Ekoloji
Türkiye’de Kuraklık Her Yeri Sardı: Peki, Çare Ata Tohumları Mı?
By
Barış TınayDOSYA: KURAKLIK | İklim krizinin en önemli sonuçlarından olan kuraklık, dünyanın gidişatı açısından oldukça geniş bir etki alanına sahip. İklimdeki değişimlerin radikal sonuçlarını görmeye başladığımız bu dönemde, biyoçeşitlilikten tarıma, tarımdan gıdaya, gıdadan ekonomiye ve hatta teknolojiye kadar birçok alan kuraklıktan payını alıyor.
K2 HABER | DOSYA HABER | DİLAN KARACAN | Ülkemizde kurumuş göllerde, suyu tükenen barajlarda, tarımsal rekolte kayıplarında gün geçtikçe artış yaşanıyor. Güneydoğu Anadolu bölgesi odağında yaşanan kuraklık süreci neredeyse bütün ülkeyi esiri altına almış durumda. Kuraklığa refleks olarak geliştirilen dikey ve topraksız tarım modelleri için ar-ge çalışmaları başlamış durumda. Öte yandan belediyeler su tasarrufu teşviki amacıyla kademeli su tarifeleri sunmaya başladı. Vatandaş bazında alınacak önlemler için yapılan farkındalık çalışmaları oldukça hız kazandı.
Gıda Krizi ve Kuraklık
Ali Ekber Yıldırım: ‘Artık her 2-3 yılda bir kuraklık yaşandığını görüyoruz’
Dünya Gazetesi Tarım Yazarı Ali Ekber Yıldırım iklim krizinin de etkisi ile kuraklığın eskiye oranla ne derece vahim seviyelere geldiğine dikkat çekiyor: “İklim degişikliği dediğimiz durum 40-50 yıl gibi uzun vadede ortaya çıkabilen değişiklikleri kapsıyor. Ancak bunun kuraklık, sel, taşkınlar, aşırı yağış gibi etkileri oluyor. Kuraklık için konuşursak geçmişte yani bundan 30 yıl – 40 yıl önce hep bir kuraklık döngüsü vardı. 10-15 yılda bir kuraklık yaşanıyordu. Şimdi Türkiye de dahil olmak üzere bu döngülerin giderek bozulduğunu ve bölgesel olarak farklılık göstermek kaydıyla, her 2-3 yılda bir kuraklık yaşandığını görüyoruz. Dünya çapında baktığımızda özellikle Afrika’da zaman zaman da kıta olarak Avusturalya’da yaşanıyor. Artık her sene bir bölgede kuraklık görebiliyoruz. Geçtiğimiz sene Ukrayna’da kuraklık vardı.”
DOSYA HABER | ‘Marmara Denizi, ‘Hayalet Deniz’ Olabilir!’
‘Bizim soframıza fiyat artışı olarak yansıyabiliyor’
Yıldırım, kuraklığın yarattığı ekonomik etkiler ile birlikte bölgesel olmaktan çıkıp küresel etkilere sahip olduğunu belirtiyor: “Kuraklık artık tarım ve gıda açısından en önemli sorun haline geldi. Sadece kendi ülkemizdeki kuraklıktan değil dünyanın herhangi bir yerinde yaşanan kuralıktan da olumsuz etkilenebiliyoruz. Bizim en fazla ayçicek veya ham yağ ithal ettiğimiz ülkelerden birisi olan Ukrayna’da kuraklık yaşandığı zaman bizim soframıza fiyat artışı olarak yansıyabiliyor. Avusturalya’da yaşandıgı zaman buğday üretimi azalıyor ve dünya buğday fiyatları yükseliyor.”
‘Aşırı sıcak olursa ve yağış olmazsa, zarar daha büyük olabilir’
Kuraklığın yerli tarım ve gıda sistemimizdeki etkisine değinen Yıldırım, yaşananların halkın sofrasına direkt olarak yansıdığına dikkat çekiyor: “Türkiye’ye baktığımızda özellikle Güneydoğu Anadolu bölgesinde yogun başlayan kuraklık, onunla sınırlı kalacak gibi görünmesine rağmen, nisan-mayıs döneminde özellikle yağışların azalmasıyla İç Anadolu bölgesinde de ortaya çıktı.
