokya ve Çanakkale Gelibolu Milli Parkı’nda ciddi sorunlar var. Kapadokya’da peri bacalarının yakınından yol geçiriliyor, Gelibolu Yarımadası’nda köylülerin yüz yıllık bağ ve bahçelerinde tarım yapmalarına engel çıkarılıyor.

Zeytinlikleri Faili Meçhule Götürmek İstiyorlar

Şimdi Sırada Uludağ Var

AKP Bursa Milletvekillerinin imzası bulunan 13 maddelik Uludağ Alanı Hakkında Kanun Teklifi’, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı’ndan geçti. Teklif, Bursa’daki Uludağ Milli Parkı’nın korunmasının sağlanması amacıyla ‘Uludağ Alan Başkanlığı’ kurulmasını öngörüyor.

İYİ Parti Grup Başkanı ve Bursa Milletvekili İsmail Tatlıoğlu, ‘Alan Başkanlığı’ yapılmak istenen bölgenin çok kıymetli olduğunu belirtmiş ve şöyle demiş;  “Uludağ’ın Alan Başkanlığı kapsamına alınmasını gerektirecek neden yok. Burası belediye ile düzgün bir şekilde imar planının uygulanabileceği bir yer. Ama burası, ayrılarak tam anlamıyla kullanılabilecek bir alan. İstismara çok açık bir şey. Dolayısıyla burada biraz aceleleri var.”

Burayı önemli kayak merkezi olarak biliyoruz ama kayak alanı Uludağ’ın devede kulak bir parçası. Türkiye’nin en büyük milli parkları arasında yer alan Uludağ Milli Parkı alanının yüzde 84’ü Mutlak Koruma Alanı içerisinde bulunuyor. Bilimsel araştırmalar dışında hiçbir faaliyete izin verilmeyen, insan etkisinin yasaklandığı alandan söz ediyoruz.

Düzenlemede turizm amaçlı gerçekleştirilecek tahsis süreci ve yatırımlar yapılması maddesi dikkat çekici.

Uzmanlar bu düzenlemeyle Uludağ’da yapılaşmanın artacağını, zaten betona gömülen Bursa’da dağ eteklerinde orman varlığının yok olacağını savunuyor.

Uludağ’da milli park 13 bin hektar genişliğinde. Uludağ aynı zamanda önemli bir uluslararası kuş konaklama alanlarından. Sayıları gittikçe azalan sakallı akbaba ve kaya kartalının yuvası olan yöre, paçalı baykuşun ilk görüntülendiği yer… Ayrıca apollo kelebeğinin ender yaşadığı bölgelerden.

Bursa’nın temiz havası, suyu olan Uludağ’ı anlatırken ünlü seyyah Evliya Çelebi’yi anmadan olmaz. 400 yıl önce Uludağ’ı şöyle anlatmış: “Bir kayadan gayet soğuk bir Ab-ı hayat fışkırır ki, insan içinden bir taş çıkaramaz. Buz gibidir. Burada küçük büyük göller vardır. Bu göllerde birer ikişer okkalık alabalıklar yetişir. Buralarda ki su birikintilerinde haliçlerde kışın su donar. İstanbul tarafından iki-üç yüz neferiyle karcıbaşı gelerek bu göllerden buz keser. Her parçası sanki billur ve neceftir. Elmas parçası gibi parıltısı insanını gözünü kamaştırır. Mudanya iskelesinden kar gemilerine yüklenir ve İstanbul’a padişahın mutfağına, helvahanesine, has haremine ulaştırılır.”

Okumak için tıklayın

Ekoloji

Doğa ve İnsan Sevdalısı Yaprak Dedemizi Kaybettik

-

ali Nihat gökyiğit yaprak dede

Başta yeşil örtü, toprak ve biyolojik çeşitlilik olmak üzere ömrünün büyük bölümünü çevre çalışmalarına adayan TEMA Vakfı Kurucu Onursal Başkanı, Yaprak Dede Ali Nihat Gökyiğit 98 yaşında aramızdan ayrıldı. Ali Nihat Gökyiğit, 26 Ocak Perşembe günü Edirnekapı Sakızağacı Mezarlığı’nda ailesi, sevenleri, TEMA Vakfı gönüllüleri ve çok sayıda doğaseverin katılımıyla düzenlenen törenle toprağa verildi.

