Ekoloji
Yeni IPCC Raporu Yayımlandı: İklim Krizi’nin Ciddiyetinin Altını Çiziyor
By
Barış Tınay
Dünyanın en yetkili iklim bilimi organı olan IPCC, bugün yayınladığı Sentez Raporu ile Altıncı Değerlendirme Döngüsünü kapatıyor.
K2 HABER | Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin (IPCC) Sentez Raporu, iklim etkilerinin daha önce bilinenden daha düşük sıcaklıklarda dahi çok daha sert vurduğunun ve hükümetlerin Paris Anlaşması’ndaki 1,5°C hedefini takip etmelerini hayati önem sahip olduğunun altını çiziyor.
Bu raporda 2040 veya öncesi olarak tanımlanan yakın vadedeki emisyon azaltım hedeflerine ilişkin yeni bilgiler ilk kez veriliyor. 1,5°C hedefinin tutturulması için önümüzdeki yıllarda yapılması gereken emisyon azaltımı bu rapor ile güncelleniyor:
- 2030 yılında %48% CO2 azaltımı
- 2035 yılında %65 CO2 azaltımı
- 2040 yılında %80 CO2 azaltımı
- 2050 yılında %99 CO2 azaltımı
Ember: Türkiye’nin Kömür İthalatı İki Katına Çıktı
Daha Yüksek Sıcaklıklar Aşırılıkları Beraberinde Getiriyor
Raporda şu konular öne çıkıyor:
- Fosil yakıtlara olan bağımlılığımızdan kaynaklanan insan kaynaklı emisyonların gezegene zarar verdiğine şüphe yok. İnsan faaliyetleri kesin olarak küresel ısınmaya neden oldu ve küresel yüzey sıcaklığı 2011-2020 yılları arasında endüstriyel sıcaklıkların 1,1°C üzerine çıktı.
- Daha yüksek sıcaklıklar aşırılıkları, istikrarsızlığı ve öngörülemezliği beraberinde getiriyor. Daha fazla ısınma, öngörülemeyen bir küresel su döngüsü, kuraklık ve yangınlar, yıkıcı seller, aşırı deniz seviyesi olayları ve daha yoğun fırtınalara neden oluyor.
- Dirençli ve yaşanabilir bir gelecek hala mümkün; ancak bu on yıl içinde derin, hızlı ve sürekli emisyon kesintileri sağlamak için atılacak adımlar, insanlığın ısınmayı 1,5°C ile sınırlaması için hızla daralan bir pencereyi temsil ediyor.
- Yenilenebilir enerji kaynakları ve diğer azaltım eylemleri sayesinde iyi haberler mevcut: yenilenebilir enerji yatırımları artık çok daha uygulanabilir, giderek daha uygun maliyetli hale geliyor ve genel olarak kamu tarafından destekleniyor. 2010-2019yılları arasında, güneş ve rüzgar enerjisinin birim maliyetleri sırasıyla %85 ve %55 oranında azaldı ve lityum iyon pillerin birim maliyetleri %85 oranında düştü.
Rapora buradan ulaşabilirsiniz.
AB Yeşil Mutabakatı İlerliyor: Bu Bir İrade Meselesidir
UZMAN GÖRÜŞLERİ
Eski Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiseri ve The Elders Başkanı Mary Robinson: “Bilim net bir şekilde ortaya koyuyor. IPCC Altıncı Değerlendirme Raporu’nun (AR6) bu son bölümü, iklim krizinin ciddiyetinin altını çiziyor, ancak aynı zamanda ciddi ve acil eylemlerle ısınmayı 1,5°C ile sınırlamanın hala mümkün olduğunu hatırlatıyorr. Liderler bir seçimle karşı karşıya: bilimi ciddiye almak ve 2030’dan önce gereken anlamlı önlemleri almak ya da gelecek nesilleri eylemsizliğin korkunç maliyetlerine mahkum ederek gecikmeye devam etmek. The Elders, hükümetleri adım atmaya ve herkes için yaşanabilir bir gelecek sağlamak için gerekenleri yapmaya çağırıyor – bu da yeni fosil yakıtların kullanılmaması ve bu yıl fosil yakıtların kullanımdan kaldırılmasını hızlandırmak için daha sert hedefler taahhüt edilmesi anlamına geliyor.”
We Mean Business Kaolisyonu CEO’su Maria Mendiluce: “Daha güvenli, daha sağlıklı ve daha emniyetli ekonomilere ve toplumlara giden yol açıktır: iklim değişikliğinin en kötü etkilerinden kaçınmak ve küresel sıcaklık artışını 1,5ºC ile sınırlamak için tüm fosil yakıtları istikrarlı, temiz bir enerji sistemiyle değiştirmeliyiz. Bu basitçe sağlam ekonomi ve akıllı risk yönetimidir. COP27’de 80’den fazla ülkenin tüm fosil yakıtların aşamalı olarak azaltılması çağrısında bulunmasının ve şirketlerin halihazırda yenilenebilir enerji kaynaklarına ve enerji verimliliğine büyük yatırımlar yapmasının nedeni budur. İhtiyacımız olan teknolojilerin birçoğu, kitlesel benimseme ve azalan maliyetler açısından şimdiden dönüm noktalarına ulaşmış durumda. IPCC raporu, hükümetlerin ve yatırımcıların, tüm şirketleri temiz enerji çözümlerini benimsemeye ve dünyanın ihtiyaç duyduğu derin emisyon kesintilerini sağlamaya yönlendirecek acil ve kararlı adımlar atması gerektiğinin altını çiziyor.”
Kaliforniya Üniversitesi, Berkeley Kıdemli Bilim İnsanı Dr. Nikit Abhyankar: “Sıcaklık artışını 1,5-2ºC ile sınırlamak için dünyanın sera gazı emisyonlarını 2050 yılına kadar acilen sıfıra yakın bir seviyeye indirmesi gerekiyor. Ne mutlu ki birçok çalışma, güneş ve rüzgar gibi ticari olarak mevcut yenilenebilir teknolojilerin enerji depolama ile birleştiğinde enerji sistemimizi, özellikle de elektrik şebekesini uygun maliyetli bir şekilde ve en kısa sürede %90’a kadar temizleyebileceğini göstermiştir. CCS gibi teknolojiler, enerji sektöründen kaynaklanan ve diğer teknolojiler tarafından maliyet etkin bir şekilde gerçekleştirilemeyen son %5-10’luk emisyonun azaltılması için önemli olacaktır. CCS’nin gerçek dünyadaki performansı, gebelik süreleri ve ticari kullanılabilirliği konusunda önemli belirsizlikler bulunmaktadır. Ayrıca CCS, karbonu etkin bir şekilde tutabilmek için özel jeolojik koşullara ihtiyaç duymakta ve bu da yayılma potansiyelini sınırlamaktadır.”
ClientEarth CEO’su Laura Clarke: “IPCC Sentez raporu, dünyanın iklim açısından güvenli bir dünya için gerekli olan 1,5C sınırını aşma olasılığının çok yüksek olduğunu açıkça ortaya koyuyor – bu da bizi tehlikeli devrilme noktaları, hızlandırılmış küresel ısınma, kitlesel yok oluşlar ve iklimle ilgili daha tehlikeli hava olayları bölgesine getiriyor. Sera gazı emisyonlarını azaltma konusunda aciliyeti ve eylemi arttırmamız gerekiyor ve bunun anahtarı da fosil yakıtlardan uzaklaşmak. Hükümetlerin, şirketlerin ve diğerlerinin sadece insanlığın hayatta kalması için değil, aynı zamanda kendi çıkarları, uzun vadeli yaşayabilirlikleri ve sürdürülebilirlikleri için de hızla karbonsuzlaşmalarını sağlamak amacıyla iklim davaları artıyor. Dava riski, zihniyetlerin ve davranışların değişmesine yardımcı olmalı ve etkili konumdaki herkesin net sıfıra geçişi planlamak ve yürütmek için gerekli adımları atmasını sağlamalıdır. Eylemsizlik ve gecikmeler seçenek değildir ve ClientEarth ihtiyacımız olan değişimi sağlamak ve küresel taahhüdümüzü yerine getirmek için yasal yollara başvurmaktan çekinmeyecektir.”
En Az Gelişmiş Ülkeler (LDC) Grubu Başkanı Madeleine Diouf Sarr: “Çözümlerin ne olduğunu biliyoruz. Yenilenebilir enerji, depolama, elektrifikasyon – bunlar dünyanın pek çok yerinde yer edinmeye başladı bile. Ancak yeterli değil. Zengin ülkelerin öncülüğünde daha hızlı hareket etmemiz gerekiyor. İklim finansmanındaki büyümenin hızlanması gereken 2018’den bu yana yavaşlamış olması hayal kırıklığı yaratıyor. En büyük boşluklar gelişmekte olan dünyadadır. Ancak aynı zamanda en büyük fırsatlar da burada. Ortak refahımızı ilerletmek ve net sıfıra ulaşmak için bu akışları değiştirmeli ve finansmana erişimi arttırmalıyız. IPCC raporlarının son turundan bu yana bilim ilerledi ve karşı karşıya olduğumuz risklerin – kuraklık, yükselen denizler, seller – daha düşük ısınma seviyelerinde gerçekleştiğini ve gerçekleşeceğini görebiliyoruz. Bu on yıl içinde emisyonlarımızı yarıya indirmeli ve ısınmayı 1,5°C ile sınırlandırmalıyız. Emisyon eğrisini aşağıya doğru bükmeliyiz, küresel emisyonların 2025’ten önce zirve yapması gerekiyor.”
Uluslararası Sürdürülebilir Kalkınma Enstitüsü Politika Analisti Olivier Bois von Kursk:“IPCC Sentez Raporu bize iklim değişikliğinin yarattığı yıkım ve bunun altında yatan nedenleri ele almadaki başarısızlığımız konusunda bugüne kadarki en net kanıtları sunuyor. Bunun açık anlamı, kömür, petrol ve gazı aşamalı olarak ortadan kaldırmak için derhal harekete geçmemiz gerektiği -ISD’nin IPCC’nin 1,5°C’ye giden yollara ilişkin analizi, petrol ve gaz üretiminin 2030 yılına kadar %30, 2050 yılına kadar ise %65 oranında azalması gerektiğini gösteriyor. Fosil yakıt veya biyoenerji üretiminden büyük miktarlarda karbon yakalayarak enerji dönüşümünü geciktirebileceğimize dair herhangi bir sonuç, IPCC’nin bu pahalı ve kanıtlanmamış teknolojilerin karşılaştığı zorluklara ilişkin değerlendirmesiyle uyuşmuyor. Tüm fosil yakıtların üretim ve tüketiminde keskin bir düşüş olmadan, yenilenebilir enerji kullanımında son yıllarda kaydedilen kayda değer ilerlemenin iklim açısından bir anlamı olmayacaktır.”
İlginizi çekebilir
-
Daha Fazla Yenilenebilir Enerji, Tüketicileri Yüksek Yakıt Faturalarından Koruyabilir
-
İklim Konusunda Çalışan STK’lardan COP27 İçin Güçlü Hedef Çağrısı
-
Mısır’ın Sharm El-Sheikh Kentinde Düzenlenen COP27 Başladı
-
Birinci Uluslararası Ekokırım Konferansı Sonuç Bildirgesi Açıklandı
-
Üç Büyükşehir Belediye Başkanı’ndan Genç İklim Aktivistlerine Destek
-
Dünya Bankası, İklim Değişikliği İçin Yaptığı Harcamaları Kanıtlayamamakla Eleştiriliyor
Ekoloji
Övgün Ahmet Ercan: Deprem Bilimsel bir konudur, Kaderle İzah Edilemez
2 gün önce
-
18 Mart 2023By
Barış Tınay
İkinci Yüzyılın İktisat Kongresi’nde konuşan jeofizik mühendisi Prof. Dr. Övgün Ahmet Ercan, İzmir’de her an deprem olabilir sözünün doğru olmadığını belirterek, “6 buçuk şiddetine kadar depremler İzmir’de yıkıcı olmaz. Hiçbir zaman İzmir’de Kahramanmaraş’taki gibi 7,5 ve üstü şiddette depremler olmaz. Ancak bu büyüklükte bir deprem olacakmış gibi kenti hazırlamamız gerekir” dedi.
K2 HABER | İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından “Yeniliğe Davet” sloganıyla tüm Türkiye’yi geleceği inşa etmeye çağıran İkinci Yüzyılın İktisat Kongresi’nin dördüncü gününde İstanbul Teknik Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Övgün Ahmet Ercan da bir sunum yaptı. Ercan, “Kahramanmaraş Depremi Işığında İzmir’in Deprem Çekincesi. Ne Yapmalı?” başlığı altında bazı önemli bilgiler verdi.
Hata Depremde Değil
Kahramanmaraş’ta gördüklerinin savaş alanını yansıttığını aktaran Ercan, “Türkiye bunun üstesinden mutlaka gelecektir ama yıllarını alacaktır. Türkiye deprem ülkesidir. Günün birinde depremler olmuyorsa yer diriliğini yitirmiş demektir. O zaman yaşam da yok demektir. Depremin hep korku boyutuyla ilgilendik. Depremin üç tane bileşeni vardır. Sarsıntı, ısı ve ışık. 60 yıldır bilimle uğraşıyorum. Toplu iğnenin başı kadar bir hata görmedim. Çünkü deprem olmasa Meles Ovası olmazdı, Gediz Irmağı olmazdı. Manisa’daki, Aydın’daki jeotermal alanlar olmazdı. Memba suları olmazdı. Maden yatakları, petrol yatakları, dağlar, ormanlar olmazdı. En güzel incirin çıktığı, zeytinin yetiştiği Ege olmazdı. Bunları hep depremler yapıyor, yeri biçimliyor. Depremleri bir öcü gibi görüyoruz. Hata depremde değil. İnsanoğlu olmadan da deprem vardı” dedi.
Tunç Soyer: İzmir’de Gelecek Yıl Koku Sorunu Yaşanmayacak
Doğa Asla Affetmez
Türkiye’nin yer dayanımı ile depremden etkilenme alanlarını harita üzerinde gösteren Ercan, “Bizler depremlerin nerelerde ve hangi büyüklükte olacağını biliriz ama zamanını henüz bilemiyoruz. Kahramanmaraş depremi tarım alanlarında en büyük yıkımı yaptı. Doğada öyle bir denge var ki siz imar barışından kendinizi affettirebilirsiniz, kaçak yaparsanız görmezden gelebilirler ama doğa asla affetmez. Tarım alanlarına yapılan yapıları doğa günün birinde mutlaka yıkar. Deprem teknik, bilimsel bir konudur. Bu dinle, kaderle izah edilemez, açıklanamaz” diye konuştu.
Gerçeklerle Yüzleşmemiz Gerekiyor
İzmir’deki olası bir depremde yolların kullanılamaz hale gelmesi durumunda kurtulma şansının çok aza düşeceğini vurgulayan Ercan, Kahramanmaraş ve 11 ilde etkisini gösteren yıkıma ilişkin “Gerçeklerle yüzleşmemiz gerekiyor. Depremi afete dönüştüren üç konu var. Yeteneksiz yönetimler, ekonominin bozukluğu ve yoksulluk ile eğitim düzeyinin düşüklüğü. Eğer bunlardan bir tanesi ülkede gerçekleşmişse depremin adı afettir. Türkiye’de 6 Şubat’ta bunun bir tanesi değil üçü birden gerçekleşti” dedi.
Tunç Soyer: ‘Önceliğimiz İklim Krizi ve Kuraklığa Dirençli Bir İzmir Yaratmak’
İzmir’in Güneyinde Yer Sağlam
“Türkiye’yi yetenekli insanların yönetmesi gerekiyor” diyen Ercan, İzmir’in geçmişindeki depremlere ilişkin bilgi verdi. Ercan, “Depremin bir yasası vardır. Bir yerde belli büyüklükte bir deprem olmuşsa gelecekte o yerde en az o büyüklükte deprem olur. Buna depremin yasası denir. İzmir’de depremler çok sık oluşmuyor. Yaklaşık 200 ile 350 yılda bir oluşuyor. Her an 7,2’lik deprem olacakmış gibi İzmir’i hazırlamamız gerekir. Ama İzmir’de her an deprem olabilir sözü doğru değil. 6 buçuk şiddetine kadar depremler İzmir’de yıkıcı olmaz. 6 buçuktan sonra yıkıcı olmaya başlar. Hiçbir zaman İzmir’de Kahramanmaraş’taki gibi 7,5, 7,6, 7,9’luk depremler olmaz” dedi.