Buğdayı, arpayı, mercimeği, nohutu konuşuyoruz ama önümüz uzun ve biz daha sezonun başlangıcındayız. Bundan sonra sebze, meyve nasıl etkilenecek? Aşırı sıcak olursa, yağış olmazsa zarar daha büyük olabilir. Kuraklığın etkisine çözüm sadece ‘buğday üreticisi zarar gördü’ diyip zararı karşılayıp sigorta yapmakla sınırlı kalmıyor. Mesela buğday ve arpa zarar gördüğü zaman hayvancılık sektörü de olumsuz etkileniyor. Benim hatırladığım kadarı ile ilk kez arpa ve mısır fiyatı, buğday fiyatının üzerine çıktı. Bu pek rastlanılan bir durum değil. Bu durumda yem maliyeti artıyor. Yetiştiricinin ürettiği et-süt maliyeti de artıyor ve gene bizim soframıza yansıyor. Şu sıralar un sanayicileri ve yem sanayicileri buğday kavgası veriyor. Arpa ve mısır pahalı olunca yem sanayicileri ekmeklik buğday almaya başladı. Bizim ekmek olarak tükettiğimiz buğdayı onlar alıp yem yapıp hayvanlara yediriyor. Dolayısıyla kuraklık çok yönlü şekilde ekonomiyi, tarımı ve gıdayı etkileyen bir faktör diyebiliriz.”
‘En çok yoksul ülkeler ve yoksul insanlar etkileniyor’
Pandeminin de etkilerine değinen Yıldırım kurak, iklim değişikliği ve pandeminin gıda üretimine ve erişimine darbe vurduğunu söylüyor: “Dünyada da benzer sıkıntılar yaşanıyor. Dünya gıda fiyatları pandemi döneminde son on yılın en yüksek seviyelerine ulaştı. Dolayısıyla ithalat yapmak daha zor bir hale geldi. Dünyada kuraklık tek başına değil ama iklim degişikliği ile birlikte giderek gıda üretimini ve aynı zamanda gıdaya erişimi zorlaştırıyor. Bundan en çok yoksul ülkeler ve yoksul insanlar etkileniyor. Çünkü üretim azaldığı zaman gıda fiyatları artıyor. Dünya’da pandemi dolayısıyla bir belirsizlik var. Bu ne kadar sürer devam eder diye üretici ülkeler ürünü elinde tutuyor ve birtakım kısıtlamalar uyguluyorlar. Bazı ülkeler ihtiyacından fazla ürün alıyor. Örneğin Çin iki yıl önce 4 milyon ton mısır alırken geçen sene 8 milyon ton ve bu sene 12-13 milyon ton mısır aldı. Bu tür alımlar fiyatları yükseltiyor. Fiyatlar yükselince yoksul kesimin gıdaya erişiminde sıkıntı yaşanıyor.“
Çiftçi-Sen’den Gıda Egemenliği İçin Mücadele Çağrısı
‘Türkiye’de şu an çok ciddi su problemi var’
Yıldırım, ülkemizdeki su probleminin tarıma yaptığı büyük darbe sonucu yaşanmaya başlayan değişimleri anlatıyor: “Su kaynakları ciddi olarak azalıyor. Türkiye’de şuan çok ciddi su problemi var. Aydın Valiliği sezon öncesinde açıklama yaptı ve “Ben bu sene çiftçilere sadece iki kez su verebilirim. Barajlarda su yok. Ona göre karar verin ve ona göre üretim yapın” dedi. Bu, ürün cinslerini de değiştiriyor. Hem dünyada hem Türkiye’de bu durum böyle. Su sıkıntısı ve iklim degişikliği etkileri böyle sorunlara neden oluyor. Aydın’da pamuk eken çiftçi artık daha az su istediği için ayçiçeğine yöneldi. Buğday ekimi arttı. Ürün cinsi değişmeye başladı. İhtiyacımız olan pamuğu bu şartlar altında ithal etmek zorunda kalıyorsunuz. İthalat pahalıysa da daha büyük maliyetlerle karşı karşıya kalıyorsunuz.”
‘Ata tohumlarını ve yerel tohumları tekrar yaşatmak’
Yıldırım, kuraklık ve iklim değişikliliğinin biyoçeşitlilik ve tarımsal etkilerine çözüm yaratmak adına ata tohumlarını örnek gösteriyor: “Tabi iklim değişikliği ve kuraklık ile birlikte biyoçeşitliliği korumak giderek daha da zor hale geliyor. Biyoçeşitliliğin giderek azalması ciddi bir sıkıntı ama bu durumu bir açıdan da avantaja dönüştürebiliriz. Ülkelerin ve Türkiye’nin de daha önce yaptığı gibi ata tohumlarını ve yerel tohumları tekrar yaşatmak çok önemli bir mesele oldu. Bu, kuraklığa ve iklim değişikliğine karşı önemli bir avantaj sunuyor. Mesela Mardin en çok kuraklığın olduğu yerlerden birisi. Ama orada ata tohumu olarak sorgül denilen bir buğday çeşidi mevcut. Onu eken az sayıda çiftçinin ürünlerinin çok fazla etkilenmediği görüyoruz. Değişik bölgelerde siyez buğdayı ve karakılçık ata tohumlarının daha az etkilendiğini görüyoruz. Konya’daki Bahri Dağdaş uluslararası tarımsal araştırma enstitüsünün geliştirdiği birkaç tohumun kuraklıktan daha az etkilendiğini görüyoruz. Dolayısıyla bizim bu tür çeşitleri kuraklığa karşı daha fazla yaygınlaştırıp üretimi bunlar üzerinden yapmamız çok önemli. Bir de suyu verimli kullanmak adına vahşi sulamadan vazgeçip modern basınçlı sulama sistemlerini yaygınlaştırmamız gerekiyor.”