K2 HABER | Yol arkadaşı Hayrettin Karaca ile bugün Türkiye’nin çevre alanında faaliyet gösteren en büyük sivil toplum kuruluşlarından biri olan TEMA Vakfı’nı 67 yaşında kurdu. TEMA Vakfı’nın biyolojik çeşitlilik ve kırsal kalkınma konularında yaptığı ilk projelerin hem lideri hem de destekçisiydi. Aynı zamanda Tekfen Grubu’nun ve ANG Vakfı’nın da kurucusu olan Sayın A. Nihat Gökyiğit, Nezahat Gökyiğit Botanik Bahçesi’nin ve dünya barışına hizmet eden önemli kültür faaliyetlerinden biri olan Tekfen Filarmoni Orkestrası’nın da kurucusuydu.

Gürcistan ve Kırgızistan tarafından fahri konsolosluk, Çukurova, Boğaziçi ve Gaziosmanpaşa Üniversiteleri tarafından fahri doktora unvanı verilen Sayın A. Nihat Gökyiğit, Cumhurbaşkanlığı Devlet Üstün Hizmet Madalyası ve TBMM tarafından verilen Üstün Hizmet Ödülü’nün de sahibiydi. Son olarak ise Galatasaray Derneği’nden “Çevre” temalı “Galatasaray Ödülü”nü almıştı.

Gelir yaratacak üretimin doğaya dost olması gerektiğine inanırdı

Yeşil ve yaşanabilir bir dünyaya ulaşmayı hedefleyen Kurucumuz, Artvin’in Borçka ilçesine bağlı Camili (Macahel) köylülerinin TEMA Vakfı’na gönderdikleri, içinde bulundukları ekonomik ve sosyal sıkıntıyı anlatan mektuba kayıtsız kalmayarak Camili Kırsal Kalkınma Projesi’ni başlatmıştı. Gökyiğit, gelir yaratacak üretimin doğaya dost olması gerektiğine inanırdı. Yapılan çalışmalar ile bölge tanıtıldı, halka ek geçim kaynakları sağlandı ve UNESCO tarafından Camili’nin Dünya Biyosfer Rezerv alanına dâhil edilmesine katkı verildi. Bunun yanında bölgede yapılan çalışmalar ile neslinin tükendiği sanılan saf Kafkas arısı bulundu ve üretilen damızlık ana arılarla beldeye gelir yaratıldı. Proje ayrıca Camili’nin Türkiye’nin İlk Biyosfer Rezervi olmasına öncülük etmiş ve Johannesburg Dünya Zirve Konferansı’nda ödüle layık görülmüştü.

Türkiye, AB Ülkelerinin Plastik Çöplüğü Olmayacak

“Bir doğa bilgesini kaybetmenin derin üzüntüsü içerisindeyiz”

Sayın Ali Nihat Gökyiğit’in gerçek bir doğasever olduğunun altını çizen TEMA Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Deniz Ataç, “Bir doğa bilgesini kaybetmenin derin üzüntüsü içerisindeyiz. Sayın Ali Nihat Gökyiğit, ömrü boyunca durmak bilmeden doğa için yürüttüğü çalışmalarla, bir insanın inanarak ve severek neleri başarabileceğini bize en güzel şekilde gösterdi. Değerli büyüğümüz Ali Nihat Gökyiğit’in yaşamından hepimizin çıkaracağı birçok ders olduğuna inanıyorum. Şüphesiz ki insanlık ve doğa, Kurucumuzu ve çabalarını minnetle hatırlayacaktır. Biyolojik çeşitlilik konusuna verdiği önem sebebiyle, 2021 yılında başlattığımız ve kendisinin adını verdiğimiz “A. Nihat Gökyiğit Biyolojik Çeşitlilik Projesi”ni sürdüreceğiz‘TEMA Vakfı’nın yaşaması en büyük arzumdur’ diyen Yaprak Dedemizin bize bıraktığı bu değerli mirasa 81 ilde, 1 milyonu aşan gönüllümüzle sahip çıkmak içinyolumuza inançla devam edeceğiz. Herkesin ve doğanın başı sağ olsun”  dedi.