Uluslararası düşünce kuruluşu Ember’in yayınladığı analize göre, Türkiye’nin elektrik üretimi için kömür ithalatı 2022 yılında iki katına çıkarak 5,3 milyar dolara ulaştı. Tüm zamanların en yüksek kömür ithalatına ulaşılan yılda Rusya, Kolombiya’yı geçerek Türkiye’nin en büyük kömür tedarikçisi oldu.
K2 HABER | Türkiye 2022 yılında kömür ithalatının yarısına yakınını Rusya’dan sağladı; 2021 yılında ise Rusya’nın payı %26 seviyesindeydi. Türkiye’nin Rusya’ya bağımlılığı yalnızca kömürde yüksek değil, doğalgaz ve petrol gibi diğer enerji kaynaklarında da Rusya’nın payı %40-45 arasında.
Kömürden Elektrik Üretiminin Büyük Kısmı İthal Kömür Kaynaklı
Türkiye’de ithal kömürden elektrik üretimi yerli kömürden %25 daha fazla ve 2010 yılından beri kömürden elektrik üretiminde ithal kömür kaynaklı bir artış söz konusu. Bu nedenle 2010’da %7 olan ithal kömürün elektrik üretimindeki payı, 2022’de %20’ye kadar ulaşıyor.
Ember Bölge Lideri Ufuk Alparslan: “Yaygın kanının aksine Türkiye’de kömürden elektrik üretiminin büyük kısmı yerli değil ithal kömür ile gerçekleştiriliyor. İthal kömüre olan bu bağımlılık 2022 yılında rekor kömür ithalatına neden oldu. Türkiye’nin bunu durdurmak için özellikle güneş gibi potansiyelini yeteri kadar kullanmadığı temiz enerji kaynaklarına yönelmesi gerekiyor” dedi.
AB Yeşil Mutabakatı İlerliyor: Bu Bir İrade Meselesidir
Güneşten Elektrik Üretimi Potansiyelin Çok Altında
Türkiye’de 2022 yılında toplam rüzgar ve güneş enerjisi kapasitesinde yaklaşık 2,4 GW gibi kısıtlı bir artış olsa da, elektrik talebindeki düşüşün de etkisiyle rüzgar ve güneşin elektrik üretimindeki payı %15,5’e ulaşarak artışını sürdürdü. 2021’de bu oran %13,5 seviyesindeydi.
Türkiye, rüzgarın elektrik üretimindeki yaklaşık %11’lik payıyla Fransa (%8) ve İtalya (%7) gibi ülkelerden önde olmasına rağmen, güneş enerjisinde potansiyelinin altında kalıyor. Güneşin elektrik üretimindeki payı, %4,7 ile Polonya (%4,5) ve Ukrayna (%4) gibi Türkiye’ye kıyasla çok daha az güneş alan ülkelerle yakın seviyelerde. Bununla birlikte Enerji Bakanlığı’nın yeni enerji planında güneş kapasitesinde yüksek hedefler yer alıyor; bu hedeflere ulaşabilmek için her yıl eklenecek güneş kapasitesinin üç katına çıkmasına gerekecek.
Doğalgazdan Elektrik Üretimi Düşüşte
2022 yılında Türkiye’de doğalgazdan elektrik üretimi 40 TWh azalarak bir önceki yıla göre %35 düşüş gösterdi. Doğalgazdaki düşüşün başında 2021’deki kuraklıktan sonra artış gösteren hidroelektrik üretimi (+10 TWh) ve kömürden elektrik üretimindeki artış (+10 TWh) geliyor. Elektrik talebindeki 9 TWh’lik azalma da doğalgazdaki düşüşte rol oynadı. Türkiye’de aylık elektrik talebi yılın ikinci yarısından beri düşüş gösteriyor.
Türkiye İklim İktisadı Çalıştayı: Türkiye’nin Yeşil Dönüşümü
Hidroelektrik Santralleri Batarya Görevi Görebilir
2022 yılının Ocak ayında İran kaynaklı doğalgaz kesintisiyle başlayan krizde ise hidroelektrik santrallerinin rolü ön plana çıktı. Bu kesinti, doğalgaz santrallerine sağlanan akışın da azalmasına neden olmuştu. Krizin ilk üç günü yarıya düşen doğalgaz kaynaklı elektrik üretimini telafi etmek için hidroelektrik santralleri üretimi iki katına çıkararak, adeta birer batarya görevi gördüler. Böylece daha fazla elektrik kesintisini engellediler. Özellikle büyük barajlara sahip hidroelektrik santralleri, üretimi hızlı bir şekilde arttırıp azaltabilme esneklikleri nedeniyle diğer enerji kaynaklarını telafi ederek Türkiye’nin enerji dönüşümünde önemli bir rol oynayabilirler.