Türkiye’nin Gıda Sorunu
Gökhan Günaydın: ‘Türkiye, yaşamsal bir gıda güvencesi sorununa sahip!’
İklim krizinin sonuçlarına dikkat çeken TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası Eski Genel Başkanı ve eski Ankara Milletvekili Gökhan Günaydın insan faaliyetlerine vurgu yapıyor: “Yerkürenin yaşamakta olduğu iklim değişimi; iklim kuşaklarının yer değişimi, sıcaklıkların artması, yağışların azalması, mevsim anomalilerinin daha sık görülmesi gibi sonuçlarıyla etkisini gösteriyor. Bu anlamda insan faaliyetlerinin olumsuz etkisiyle ortaya çıkan iklim değişimi, sektörel faaliyetleri sınırlandırıyor ve çerçevesini yeniden çiziyor.”
DOSYA HABER | Mevzu Biraz ‘Pis’: Türkiye, Neden Avrupa’nın Çöpünü Topluyor?
‘Anadolu yarımadasının iklim değişiminin etkilerine en açık bölgelerden birisi’
Günaydın Türkiye’nin coğrafi konumu nedeniyle iklim değişikliğinden oldukça fazla etkilenecek bir yapıda olduğunu ve kuraklığın gittikçe arttığını belirtiyor: “Anadolu yarımadasının iklim değişiminin etkilerine en açık bölgelerden birisi olduğu gerçeğine, bilim insanları uzun süredir dikkat çekiyorlar. Buna göre, Akdeniz havzasında iklim kuşakları 150 ila 300 km kuzeye doğru kayıyor. Bunun anlamı, satır başlarıyla, Türkiye’nin zaten düzensiz olan yağış rejiminin daha da bozulması ve kuraklık etkisinin daha geniş bir coğrafyada hissedilmesidir. Türkiye, uzun süreli yağış ortalamalarına göre, yılda 450 mm yağış alan bir özelliğe sahip. Yıllık yağış ortalamaları Doğu Karadeniz’de 2.500 mm’yi bulurken, Tuz Gölü civarında 150 mm ye düşer. Her on yılda bir radikal kuraklık söz konusu olur. Bitki örtüsü, kırsal peyzaj ve tarımsal faaliyetler, bu genel koşullar altında şekillenir.”
‘Sürdürülemez olan bu düzenin de sonuna gelinmiştir’
Günaydın devam eden süreç içerisinde Türkiye’nin geldiği ve geleceği durumu çarpıcı ifadelerle dile getiriyor: “Söylemek gerekir ki, sürdürülemez olan bu düzenin de sonuna gelinmiştir. Kısa vadeden başlayarak yıllık yağışların daha da azalacağı, kışların daha kısa, yazların daha uzun süreceği, geçiş mevsimlerinin hissedilmeyecek derecede daralacağı, kuraklığın daha baskın bir nitelik kazanacağı, mevsim anomalilerinin sıklığını ve etkisini artıracağı bir dönem söz konusudur.”
‘Türkiye’nin ithalat faturasını daha da kabartacaktır’
Günaydın, böyle giderse gıda ve tarım sistemlerinin ithalata bağlı yapısının daha da güçleneceğine ve sektörlerin iklimsel etkilerden oldukça olumsuz etkileneceğini söylüyor: “Bu koşullar altında, Türkiye’nin bitkisel ve hayvansal üretiminin miktar ve kalite açısından olumsuz etkileneceğini söylemek için kahin olmaya gerek yok. Yalnızca içinde bulunduğumuz tarım yılında yaşanan kuraklık etkisiyle, yalnızca buğday ürününde, olağan yıllarda 20 milyon ton olan üretimin 18 milyon tonun altına düşmesi, 10 milyon ton civarında olan dış-alımın 12-13 milyon tona tırmanması beklenmelidir. Arpa ve mercimek ürünleri için de benzer bir trend söz konusu olacaktır. Bu tablo, yem, yağ ve gıda sanayiinin ihtiyacı için yılda 10 milyar dolar düzeyinde tarımsal hammadde ithalatı yapmak zorunda olan Türkiye’nin ithalat faturasını daha da kabartacaktır.”
Organik Ürün Ne Anlama Geliyor? Organik İle Doğal Ürün Farkı Nedir?