Okumak için tıklayın

Ekoloji

Türkiye, AB Ülkelerinin Plastik Çöplüğü Olmayacak

-

plastik atık ithalatı polietilen

Avrupa Parlamentosu AB’de üretilen plastik atıkların, diğer ülkelere ihracatının yasaklanmasına yönelik tarihi bir karar aldı. Karara göre, plastik atıkların OECD üyesi olmayan ülkelere ihracatı yasaklanacak; Türkiye dahil olmak üzere tüm OECD ülkelerine ihracatı ise dört yıl içinde kademeli olarak durdurulacak.  

K2 HABER | 2022 Aralık ayında, Avrupa Birliği Çevre Komitesi (ENVI) aldığı kararla Avrupa Atık Sevkiyat Yönetmelikleri hakkında, Avrupa Birliği sınırları içinde üretilen plastik atıkların Avrupa Birliği sınırları içinde işlenmesinin ve geri dönüşümünün sağlanması, bu atıkların AB sınırları dışına ihracatının yasaklanması konusunda Avrupa Parlamentosu’na bir görüş hazırlamıştı.  17 Ocak 2023’te ise, Avrupa Parlamentosu bu kararı oylayarak, AB’de üretilen plastik atığın, OECD (Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü) üyesi olmayan ülkelere ihracatının yasaklanmasına, OECD ülkelerine ihracatının ise dört yıl içinde kademeli olarak durdurulacağına dair karar aldı. AB Parlamentosu’nun kararının uygulanması, AB Konseyi tarafından gerçekleştirilecek. AB Konseyi’nin öncülüğünde, üye devletlerin bu kararı uygulamaları amacıyla kendi iç hukuk sistemlerine entegre etmeleri sağlanacak.

16 STK’dan Çin Çağrısı: ‘Hunutlu Santrali İptal Edilmeli!’

Dr. Sadun Bölükbaşı: ‘Temel Hedef Plastik Üretiminin Tüketiminin Azaltılması’

Change.org platformunda Avrupa’nın Plastik Atıkları Türkiye’ye Gelmesin talebiyle imza kampanyası yürüten Dr. Sadun Bölükbaşı, AB parlamentosunda yaşanan gelişmelere yönelik şu yorumda bulundu: “Avrupa Atık Sevkiyat Yönetmeliği taslak düzenlemeleri daha önce AB’den atık ihracatının sadece OECD üyesi olmayan ülkelere yasağını düzenliyordu. Ne var ki, atık ihracat ve ithalatının alıcı ülkelerde neden olduğu ihlaller, Türkiye’de plastik geri dönüşüm sektörünün yol açtığı çevresel ve insan hakları ihlallerine ilişkin onlarca araştırma raporu çalışması ve kampanyalar sayesinde, AB Çevre Komitesi, OECD üyesi olmayan ülkelere de ihracatın yasaklanması konusunda görüş oluşturdu.”

Sadun Bölükbaşı Türkiye’nin plastik atık ithalatı sürecini ise şöyle aktardı: “2019’un sonunda Çin’in atık ithalatını yasaklamasının akabinde, Türkiye atık ihracatının ana varış noktalarından biri olmuştu. Son 3 yıldır, Türkiye en çok atık ihracatı yapılan ülkelerden. Yayınlanan bir araştırma raporuna göre, 2021 yılında, AB sınırları içinde üretilen atığın %35’i Türkiye’ye ihraç edildi. Türkiye’nin geri dönüşüm hacminin %78,7’sini ithal plastik oluşturuyor ve bunun %58’i AB’den geliyor. AB ülkelerinin yasağı uygulaması sayesinde, Türkiye kendi sınırları içinde oluşan atığın yönetimiyle ilgili daha kararlı adımlar atabilir ve daha yüksek geri dönüşüm hedeflerine ulaşabilir. Bugüne kadar üretilen plastiğin sadece %9’u geri dönüştürüldü. Plastik üretiminin neden olduğu sera gazı emisyonları, plastiğin neden olduğu çevre ve sağlık risklerinden kurtulmak için temel ve öncelikli hedef ise plastik üretiminin ve tüketiminin azami seviyede azaltılması.”