Art arda beş yunusun ölümüyle gündeme gelen Marmaris’teki Onmega Yunus Gösteri ve Terapi Merkezi bir daha açılmamak üzere kapatıldı. Tesis sahiplerine ise, denetimlerle yükümlü bakanlık tarafından hiçbir cezai yaptırım uygulanmadı. Hayvan hakları örgütleri, çok sayıda delil ile ortaya konan hak ihlalleri ve yasadışı uygulamalara karşı, ilgili bakanlık yetkilileri ve veteriner klinikleri hakkında “görevini kötüye kullanma” suçundan şikayette bulunacak.
K2 HABER | Muğla’nın Marmaris ilçesinde gösteri ve terapi amaçlı tutsak edilen beş yunusun art arda hayatını kaybettiği Onmega Dolphin Park, Yunuslara Özgürlük Platformu (YÖP) ve Hayvan Hakları İzleme Komitesi’nin (HAKİM) başlattığı hukuki mücadele ve artan kamuoyu baskısı sonucu kapatıldı. Yasadışı şekilde inşa edilen platformların kaldırılması için yetkili kurumların açtığı davanın tesis aleyhine sonuçlanmasıyla da deniz içindeki tüm yapılar tamamen söküldü.
2019’dan bu yana süreci takip eden YÖP, HAKİM ile birlikte yaptığı suç duyurusunda, hayatta kalan iki yunusun acilen sağlık kontrolünden geçirilerek koruma altına alınmasını talep etmiş, ancak tesis kapatılmadan aylar önce Antalya’daki bir başka yunus gösteri merkezine gizlice götürüldüğünü öğrenmişti. Dolphinland adlı yunus parkına transfer edildiği bilinen Eva ve Daisy adlı yunusların sağlığından şüphe ediliyor.
Marmaris Onmega Dolphin Park; Fethiye ve Kaş’tan sonra, hayvan hakları savunucularının ulusal ve uluslararası oluşumlar ile beraber yürüttüğü uzun süreli toplu mücadele sayesinde Türkiye’de kapatılmasını sağladığı üçüncü yunus parkı oldu.
Sanılanın Aksine Yunus Parkları Yasaklanmadı: Kanlı Ticaret Devam Ediyor!
Delillere Rağmen Bakanlık İşletmeye Ceza Kesmedi
Hayvan hakları örgütleri geçtiğimiz yıl Ağustos ayında tesis sahipleri hakkında yaptıkları ve işletmeye gerekli yaptırımların uygulanmasını talep ettikleri suç duyurusunda, yunusların peşi sıra ölmesine ek olarak;
Hayvan sayısını artırmaya yönelik “kapasite artırımı” Hayvan Koruma Kanunu’na göre yasak olmasına rağmen, “suni dölleme” adı verilen cinsel şiddet uygulamasıyla esaret altında yunus üretimi ve doğumu yapıldığını tesis içinden edinilen görsel materyallerle kanıtlamıştı. Hatta yavrulardan birinin henüz 15 günlükken hayatını kaybettiğini ve anne yunusun ölü yavrusuyla yüzmek zorunda bırakıldığını bir video ile göstermişti. Bir başka yavru ise, henüz fetus halindeyken Marmaris’teki özel bir veteriner kliniğinde yapılan nekropside ölü annesiyle birlikte görüntülenmişti.
Sualtı görüntüleriyle kanıtlandığı üzere, hayvanların sağlık durumlarını etkileyen, deri ve göz enfeksiyonlarına sebep olan son derece kirli, bulanık ve sığ sular içerisinde ömürlerini geçirmeye mahkum edildikleri, yunus parkı altyapısının şiddetli rüzgar ve dalgalara dayanamadığı, kopan metal ve plastik parçaların yunuslara zarar verdiğini, daha sonra öldüğü ortaya çıkan Jonas adlı yunusun da bu fırtınalardan biri sonucu kopan parçalardan birini yuttuğu ve bu yabancı objenin mide ve bağırsaklarında kronik bir hasara yol açtığı belirtilmişti. Aynı zamanda yaz sezonunda tüm gün insanlar için “çalıştırılan” yunusların Marmaris gibi sıcak bir bölgede güneşten korunması için herhangi bir önlem alınmadığı da vurgulanmıştı.
Tutsak edilen yunusların gerekli bakım ve tedavilerinin deniz memelisi uzmanı veteriner hekimler tarafından yapılmadığını, hayatta kalan yunuslardan bazılarının hasta, yaralı ve bitkin olduğunu, yunuslara antibiyotik yüklemesi yapılarak hayvanların bağışıklıklarının düşürüldüğünü delil niteliğindeki görsellerle ortaya koymuştu. Aynı zamanda veteriner hekim uzmanlığı olmayan kişilerin tesis içinde yunuslara nekropsi (hayvan otopsisi) uyguladığını, tesis dışındaki özel veteriner kliniklerinin ise deniz memelisi uzmanlığı olmayan, sadece evcil hayvan odaklı çalışan veteriner hekimler aracılığıyla ölüm raporu hazırladığını bildirmişti.
Ancak Marmaris Cumhuriyet Başsavcılığı ile Tarım ve Orman Bakanlığı; fotoğraf ve video kayıtları, tanık beyanları ve başvuru sonuçlarından oluşan sayısız delile rağmen, YÖP kurucusu ve sözcüsü Öykü Yağcı’nın, Av. Tuğçe Berber’in ve Hayvan Hakları ve Etiği Derneği vekili olarak Av. Hacer Gizem Karataş’ın şikayeti üzerine başlatılan dosyada, “kovuşturmaya yer olmadığı” kararını vererek ihlaller karşısında tesise para cezası kesmedi. Nesli tükenme tehlikesi altında olan afalina türü yunusların ölümüne karşı da tesis sahiplerine cezai yaptırım uygulamadı.
Öykü Yağcı: ‘Binlerce Yunus Yakalanıp, Dünyanın Dört Bir Yanına Satılıyor’
‘Görevi Kötüye Kullanma’ Suçuna Yeni Şikayet
Yunuslara Özgürlük Platformu ve HAKİM; yetkili kurumların denetimsizlik halini gözler önüne seren, 5199 sayılı kanuna ve uluslararası sözleşmelere açık aykırılık teşkil eden fiilerin bir kez daha mahkemeler ve ilgili bakanlıklar tarafından cezasız bırakılması sebebiyle, yunus parklarını düzenli denetlemekle yükümlü olan Tarım ve Orman Bakanlığı, Marmaris İlçe Tarım ve Orman Müdürlüğü ve yunus parkıyla işbirliği halindeki özel veteriner kliniği başta olmak üzere, süreç boyunca kanundan doğan denetim ve uygulama görevlerini kasten veya ihmal suretiyle yerine getirmeyerek suçlara konu eylemler gerçekleştiren tüm kişi, kurum ve işletmeler hakkında “görevi kötüye kullanma” suçundan şikayette bulunmaya hazırlanıyor.
Suç duyurusu; uygulanması gereken, ancak uygulanmayan kanun maddeleri ile bakanlık ve veteriner kliniği tarafından sunulan belgelerdeki tutarsızlıklar ışığında, şüphelilerin görevlerini açıkça ihmal ettiğini, şüphelilerin yapmakla yükümlü olduğu görevlerini yapmadığını ve/veya kanunun öngördüğü şekilde yapmadığını, geciktirdiğini ortaya koyacak şekilde düzenleniyor.
Yereldeki Mücadele
Yerel seçimlerin ardından YÖP’ün çağrısına yanıt veren Marmaris Belediyesi, 2020’nin Temmuz ayında ruhsatla ilgili bir sorun sebebiyle yunus parkına kilit vurarak tesisi mühürlemiş, ancak işletme daha sonra bilinmeyen bir nedenle tekrar açılmıştı. Bölgede faaliyet gösteren Mahakder ve Muğla Doğa ve Hayvan Hakları Platformu üyeleri de iki kez farklı tarihlerde ilçede “yunuslara özgürlük” eylemleri yapmış, tesisin kapatılması için Muğla Barosu Doğal Yaşamı Koruma ve Hayvan Hakları Komisyonu’nun desteğiyle Marmaris sakinlerinden imza toplamıştı. Marmaris Çevrecileri Derneği ise, yunus parkı çevresindeki deniz kirliliğini kayda almış ve deniz içinde hapsedilen yunusların gösteri ve terapiye zorlandığı tesisin kapatılması için dönemin Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na başvurmuştu.
Ekoloji
Kuraklık Trakya’yı Sarıyor: Susuzluk Riski Giderek Artıyor

1 hafta önce
-
12 Mart 2023By
Deniz Kılıç
Trakya bölgesindeki çiftçiler, kuraklık kaynaklı büyük bir üretim sıkıntısı içerisine girdi. Bazı köylerde yağmur dualarına başlandı.
DENİZ KILIÇ | Küresel ısınma ve iklim krizi her geçen gün biraz daha hissediliyor. Mevsim normallerinin üzerinde devam eden hava sıcaklığı geleceğe endişeyle bakmamızı sağlıyor. Her yıl bir önceki yılın aynı ayına göre hissedilebilir hava sıcaklığının artış gösterdiği verilere yansıyor. Meteoroloji Genel Müdürlüğü verilerine göre uzun yıllar Ocak ayı ortalama sıcaklığı 2.9 santigrat olup 2023 Ocak ayı sıcaklığı da 5.3 santigrat olarak gerçekleşmiştir. Yağışlı gün sayısının düşmesi ve oluşan kuraklık en çok da çiftçileri etkiliyor.
Trakya bölgesinde çiftçilerle yapmış olduğum görüşme neticesinde, çiftçiler kuraklıktan kaynaklı olarak büyük bir üretim sıkıntısı içerisinde. Bu yıl bazı kanola üreticilerinin yağış yetersizliğinden dolayı ektikleri kanolayı bozarak, ayçiçeği ekim alanı olarak hazırladığını biliyoruz. Buğday ekim alanlarına atılan gübrenin yağışların gerçekleşmemesinden dolayı erimediğini ve toprağa karışmamasından dolayı buğday hububatı açısından sorun olabileceği yine bölge çiftçisinin gündeminde olan başka bir konu.
Yağmurun yağmaması halinde bu yıl buğdayda rekolte sıkıntısı ile karşı karşıya kalabiliriz. Ülkemizin en çok ayçiçeği üreten bölgesi Trakya’da çiftçiler bu yıl yağışların yetersizliğinden kaynaklı olarak ayçiçeği ekim alanlarını henüz hazır hale getiremediklerini dile getiriyor. Göl ve göletlerden çekilen sular, yeraltı kaynaklarında azalan su miktarı gelecek açısından uyarı veriyor.
ÖZEL HABER | Türkiye’de Kuraklık Her Yeri Sardı: Peki, Çare Ata Tohumları Mı?
Trakya’da Susuzluk Sorunu Ortaya Çıkabilir
Küresel ısınma ve iklim krizinin doğurduğu sonuçlar, Trakya çiftçisini birçok bölgeden daha fazla endişelendiriyor. Fakat iklim krizi deyip, insan faktörünü gözardı etmemeliyiz. İnsan eliyle su kaynaklarının yok olmasına yol açan uygulamalar, bir an önce kamu eliyle engellenmelidir. Gerekli tedbirler alınmadığı takdirde, Trakya genelinde yakın gelecekte içme suyunda ve tarımsal sulamada ciddi sorunlarla karşılaşabiliriz. Kurak bir kış mevsimini yaşayan çiftçilerin çareyi yağmur duasında aradıklarını da belirtelim. Pek çok köyde yağmur duaları yapılmaya başlandı.
Öte yandan Meteoroloji Genel Müdürlüğü’nün Aylık Sıcaklık Analizine göre, geçtiğimiz ocak ayında Türkiye genelinde beş istasyonda ölçülen hava sıcaklığının ekstrem düzeyde olduğunu görüyoruz. Bu beş istasyondan ikisi Trakya bölgesinde yer alan Kırklareli ili ve Lüleburgaz ilçesi. Diğer üç istasyon ise Erzurum, Kars ve Bingöl illeri olarak verilere yansımış durumda.
🎙️ Kandilli Rasathanesi Meteoroloji Laboratuvarı Başkanı Adil Tek: “Marmara, Ege, Batı Karadeniz ve İç Anadolu’nun batısında kuraklık olağanüstü halde. #Kuraklık analizlerine göre, önümüzdeki yıllarda bugün yaşadığımız kuraklıkların daha da artacağını öngörüyoruz.” pic.twitter.com/0VaxZdHIfn
— K2 TV (@k2haber) January 28, 2023