Biyolojik Çeşitlilik Kaybını Durdurmak İçin Tarihi Anlaşma

Doç. Dr. Sedat Gündoğdu: Çöp Ticareti Artık Devam Edemez

Çukurova Üniversitesinde öğretim üyesi ve Mikroplastik Araştırma Grubu’nun kurucusu olan Doç. Dr. Sedat Gündoğdu ise “Avrupa’nın, iklim, çevre ve insan sağlığı üzerinde yıkıcı sonuçlar doğuran plastik çöp problemini üçüncü ülkelere ihraç etmeye devam edemeyeceğini anlamasını olumlu,” yorumunda bulundu ve ekledi:  “Bu karar ayrıca Türkiye’nin de artık kendi plastik çöpüyle ilgilenmesine de fırsat verecek. Artık “çöp değil hammadde” yaklaşımının ülkenin kendi çöpleri için söylenmesi için de bir fırsat bu işi yapanlara da bu işle ilgilenen bakanlığa da. Bakanlık artık rahatlıkla 4 yıl sonra plastik çöp ithalatı tümden yasaklanacak diyebilir. 4 yıl içinde de kısıtlamaları arttırarak bu işi yapanların bu işi terk etmelerini zorlamalıdır. Başka da yol yok gibi görünüyor zaten.”

Gündoğdu ayrıca, “Komisyonun önerisine göre OECD’ye yapılan tüm çöp ihracatları, alıcı ülkelerin/ihracatçıların yükümlülüklere uymaması durumunda (burada çöpün akıbetine dair denetim ve raporlamalar önemli) AB’nin sevkiyatları askıya alma hakkına sahip. Bu aynı zamanda ithalatın ulusal atık yönetim planlarını etkilemediğini göstermekle de mümkün. Yani örneğin Türkiye’deki şirketlerin ithal ettiği plastik çöpler çevresel bir sorun yaratırsa ya da işte bu firmaların iç piyasadan plastik çöp almadığı tespit edilirse bu durumda o ülkeye ihracat kesilebilir. Ancak bu yine de risk. Artık cin şişeden çıktı. Ne yapılırsa yapılsın, son tahlilde bu çöp ticareti artık devam edemez,” açıklamasında bulundu.

ÖZEL HABER | Mevzu Biraz ‘Pis’: Türkiye, Neden Avrupa’nın Çöpünü Topluyor?

Okumak için tıklayın

Ekoloji

Enflasyonun İlacı Yenilenebilir Enerjide

-

SEFİA yenilenebilir enerji

APLUS Enerji ve Sürdürülebilir Ekonomi ve Finans Araştırmaları Derneği (SEFiA) tarafından hazırlanan yeni bir rapor yenilenebilir enerji kurulu gücündeki artışın elektrik faturalarını düşürerek tüketici enflasyonunu iyileştireceğini ortaya koyuyor.

K2 HABER | ‘Artan Elektrik Fiyatları ve Yenilenebilir Enerji Kaynaklarının Piyasaya Etkisi’ başlıklı rapor, Türkiye’de yenilenebilir enerji santrallerinin ve bu santrallere verilen teşviklerin piyasaya etkilerini değerlendiriyor. Rapor, yenilenebilir enerji kapasitesindeki artışın enflasyonda yaratacağı düşürücü etkisinin yanında, ithal yakıt maliyetlerini ve karbon emisyonlarını da önemli ölçüde azaltacağını gösteriyor.

Çalışmada, YEKDEM (Yenilenebilir Enerji Kaynakları Destekleme Mekanizması) veya YEKA (Yenilenebilir Enerji Kaynak Alanları) kapsamında geliştirilen projelerin ve daha çok lisanssız santralin hayata geçmesi durumunda, 2021 yılı tamamı ve 2022 yılının ilk yarısında serbest piyasadaki elektrik fiyatlarının ne olacağının ölçülmesi amaçlandı. Bugünküne kıyasla daha çok rüzgâr ve güneş enerjisi kullanılacağının varsayıldığı çalışmada (2021 başında toplam rüzgâr ve güneş kapasitesi 29,3 GW, 2022 Haziran ayı itibarıyla ise 35,9 GW) piyasa takas fiyatı ve YEKDEM birim maliyetinin nasıl değişeceği, enflasyonun nasıl seyredebileceği, gaz ve ithal kömür maliyetlerinin ne kadar azaltılabileceği ve karbon emisyonlarında ne kadar azaltım yapılmış olacağı analiz edildi.