Balıkesir’in Bandırma ve Manyas ilçesinde bulunan Kuşgölü’nde kuraklığın artması sebebi ile sular geçen seneye göre 50 metre geride kaldı. Gölde balık nüfusu ise azaldı.
K2 HABER | Yağışların azalması sebebi ile göl suyunun geçen seneye göre 50 metre kadar geride kaldığını ve bu sebeple balıkların yumurtlama yapamadığını açıklayan Bandırma Bereketli Mahallesi Kuşgölü Su Ürünleri Kooperatif Başkanı Engin Altın, “Şu an göl seviyesi geçen yıla göre 50-60 metre daha düşük. Burada da diğer göllerde olduğu gibi kuraklıktan dolayı sıkıntı var. Kuraklık sebebiyle balıklar yumurtayı dökemiyor. Turna balığı; çimenlik sazlık gibi yerlere yumurtayı döküyor. Fakat su düşük olduğundan dolayı öyle bir şansları yok. Derin sazlarda dökebilirlerse dökecekler, Allah nasip ederse yağmurlar yağarsa, sazanın da turnanın da sular biraz daha yükselirse yumurta dökmelerine imkan sağlanacak” dedi.
İklim Adaleti Koalisyonu: Enkazlar Zeytinliklere ve Deniz Kenarlarına Dökülüyor
Kuşgölü’nde 2 bin- 2 bin 500 ton balık sirkülasyonu olduğunu hatırlatan Altın, “Suriye ve Irak gibi ülkelere ihracat oluyordu. Kuraklıktan yumurtaların biraz zayıf tutulmasından dolayı bu oran çok düştü. Hatta satışlar öyle çok düştü ki perakende satmaya başladı balıkçı. Balık az olduğu için ihracat yapamıyoruz. Bir tır doldurmak için 10-15 gün gibi bir zaman lazım. 10-15 gün içinde de tırda balık bozuluyor. İç piyasamız zaten kötü. Kooperatifimizde 64 tane ruhsatlı balıkçımız vardı. Geçen seneki su durumuna göre bu sene görüldüğü üzere teknelerimiz karada kaldı. Hatta gölde olanlar gölde kaldı. Çekemedik. Çünkü su çok yükselmediğinden dolayı gerek kalmadı. Bu kuraklık sebebiyle hem kayıklara bakım yapamıyoruz hem de karadakileri hareket ettiremiyoruz. Kuraklık balıkçılık sektörüne büyük zarar verdi.” dedi. (İHA)
Ekoloji
Deştin’de Çimento Yıkım Projesine Karşı Dayanışma Çağrısı
4 hafta önce
-
23 Şubat 2023By
Barış Tınay
Deştin’de yapımına başlanan çimento fabrikasına karşı açılan davanın bilirkişi keşfinde, Muğla halkı bir araya gelerek inşaatın durdurulması çağrısını yineledi.
K2 HABER | Kıyıları talan edilen, havası termik santrallerle zehirlenen Muğla’da, Deştin’de inşaa edilen çimento fabrikasına yönelik direniş sürüyor. Yargı sürecine taşınan inşaatın bugün gerçekleştirilecek bilirkişi keşfi öncesinde, Muğla halkı, ekoloji örgütleri ve sivil toplum kuruluşları bir araya geldi.
Yapılan basın açıklamasında sağlıklı bir çevrede yaşamanın bütün yurttaşların hakkı olduğu belirtilerek, bilirkişi heyetinin dava dosyasına koyulan uzman raporlarını hassasiyetle incelemesi istendi.
Muğla’da CHP’li Belediyelere Büyük Öfke: ‘Hiç Mi Utanmayacaksınız?’
Muğla Halkı: Çimento Yıkım Projesine Karşı Çıkıyoruz!
Deştin Çevre Platformu’ndan Gamze Çetinkaya’nın okuduğu basın açıklaması şu şekilde:
“Bugün burada tarihi bir gün yaşıyoruz. Muğla halkının çimentocu şirketler ile mücadelesi 30 yıldır sürmektedir. İlk mücadele 1993 yılında verildi. Bayır’da Çimento Öğütme ve Paketleme tesisi kurmak isteyen Çimentaş A.Ş. 03.12.1993 tarihinde bakanlıktan ÇED Olumlu kararını almıştı. Bu karara o zamanın Muğla Belediye başkanı Orhan Çakır başta olmak üzere Muğla halkının karşı çıkması sonucu çimento fabrikası kurdurulmadı.
İkinci mücadele ADOÇİM Beton San. ve Tic. A.Ş sahibi Cem SAK’ın 2005 yılı sonu ve 2006 yılı başlarında Bayır ve Deştin ortak sınırında Tekağaç Mevkii’nde iki ay içinde 95,33 dönüm arazi satın alıp, Entegre Çimento Fabrikası kurma girişimiyle başladı. ADOÇİM’in sahibi CEM SAK 06.08.2006 tarihinde bakanlıktan Entegre Çimento Fabrikası ve 52 Maden Ocağı için ÇED Oluru alır. Buna karşı Deştin Köy Muhtarlığı dava açar ve dava 06.03.2015 tarihinde köylüler lehine sonuçlanır ve 1.ÇED iptal edilir. İptal kararı 18.02.2016 tarihinde kesinleşir.
Bu arada çimentocu şirket boş durmaz. 1.ÇED Davası sürerken Muğla Çimento San. ve Tic. A.Ş adında yeni bir şirket kurar ve 2010 yılında aynı yer için ocak sayısını 13’e düşürerek yine aynı firmaya hazırlattığı 2.ÇED ile bakanlığa başvurur. 25 Aralık 2010 yılında 2.ÇED Halkın Katılım Toplantısı düzenlenir ve başta Deştin köylüleri olmak üzere yöre köylüleri ve çevreciler 2.ÇED raporuna karşı çıkarlar. Bayır meydanında yürüyüş düzenlerler.
2.ÇED, 31 Aralık 2014 yılında onaylanır. Karar belediyelere ve köylülere bildirilmez sadece Muğla Valiliği ve Menteşe Kaymakamlığı’na bilgi verilir. Kimsenin haberi olmadığı için herhangi bir itirazda bulunulmaz ve 2.ÇED kesinleşir. “Entegre Çimento Fabrikası” amaçlı 1/5000 ve 1/1000 ölçekli imar planlarına karşı da Deştin Muhtarlığı tarafından dava açıldığı ve bu davayı da 2017 yılında köylüler kazandığı için bu dönemde Çimentocu Şirket tarafından çimento fabrikası kurma girişiminde bulunulmaz.
Rafta duran ve o zamana kadar kullanılmayan 2.ÇED, iptal edilmiş imar planlarının tekrar onaylanabilmesi için Danıştay’da süren davada kullanılır ve Danıştay tarafından ÇED Olumlu raporu olduğu için iptal edilmiş imar planları tekrar onaylanır. Çimentocu şirket 2020 yılında el değiştirmiş ve Muğla Çimento A.Ş. bütün haklarıyla birlikte Kent Çimento’nun sahibi Cemal Karakurt’a satılmıştır. Cemal Kararkurt yeni sahibi olduğu Muğla Çimento A.Ş adına fabrika projelerini hazırlatır ve 29 Aralık 2021 yılında çevrecilerin ve sivil toplum kuruluşlarının karşı çıkmalarına rağmen Menteşe Belediyesi’nden yapı ruhsatı alır.
Çimento Fabrikasına karşı üçüncü mücadele 2021 yılı aralık ayında başlamıştır. 25 Aralık 2021 yılında Menteşe Kent Konseyi, MUÇEP Menteşe Meclisi ve Deştin Çevre Platformu olarak Sınırsızlık Meydanı’nda basın açıklaması yapılarak Menteşe Belediyesi’nin yapı ruhsatı vermemesi istenir. Ama Belediye 29 Aralıkta yapı ruhsatı verir.
2022 yılı ocak ayında Belediye önünde eylem yapılarak belediyenin verdiği yapı ruhsatının iptali istenir. Daha sonra 2.ÇED Olumlu kararının iptali için Menteşe Kent Konseyi, Akdeniz Yeşilleri Derneği ve 8 köylü adına 27 Ocak’ta dava açılır. Ardından da Deştin Tarımsal Kooperatifi tarafından 2.ÇED’in iptali için dava açılır. Bunu Menteşe Belediyesi’ne karşı açılan Yapı Ruhsatı İptal davaları gelir.
Açılan 2.ÇED İptal davaları bilirkişi aşamasında, hattı bilirkişi harçları da yatırılmışken süre açısından ret edilir. Bunun üzerine Danıştay’a başvurulur ve süre ret kararı bozdurularak davanın yeniden görülmesi sağlanır. Bugün burada Keşif aşamasına gelen dava 13 ay önce açılan davadır.
1.ÇED iki ayrı bilirkişi heyeti tarafından incelenip olumsuz bulunmuş, mahkeme tarafından da iptal edilmişti. 2.ÇED’in de keşifteki bilim insanları tarafından olumsuz bulunulacağına ve Çimento Yıkım Projesinin durdurulacağına inanıyoruz.
Muğla’da Çimento Fabrikası İstemiyoruz!
🍃 Deştin’de yapımına başlanan çimento fabrikasına karşı açılan davanın bilirkişi keşfi bugün yapılıyor.
👉 @destincevre @MucepMentese #DeştinçayıÖzgürAkacak pic.twitter.com/ToBSDT8fr0
— K2 TV (@k2haber) February 23, 2023
Çimento Fabrikasına Niçin Karşı Çıkıyoruz?
- Entegre Çimento Fabrikası ve 13 Hammadde Ocağı, 7751 dönümü kapsamaktadır. İzin verilirse 7656 dönüm orman alanı yok edilecektir.
- Proje sahasında kalan ormanların, kuru ya da sulu derelerin açılacak 13 hammadde ocakları nedeniyle yok edilmesi ve de ocaklardan çıkacak tozlar nedeniyle Kazan Gölenti ve Bayır yok olacaktır. Derelerin, Barajın ve Göletin yok edilmesi demek, bu havzada tarımın bitirilmesi demektir. Ayrıca Muğla’yı besleyen su kuyularının da suyunun bitmesi demektir.
- Bu ormanlar köylülerin en önemli geçim kaynaklarından biri olan Çam Balı üretimi yapılan Basralı Bal Ormanları’dır ve bu tür ormanlar koruma altındadırlar. Ağaç kesimi yapılamaz, yakınında kirletici bir tesis kurulamaz.
- Çimento Fabrikası yapısı gereği Gayri Sıhhi, kirletici tesisler içinde birinci sıradadır ve çalışırken çıkaracağı toz ve yaktığı kömür nedeniyle çevre kirliliği yaratacaktır. İklim değişikliğinin en önemli nedeni olan Fosil yakıtları azaltmak için girişimlerde bulunurken yeni bir fosil yakıt yakan kirletici bir tesise izin verilemez.
- Çimento ruhsat sahası içinde Zeytin Ağaçları vardır ve Zeytin Kanunu gereği en az 3 km mesafe içinde kirletici bir tesis kurulamaz.
- Köylüler için en önemli geçim kaynaklarından biri olan göbek mantarı bu bölgede yetişmektedir ve ormanlar yok edilirse onlarda yok edilecektir.
- Çimento fabrikasının çalışması ile açığa çıkacak toz ve duman başta kendi çalışanları olmak üzere doğrudan yöre köylülerini etkileyecek ve onların sağlığını bozmasının yanı sıra tarım ve hayvancılığı da bitirecektir.
- Hammadde ocakları ile fabrika arasındaki malzeme alışverişinin yanı sıra fabrikada işlenmiş ürünün alınıp, satışı sırasında oluşacak taşıt trafiği önemli bir çevre kirliliği yaratacaktır.
- Doğadan hammaddenin çıkarılması, taşınması ve üretim sürecinde fosil yakıt (kömür, fuel-oil, mazot vb.) yakılarak gerekli enerjinin üretilmesi ve ürün olarak çimentonun elde edilmesi aşamalarında, başta sülfür oksitleri, nitrojen oksitleri, karbonmonoksit, karbondioksit, toz ve partikül maddeler, uçucu organik bileşikler, dioksin, furan, methan ve ağır metaller atmosfere atılarak soluduğumuz hava ve çevre kirletilir. Son ürün çimentonun kendisi de önemli bir kirleticidir. Çimento tozunda arsenik, kurşun, krom, kobalt, bakır, nikel, kalay, çinko, civa gibi metaller bulunur.
- Çimento fabrikası emisyonu hem organik hem de inorganik kimyasalların ve metallerin önemli bir kaynağıdır. Çimento fabrikalarının bacalarından salınan ve havayı kirleten küçük partiküller (PM10) ve (PM2,5)(tozdan daha küçük maddeler) hastalıklara (kanser, KOAH vb.) ve ölümlere neden olur. Bu tozlar ve zehirli gazlar sert esen rüzgarların etkisiyle kilometrelerce uzağa taşınabilmektedir. Her bir 50kg’lık çimento torbası için 25kg kömür yakılır. Yaklaşık her bir ton toz çimento üretiminde bir ton karbondioksit açığa çıktığı hesaplanmaktadır.
- Muğla’daki 3 termik santral nedeniyle hava zaten kirlidir, üzerine yeni bir kirletici tesis kurulması yörede sağlıklı yaşamayı imkansız hale getirecektir.
- İklim değişikline neden olan sera gazlarının %5-6’ sı çimento üretimi kaynaklıdır.
- Çimento Fabrikası ve entegre hammadde ocakları nedeniyle çıkan toz ve duman sonucu sağlığı bozulan, tarımı ve hayvancılığı biten köylü göçe zorlanacak ve işsiz kalacaktır.
Bu nedenlerle Çimento Yıkım Projesine karşı çıkıyoruz. Sağlıklı bir çevrede yaşamak bütün yurttaşların hakkı ve çevreyi korumak ta başta devlet olmak üzere, bütün yurttaşların görevidir.
Bugün keşif heyetinde bulunan bilirkişi heyetinin dava dosyasına koyduğumuz uzman raporlarını gerekli özeni gösterip, hassasiyetle inceleyeceğine ve bilimin ışığında, halktan yana karar vereceğine inanıyoruz.”
‘Çimento İçin Tarımı, Hayvancılığı ve Çam Balını Bitirecekler’
Ekoloji
Trakya’nın Kalbine Yüzer Bombalar Koymaktan Vazgeçin!
4 hafta önce
-
18 Şubat 2023By
Barış Tınay
Saros Gönüllüleri ve Keşan Kent Konseyi, beklenen Marmara depremine dikkat çekerek Saros Körfezi’nde inşa edilen FSRU liman projesinin iptali için bir kez daha çağrıda bulundu.
K2 HABER | Dünya’nın kendi kendini temizleme özelliği bulunan Saros Körfezi’nde, bilim insanlarının ve bölge halkının tüm itiraz ve uyarılarına rağmen FSRU inşaası devam ediyor. Kahramanmaraş merkezli depremlerin ülkemizi yasa boğduğu bir zamanda, Saros’ta yaşanabilecek felaketler de bölge halkını derin endişeye sevk ediyor.
Saros Gönüllüleri Dayanışması, Keşan Kent Konseyi ve çeşitli STK temsilcilerinin katılımı ile proje alanının önünde bir basın açıklaması yapıldı. Açıklamada, “Hızla yaklaşan Marmara depremi öncesinde fay hattı üzerine Trakya’nın kalbine yüzer bombalar koymaktan vazgeçilmesini talep ediyoruz.” ifadeleri kullanıldı.
Haluk Levent Çevre Bakanlığı’na Seslendi: ‘Şirketler Saros’u Yağmalıyor!’
Saros’un Kaderi Vandalizme Kurban Edilmemelidir
Yapılan basın açıklamasının tamamı şu şekilde:
“Beş yıllık mücadelemiz boyunca dava dosyalarımızda, itiraz dilekçelerimizde, basın açıklamalarımızda ve sosyal medya hesaplarımızda Saros Körfezinin tüm güzelliklerini, özelliklerini, farklılığını, çeşitliliğini tek tek anlattık, dile getirdik.
Bugüne kadar hep, Körfezin FSRU denilen Yüzer LNG Depolama ve Gazlaştırma Ünitesi limanı ve boru hattı projesi için uygun olmadığını ispatlamak adına sunduğumuz tüm verilerin, bilimsel ve hukuka dayalı olmasına özen gösterdik.
Ama maalesef Saros’u katletmeye ant içmiş olanlar, bilimi ve hukuku hiçbir zaman öncelik sırasına almadıkları için çığlıklarımızı duymazdan geldiler.
Katar’ın gazını Avrupa’ya sevk etmek için Edirne’den Çanakkale’ye tüm bölgeyi ve insanlarını çevresel, bilimsel ve hukuksal adaletsizliğe maruz bıraktılar. Bu devasa ticari limanı Saros Denizi’ni katlederek, tarım arazilerimizi yok ederek acımasızca, fay hattı üzerine son hızla inşa ettiler.
Proje başlamadan BOTAŞ’ın açıklamalarında ve ÇED raporunda günde 28 milyon metreküp üretim yapılacak, günde bir gemi ya gelir ya gelmez diyorlardı. Proje bittiğinde geldiğimiz noktada ise daha geçen ay yapılan anlaşmalarla LNG taşımacılığında Saros’u Enerji transfer bölgesi Trakya’yı hub alanı ilan ettiler.
Umman’dan 10 yıl süreyle, yıllık 1,4 milyar metreküp, Bulgaristan ile 13 yıllık süreyle yıllık 1,5 milyar metreküp uzun yıllara yansıyacak uluslararası anlaşmalar yaptılar.
Bulgaristan Enerji Bakanı imzalanan anlaşmayı “tarihi bir belge” olarak nitelendirerek, Türkiye’ye kadar ulaşacak gaz miktarlarından bizler de yararlanabileceğiz diyerek mutluğunu ifade etti!
Tehlikenin farkında mısınız dostlar? Kazanan başka ülkeler ama katledilen hep bizim denizimiz hep bizim doğamız! Daha kaç felaket yaşamamız gerekiyor bu ağır bedelleri canımızla ödememek için? Hani bu FSRU limanı sadece Trakya ve Marmara bölgesinin gaz ihtiyacı için yapılmıştı? Hani bölge halkı için yüksek istihdam kaynağı olacaktı?
Geçtiğimiz günlerde Yüreğimiz paramparça, kalbimiz depremdeki kayıplarımız ve yaralılarımız için atarken, arkamıza baktığımızda cennet körfezimizin sığ sularında zorla sürükleyerek ilerletilen bir gemi gördük… Ama bir aksilik vardı, gemi bir türlü ilerleyemiyordu! Çünkü hesap edemedikleri bir durum vardı! Saros’un her daim olan güçlü dip akıntıları nedeniyle, yaz boyu gemi geçişi için hazırladıkları geçiş güzergahı kumullarla kapanmıştı
Daha ilk günden Saros’a zarar vermeye başladılar! Gemi etrafında 5 kılavuzla iple çekilerek zorla sürüklenirken dip kumullarını, dip florasını, balıkların yuvalarını yara- yıka parçalayıp ezerek ilerliyordu. Aslında dev bir canavara benzeyen gemiye karşı Saros bile yol vermiyor direniş gösteriyordu… Ve zamanlama yine sinsi ve yine manidar dostlar!
Tıpkı pandemide biz davacı tarafın karantinada olduğu dönemde ‘’siz evden çıkamazsınız, sakın gelmeyin biz kurumlardan görüş aldık ‘’ diyerek ÇED raporunu olumlu yaptırdıkları gibi manidar. 38 binden fazla canımız gitmiş, ülke yangın yeri, sonsuz yas içindeyiz! Can pazarında yaşayan vatandaşlarımız için yardım seferberliğindeyken, belli ki bir aceleleri var. Anlaşılan Katar’a verilen sözlerin zamanı gelmiş!
Saros Düşmanlığı Bitmiyor: ‘Kıyılar Ticarileştiriliyor, Sahiller Halka Kapatılıyor
ÇED Raporu İhlal Ediliyor
Hiçbir hassas dönemde fırsatı kaçırmıyorlar… Ve maalesef daha önce defalarca ihlal edildiği gibi yine projenin Anayasası sayılan ÇED raporu da ihlal ediyorlar. Şimdi sayacaklarım daha bizim tespit ettiklerimiz, edemediğimiz daha neler var bilmiyoruz:
1- İskeleyi 270 metre dediler, ihalede 320 metreye çıkardılar!
2-Boru çapını 1 metreden 90 cm indirdiler.
3-Proje alanını 52,3 hektar alan dediler ihtiyaç oldukça peyder pey büyüttüler, şu anki işgal alanını hesap bile edemiyoruz.
4-Deniz dibi atmosferinin oksijen kaynağı deniz çayırlarını, 860 metre uzaklığa taşıyarak dikilen alana % 100 uyum sağlamıştır dediler ve izleme raporlarını 3 aylık aralıklarla sunacaklardı ya hiç sunmadılar. Şu anda güya dünyada ilk defa denenen yöntemle proje bittikten sonra yerine dikilecekti ama maalesef Yaşıyorlar mı öldüler mi bizler de akıbetlerini bilmiyoruz!
BOTAŞ, bir de üstüne üstlük bu akıbeti bilinmeyen çayırların taşınmasından uluslararası Yeşil Elma Ödülleri’nde altın ödül kazanmış! Hani taşınan çayırlar nerede?
Öyleyse Proje bittiğine göre artık verilen sözü yerine getirme zamanı! 6000 metre kare alandan taşınan çayırların deniz dibine indirip yerine geri dikmelerini bekliyoruz…
5- Projenin bulunduğu bölgedeki çevresel unsurlara azami hassasiyet gösterildiğini, 1.000.000 lavanta fidanı, 100.000 zeytin fidanı, binlerce çam fidanı ve badem ağaçları, toprakla buluşturdu diyorlar. Hani nerede siz böyle bir fidanlık görebiliyor musunuz? O çayırların, bu yalanların, her yanlışınızın ve tüm ihlallerinizin takibinde olacağız …
6- Anayasa ile korunan yanan orman alanı kullanımı kurallarına uymadılar, bunların içinden boru hattı geçirdiler
7- En önemlisi Ülkemizin taraf olduğu, Barselona, Bern, Paris anlaşmaları, bio çeşitlilik sözleşmeleri göz ardı ettiler hiçbirine uymadılar.
Biz artık bu ihlal edilen ÇED ve yalan yanlış verilen sözlerle bir yılda Saros’a kaç gemi gireceğini, kirlenmenin ne boyuta çıkacağını körfezin ve çevresinin akıbetini öngöremez olduk! Ayda, haftada veya günde kaç gemi için güvenlik önlemleri alınacağını, ne kadar temiz deniz hakkımızdan mağdur olacağımızı bilemez olduk.
Oysaki; hatırlayınız! İlk davanın keşifi için gelen 10 Bilim insanı projeyi hiçbir noktada bilimsel açıdan uygun bulmamışlardı. İnşaat, Çevre, Orman, jeoloji, Petrol, Ziraat mühendisliği açısından, su bilimi, bitki bilimi açısından ve şehir planlamacılığı açısından uygun bulunmadığı anlatılan bilimsel raporlara istinaden ilk davamızı da kazanmıştık.
Tabi kazanmamız işlerine gelmeyince atadıkları Bilim insanı sayısının çift sayı olmasından mütevellit davayı usulden bozdular ve bu günlere kadar sürüklendik. Peki şimdi, bunca yaşanan şeyden sonra ne değişti? Neler olacak? Neler yaşayacağız?
Şimdi yaşadığımız son deprem felaketinden ötürü bu basın açıklamasını endişe ve korku içinde olan binlerce vatandaşımız adına yapıyoruz… 5 yıl önce hazırlanan ÇED raporuna bakıldığında da proje alanı ve kara boru hattının bulunduğu alan deprem tehlikesi yüksek olanlar olarak sınıflandırılmıştı.
Son yaşanan Deprem ile de Kuzey Anadolu Fay hattının harekete geçtiğini söyleyen onlarca bilim insanı Trakya için felaket kapıda olduğunu, her an Marmara’da deprem olabileceğini söylüyorlar. Yaşadığımız büyük ve yıkıcı bir deprem etkisiyle doğal olarak korkuyoruz… Sözünde durmayan, sürekli işine geldiği gibi ÇED raporu ihlal edildiğinden hiçbir güven duymuyoruz. Yeni oluşan deprem hatlarına göre yer kabuğu değiştiyse, korkunç bir gerçek ortaya çıkmıştır.
Av. Bülent Kaçar: ‘Saros Körfezi’nde Vandalizm Yaşanıyor’
Aktif Fay Hatt Bulunuyor
5 yıl önceki riske göre analiz edilen bölge ve yazılan ÇED raporu başta jeolojik açıdan olmak üzere daha önce incelenen tüm bilimlerden yeniden bilimsel araştırma yapılmasını talep ediyoruz! Ve Bilim insanlarının raporlarında dediklerine göre;
1-Deniz tabanının zemin profilinin balçık, kum tabakasının gevşek orta-sıkı olduğunu deprem etkisi altında sıvılaşma nedeniyle ani oturma olabilecektir.
2-Liman dolgu alanı için kaçak taş ocağından alınan taşların yeterli sertliği, basıncı, erime, aşınma direnci hesaplanmamıştır.
3-Aktif fay hattı üzerine yaptığınız limanının ve boru hattının olası bir depremde yatay ve düşey etkisi hesaplanmamıştır.
4 -Olası bir sızıntıda 10 km çapında bölgede yangın olma ihtimali var, yangın risk önlemleri alınmamıştır.
5- Bir LNG gemisi patlarsa 55 atom bombası şiddetinde etkisi olduğunu söyleyen Türkiye Denizcilik Federasyonundan görüş alınmamıştır.
Biliyoruz ki siz yine bizi de bilimi de dikkate almayacaksınız… Ama biz susmayacağız, tarihe not düşüyoruz, hep söyledik yine söylüyoruz: Bu projenin yer seçimi yanlıştır, hatalıdır!
Turizm koruma ve Geliştirme bölgesi, özel çevre koruma alanı olan Saros’un kaderi vandalizme kurban edilmemelidir… Doğa affetmez! Doğa ile inatlaşmanın bedelini bundan sonra bizler ödemek istemiyoruz.
Henüz liman açılışı yapılmamışken, yaşanan depremden ders alınmasını, başta Jeolojik açıdan olmak üzere projenin tümüyle yeniden gözden geçirilmesini, hızla yaklaşan Marmara depremi öncesinde fay hattı üzerine Trakya’nın kalbine yüzer bombalar koymaktan vazgeçilmesini talep ediyoruz…”

BluTV’nin yeni orijinal belgeseli Eko Eko Eko, ilk iki bölümüyle yayımlandı. Gezegenin yaşadığı ekolojik çöküşe modern kentli insanının nasıl tepki verdiğini anlatan belgesel, daha şimdiden büyük yankı yaptı.
K2 HABER | Ekoloji aktivistlerinin uzun zamandan beri beklediği belgesel nihayet yayımlandı. Belgesel ve dramanın bir arada olduğu yapım için; 2015 ile 2022 yılları arasında Türkiye’nin dört köşesinde, toplamda on bini aşkın kilometre yol kat edilerek tamamlanan belgesel için altı termik santral, dört rüzgar enerjisi santrali, beş baraj gölü, dört dere tipi hidroelektrik santrali, üç güneş enerjisi santrali, bir jeotermal elektrik santrali ve bir nükleer enerji santrali ile Türkiye’nin en büyük altın ve kömür madenleri gezildi. Toplam 300 saat görüntü arasından altı bölümlük bir belgesel haline getirilen projede yerleşik hayatın başladığı yerlerden biri olan Aşıklı Höyük’ten, binlerce yıllık medeniyetin Ilıca Barajı nedeniyle taşındığı Hasankeyf’e, Dünya’nın insan eliyle yapılmış en eski su tünellerinden biri olan Titus Tünel’inden, Türkiye’nin nazar boncuğu diye anılan Meke Gölü’ne birçok ekolojik alan belgelendi.
Eko Eko Eko: Çoğunluğu Öğrencilerden Oluşan Bir Ekip Var
Yönetmen İlkay Nişancı’nın yıllardır üstünde çalıştığı belgeselinde kendisine çoğunluğu öğrencilerinden oluşan 186 kişilik bir ekip eşlik etti. Projenin danışman kadrosunda ise Prof. Dr. Fuat Ercan, Prof. Dr. Fikret Adaman, Prof. Dr. Doğanay Tolunay, Doç Dr. Oğuz Kurdoğlu, Doç. Dr. Sedat Gündoğdu, Dr. Gaye Yılmaz, Dr. Aslı Odman, Dr. Güneş Duru, gibi akademisyenlerin yanı sıra ekoloji konusunda Türkiye’nin önde gelen isimlerinden Akgün İlhan, Bülent Şık, Fevzi Özlüer, Özgür Gürbüz, İbrahim Gündüz ve daha bir çok isim yer alıyor. Belgesel için ayrıca Türkay Nişancı tarafından 17 ayrı müzik parçası bestelendi.
Türkiye, AB Ülkelerinin Plastik Çöplüğü Olmayacak
Acaba Ne Kadar Karbon İzi Bırakıyorum?
Belgeselde yer alan Ceren Moray da ‘çevreci’ ve ‘karşıt’ personaları canlandırdığı başarılı performansıyla göz dolduruyor. Moray, günlük hayatta herkesin aklını kurcalayan “Acaba ne kadar karbon ayak izi bırakıyorum?”, “Dişlerimi fırçalarken musluğu kapatarak gezegeni kurtarabilir miyim?”, “Güvenlikli sitelerde yaşayıp, organik gıda tükettiğimde, içme suyumu dağların en tepesinden doldurulmuş damacanalardan içtiğimde ekolojik felaketten uzak durabilir miyim?” gibi sorular üzerinden bir tartışma başlatıyor.
Fragman