Bugün 19 GW Olan Güneş ve Rüzgâr Kurulu Gücümüz 36 GW olsaydı:

Elektriğin serbest piyasadaki fiyatı daha düşük olacaktı. Toplam sistem maliyetlerinin gerçekleşen rakamlara kıyasla daha düşük olduğu hesaplanmıştır. Serbest piyasadaki elektrik fiyatı, artan YEKDEM maliyetlerine rağmen, 2021 yılı için gerçekleşen değerlere kıyasla %3,5, 2022 yılının ilk altı ayı için ise %11,8 daha düşük olmaktadır.

Enflasyon daha düşük olacaktı. Yenilenebilir enerji üretiminin daha yüksek olduğu bir senaryoda, Temmuz 2022 itibarıyla %144,61 olarak gerçekleşen yıllık ÜFE enflasyonunun %129,22, aynı dönemde %79,60 olarak gerçekleşen yıllık TÜFE enflasyonunun ise %72,39 olacağı öngörülmüştür.

Daha az enerji ithalatı yapılacaktı. Artan yenilenebilir enerji üretimi, öncelikle yüksek maliyetli gaz ve ithal kömür üretimini ikame etmektedir. 2021 yılı için ülkenin ithal yakıt faturasının 3,1 milyar USD, enerji krizinin derinleştiği 2022 yılının ilk altı ayı için ise 3,3 milyar USD miktarında düşeceği hesaplanmıştır.

Karbon emisyonu azalacaktı. Özellikle karbon yoğun kaynakların ikame edilmesi yoluyla 2021 yılında 22,9 milyon ton CO2 eşdeğeri, 2022 yılında ise 13,4 milyon ton CO2 eşdeğeri karbon azaltımı yapılacağı görülmüştür. Çalışmada 18 ay için hesaplanan toplam azaltım miktarı 2020 yılı için açıklanan elektrik üretimi kaynaklı karbon emisyonlarının yaklaşık %28’ine denk gelmektedir.

Daha Fazla Yenilenebilir Enerji, Tüketicileri Yüksek Yakıt Faturalarından Koruyabilir

Küresel enerji krizinden korunmak için en uygun alternatif rüzgâr ve güneş 

APLUS Enerji Ortağı Volkan Yiğit şöyle konuştu: “Çalışma, küresel enerji krizi baş gösterdiği sıralarda eğer daha yüksek yenilenebilir enerji kurulu gücü yapılabilmiş olsaydı ülkedeki serbest piyasa elektrik fiyatlarının daha düşük olacağını göstermiştir. Eski YEKDEM santrallerinin alım garantisi süreleri sona erdikçe, yenilenebilir enerji üretiminin maliyetler üzerindeki düşürücü etkisi daha da gözle görülür olacaktır. Bu katkının yanı sıra yenilenebilir enerjinin ithal yakıt bağımlılığının azaltılması, arz güvenliğinin sağlanması ve karbon emisyonlarının düşürülmesi gibi çok yönlü faydaları getireceği görülmektedir. Bu açılardan piyasada hem maliyetlerin düşürülmesi hem de çok yönlü faydalardan yararlanılabilmesi için atılması gereken adım, kapsamlı bir yenilenebilir enerji strateji ve hedeflerinin oluşturulmasıdır.”

SEFiA’nın Direktörü Bengisu Özenç ise, “Küresel olarak yüksek enflasyonun hâkim olduğu bir ortamda, yenilenebilir enerji üretiminin payının artırılması özellikle küresel emtia fiyatlarının arttığı dönemlerde enflasyonu kontrol etmede etkili olduğundan önemli bir strateji olarak göze çarpıyor. Bu yaklaşımın ipuçlarını zaten yakın zamanda Amerika Birleşik Devletleri’nde devreye giren ve enerji dönüşümünü merkeze alan Enflasyonla Mücadele Paketi’nde gördük. Çalışmamızda da kronik olarak yüksek enflasyonla mücadele etmekte olan Türkiye’de güneş ve rüzgârın payının artması durumunda enflasyonun 7 puan daha düşük gerçekleşebileceğini ortaya koyduk. Ayrıca, güneş ve rüzgâra dönüşle enerji bağımsızlığının güçlenmesi sayesinde döviz kurunun olumsuz etkilerinin sınırlanacağı ve kamu bütçesi dinamiklerinin rahatlayacağı düşünüldüğünde, uzun vadede vergi yükünün azalacağı ve alım gücü üzerindeki dolaylı artırıcı etkilerin toplum refahını yükselteceği de söylenebilir” dedi.

Okumak için tıklayın

Öne Çıkan Haberler