Son yıllarda bir kavram var, Alan Yönetimi… Çekül Vakfı’nın tespitine göre, UNESCO Miras Alanları ile ilgili bir durum bu. Arkeolojik, kentsel ve doğal sit alanlarının güya korunmasıyla ilgili… Buraları bakanlıklara bağlı kuruluşlar, mesela Milli Parklar Müdürlüğü, müzeler veya yerel yönetimler koruyamıyor, ayrıca yönetimde bir sorun ortaya çıkıyor, yetki karmaşası yaşanıyor. Yeni icat edilen ‘Alan Yönetimi’ kurtarıcı olarak devreye girsin isteniyor.
CENGİZ ERDİL | Çekül Vakfı soruyor; “Gerçekten ‘Alan Yönetimi’ kavramı her derde deva bir formül mü? Bürokratik, zorunluluktan doğan bir yasal süreç mi? Bir örgütlenme modeli, güçlü bir yeni otorite mi? Yoksa klasik temsili demokrasinin tıkandığı alanlarda, özellikle mirasın korunmasında yeni bir yönetim denemesi mi?”
Hiçbiri değil…
Ülkemizde Alan Yönetimi, bu alanların yapılaşmaya açılmasından başka bir şey değil.
Alan Yönetim Başkanlığı’nın oluşturulduğu Kapadokya ve Çanakkale Gelibolu Milli Parkı’nda ciddi sorunlar var. Kapadokya’da peri bacalarının yakınından yol geçiriliyor, Gelibolu Yarımadası’nda köylülerin yüz yıllık bağ ve bahçelerinde tarım yapmalarına engel çıkarılıyor.
Zeytinlikleri Faili Meçhule Götürmek İstiyorlar
Şimdi Sırada Uludağ Var
AKP Bursa Milletvekillerinin imzası bulunan 13 maddelik Uludağ Alanı Hakkında Kanun Teklifi’, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı’ndan geçti. Teklif, Bursa’daki Uludağ Milli Parkı’nın korunmasının sağlanması amacıyla ‘Uludağ Alan Başkanlığı’ kurulmasını öngörüyor.
İYİ Parti Grup Başkanı ve Bursa Milletvekili İsmail Tatlıoğlu, ‘Alan Başkanlığı’ yapılmak istenen bölgenin çok kıymetli olduğunu belirtmiş ve şöyle demiş; “Uludağ’ın Alan Başkanlığı kapsamına alınmasını gerektirecek neden yok. Burası belediye ile düzgün bir şekilde imar planının uygulanabileceği bir yer. Ama burası, ayrılarak tam anlamıyla kullanılabilecek bir alan. İstismara çok açık bir şey. Dolayısıyla burada biraz aceleleri var.”
Burayı önemli kayak merkezi olarak biliyoruz ama kayak alanı Uludağ’ın devede kulak bir parçası. Türkiye’nin en büyük milli parkları arasında yer alan Uludağ Milli Parkı alanının yüzde 84’ü Mutlak Koruma Alanı içerisinde bulunuyor. Bilimsel araştırmalar dışında hiçbir faaliyete izin verilmeyen, insan etkisinin yasaklandığı alandan söz ediyoruz.
Düzenlemede turizm amaçlı gerçekleştirilecek tahsis süreci ve yatırımlar yapılması maddesi dikkat çekici.
Uzmanlar bu düzenlemeyle Uludağ’da yapılaşmanın artacağını, zaten betona gömülen Bursa’da dağ eteklerinde orman varlığının yok olacağını savunuyor.
Uludağ’da milli park 13 bin hektar genişliğinde. Uludağ aynı zamanda önemli bir uluslararası kuş konaklama alanlarından. Sayıları gittikçe azalan sakallı akbaba ve kaya kartalının yuvası olan yöre, paçalı baykuşun ilk görüntülendiği yer… Ayrıca apollo kelebeğinin ender yaşadığı bölgelerden.
Bursa’nın temiz havası, suyu olan Uludağ’ı anlatırken ünlü seyyah Evliya Çelebi’yi anmadan olmaz. 400 yıl önce Uludağ’ı şöyle anlatmış: “Bir kayadan gayet soğuk bir Ab-ı hayat fışkırır ki, insan içinden bir taş çıkaramaz. Buz gibidir. Burada küçük büyük göller vardır. Bu göllerde birer ikişer okkalık alabalıklar yetişir. Buralarda ki su birikintilerinde haliçlerde kışın su donar. İstanbul tarafından iki-üç yüz neferiyle karcıbaşı gelerek bu göllerden buz keser. Her parçası sanki billur ve neceftir. Elmas parçası gibi parıltısı insanını gözünü kamaştırır. Mudanya iskelesinden kar gemilerine yüklenir ve İstanbul’a padişahın mutfağına, helvahanesine, has haremine ulaştırılır.”

Başta yeşil örtü, toprak ve biyolojik çeşitlilik olmak üzere ömrünün büyük bölümünü çevre çalışmalarına adayan TEMA Vakfı Kurucu Onursal Başkanı, Yaprak Dede Ali Nihat Gökyiğit 98 yaşında aramızdan ayrıldı. Ali Nihat Gökyiğit, 26 Ocak Perşembe günü Edirnekapı Sakızağacı Mezarlığı’nda ailesi, sevenleri, TEMA Vakfı gönüllüleri ve çok sayıda doğaseverin katılımıyla düzenlenen törenle toprağa verildi.
K2 HABER | Yol arkadaşı Hayrettin Karaca ile bugün Türkiye’nin çevre alanında faaliyet gösteren en büyük sivil toplum kuruluşlarından biri olan TEMA Vakfı’nı 67 yaşında kurdu. TEMA Vakfı’nın biyolojik çeşitlilik ve kırsal kalkınma konularında yaptığı ilk projelerin hem lideri hem de destekçisiydi. Aynı zamanda Tekfen Grubu’nun ve ANG Vakfı’nın da kurucusu olan Sayın A. Nihat Gökyiğit, Nezahat Gökyiğit Botanik Bahçesi’nin ve dünya barışına hizmet eden önemli kültür faaliyetlerinden biri olan Tekfen Filarmoni Orkestrası’nın da kurucusuydu.
Gürcistan ve Kırgızistan tarafından fahri konsolosluk, Çukurova, Boğaziçi ve Gaziosmanpaşa Üniversiteleri tarafından fahri doktora unvanı verilen Sayın A. Nihat Gökyiğit, Cumhurbaşkanlığı Devlet Üstün Hizmet Madalyası ve TBMM tarafından verilen Üstün Hizmet Ödülü’nün de sahibiydi. Son olarak ise Galatasaray Derneği’nden “Çevre” temalı “Galatasaray Ödülü”nü almıştı.
Gelir yaratacak üretimin doğaya dost olması gerektiğine inanırdı
Yeşil ve yaşanabilir bir dünyaya ulaşmayı hedefleyen Kurucumuz, Artvin’in Borçka ilçesine bağlı Camili (Macahel) köylülerinin TEMA Vakfı’na gönderdikleri, içinde bulundukları ekonomik ve sosyal sıkıntıyı anlatan mektuba kayıtsız kalmayarak Camili Kırsal Kalkınma Projesi’ni başlatmıştı. Gökyiğit, gelir yaratacak üretimin doğaya dost olması gerektiğine inanırdı. Yapılan çalışmalar ile bölge tanıtıldı, halka ek geçim kaynakları sağlandı ve UNESCO tarafından Camili’nin Dünya Biyosfer Rezerv alanına dâhil edilmesine katkı verildi. Bunun yanında bölgede yapılan çalışmalar ile neslinin tükendiği sanılan saf Kafkas arısı bulundu ve üretilen damızlık ana arılarla beldeye gelir yaratıldı. Proje ayrıca Camili’nin Türkiye’nin İlk Biyosfer Rezervi olmasına öncülük etmiş ve Johannesburg Dünya Zirve Konferansı’nda ödüle layık görülmüştü.
Türkiye, AB Ülkelerinin Plastik Çöplüğü Olmayacak
“Bir doğa bilgesini kaybetmenin derin üzüntüsü içerisindeyiz”
Sayın Ali Nihat Gökyiğit’in gerçek bir doğasever olduğunun altını çizen TEMA Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Deniz Ataç, “Bir doğa bilgesini kaybetmenin derin üzüntüsü içerisindeyiz. Sayın Ali Nihat Gökyiğit, ömrü boyunca durmak bilmeden doğa için yürüttüğü çalışmalarla, bir insanın inanarak ve severek neleri başarabileceğini bize en güzel şekilde gösterdi. Değerli büyüğümüz Ali Nihat Gökyiğit’in yaşamından hepimizin çıkaracağı birçok ders olduğuna inanıyorum. Şüphesiz ki insanlık ve doğa, Kurucumuzu ve çabalarını minnetle hatırlayacaktır. Biyolojik çeşitlilik konusuna verdiği önem sebebiyle, 2021 yılında başlattığımız ve kendisinin adını verdiğimiz “A. Nihat Gökyiğit Biyolojik Çeşitlilik Projesi”ni sürdüreceğiz. ‘TEMA Vakfı’nın yaşaması en büyük arzumdur’ diyen Yaprak Dedemizin bize bıraktığı bu değerli mirasa 81 ilde, 1 milyonu aşan gönüllümüzle sahip çıkmak içinyolumuza inançla devam edeceğiz. Herkesin ve doğanın başı sağ olsun” dedi.

Yeni IPCC Raporu Yayımlandı: İklim Krizi’nin Ciddiyetinin Altını Çiziyor

İkinci Yüzyılın İktisat Kongresi Millet İttifakı Başkanlarını Buluşturdu

Övgün Ahmet Ercan: Deprem Bilimsel bir konudur, Kaderle İzah Edilemez

Genç Eğitimci Ersin Öztürk Meclis Yolunda

Ember: Türkiye’nin Kömür İthalatı İki Katına Çıktı

AB Yeşil Mutabakatı İlerliyor: Bu Bir İrade Meselesidir

Marmaris’teki Onmega Yunus Parkı Tamamen Kapatıldı

Yenilenen Kadrosuyla İstibdat Kumpanyası İzleyicisiyle Buluşuyor

Kuraklık Trakya’yı Sarıyor: Susuzluk Riski Giderek Artıyor

Balıkesir Manyas Kuşgölü’nü Kuraklık Vurdu

İklim Adaleti Koalisyonu: Enkazlar Zeytinliklere ve Deniz Kenarlarına Dökülüyor

Akşener ve İmamoğlu, Depremzedelerin Acılarına Ortak Oldu
Öne Çıkan Haberler
-
Ekoloji1 hafta önce
Kuraklık Trakya’yı Sarıyor: Susuzluk Riski Giderek Artıyor
-
Politika3 hafta önce
SODEV’in Yeni Başkanı Seçildi
-
Politika2 hafta önce
CHP’li Alaaddin Güncer: Kılıçdaroğlu’nun Adaylığı Halka Umut Oldu
-
Ekoloji4 hafta önce
Trakya’nın Kalbine Yüzer Bombalar Koymaktan Vazgeçin!
-
Ekoloji3 gün önce
Ember: Türkiye’nin Kömür İthalatı İki Katına Çıktı
-
Ekoloji2 gün önce
Övgün Ahmet Ercan: Deprem Bilimsel bir konudur, Kaderle İzah Edilemez
-
Politika20 saat önce
İkinci Yüzyılın İktisat Kongresi Millet İttifakı Başkanlarını Buluşturdu
-
Politika1 hafta önce
Akşener ve İmamoğlu, Depremzedelerin Acılarına Ortak Oldu