‘Türkiye, son 20 yılda 3 milyon hektara yakın daralma’
Türkiye’nin tarımsal alan kullanımında sınıfta kaldığını belirten Günaydın sulama sistemlerindeki güncel durumun durumu daha da verimsizleştirdiğini ve yeraltı su kaynaklarına zarar verdiğini söylüyor: “Türkiye, son yirmi yılda 3 milyon hektara yakın daralma ile 21 milyon hektar alanda işlemeli tarım yapabilen bir ülkedir. 40 yıl evvelin hesabına göre 8,5 milyon hektar teknik ve ekonomik ölçütlere göre sulanabilir alana sahipken, bunun ancak yarısını etkin ve verimli olarak sulayabilmektedir. Yatırım eksikliği nedeniyle yüzey sulamanın yapılamadığı alanlarda, derin yeraltı kuyularından elektrik veya petrol enerjisiyle çekilen sularla tarım yapılmakta, bu da yeraltı su kaynakları üzerinde tahripkar etki yaratmaktadır. Özellikle Konya civarında görülen obruklar, bu tür faaliyetler sonucunda ortaya çıkmaktadır.”
‘İklim değişiminin bugünkü ve gelecekteki etkileri iyi analiz edilmeli’
Günaydın, Türkiye’nin nüfus trendini göz önünde bulundurarak iklim değişikliğinin iyi analiz edilip gıda ve tarım sistemlerine buz bazda müdahele edilme aciliyetini vurguluyor: “1980 nüfusu 44 milyon olan, 40 yılda 40 milyon nüfus artıran ve nüfus gelişimi 120 milyon üzerine projekte edilen bir ülke olarak Türkiye’nin, yaşamsal bir gıda güvencesi sorununa sahip olduğunun altı çizilmeli. Bu bağlamda iklim değişiminin bugünkü ve gelecekteki etkilerini çok iyi analiz eden, nedenleri ve sonuçlarıyla bu sürecin olumsuz etkilerini azaltmaya odaklanan, bu yeni dönemin gerçeklerine uygun bir üretim planlaması ve modellemesi yapan bir anlayış, acil bir ihtiyaç olarak Türkiye’nin gündeminde olmak zorundadır..”
PEKİ YA ÇÖZÜM?
Gökçe Okulu: ‘Çaresiz değiliz!’
WWF-Türkiye (Doğal Hayatı Koruma Vakfı) Sürdürülebilir Tarım Kıdemli Uzmanı Gökçe Okulu iklim krizinin zaten beklenen sonuçlar doğurduğunu söylüyor ve bu sonuçlara çözümler sunan tarım sistemlerini sayıyor: ”Uzun zamandır iklim değişikliğini, artık ‘iklim krizi’ demeyi tercih ediyoruz, Türkiye’nin de içinde bulunduğu Akdeniz Havzası’nı kuraklıkla vuracağı bilinmekteydi. Zaten iklim krizinin tanımı itibarıyla da uç hava olaylarının şiddet ve sıklığının artması beklenmekteydi. Bugün yaşadığımız kuraklık veya yağış rejimindeki düzensizlik ise bu beklentilerin gerçekleşmiş olduğunu ortaya koyuyor.
Ancak çaresiz değiliz. Daha dirençli tarımsal sistemler kurgulamalı ve bunların her ölçekte uygulanması için çalışmalıyız. Permakültür, işlemesiz tarım, onarıcı tarım gibi agroekolojik yaklaşımları benimseyen tarımsal üretim sistemleri kuraklık veya aşırı yağış gibi uç hava olaylarından etkilenmemekte veya bu yaklaşımı benimseyen çiftliklerin konvansiyonel sistemdeki komşularına kıyasla olumsuz koşullara çok daha dirençli olduğu görülmekte.”
İmza Kampanyası 150 Bine Dayandı: Tarım Zehirleri Yasaklansın
‘Ne kadar yağış aldığınız değil, bunu ne kadar kullanabildiğiniz önemli’
Okulu, yukarıda sözünü ettiği sistemleri uygulayan yabancı tarımcılardan örnekler sunarak kuraklık ve iklim değişimine yönelik uygulanabilir çözümlere vurgu yapıyor: “Örneğin onarıcı tarım yaklaşımını benimseyen ABD’li çiftçi Gabe Brown’ın tarlası 35cm’lik yağıştan 22 saat sonra yağışın tamamını emerken komşu tarlada aynı miktarda yağış 3 hafta boyunca göllenmeye sebep olabiliyor. Gabe Brown’ın dediği gibi ne kadar yağış aldığınız değil, bunu ne kadar kullanabildiğiniz önemli aslında. Çünkü toprak organik maddesindeki her %1’lik artış dekarda 161 tonluk su tutmaya yardım eder.
Bir başka örnek Avustralyalı permakültür çiftçisi Geoff Lawton. Lawton, ülkesini kasıp kavuran kuraklıktan etkilenmeden üretimini sürdürebiliyor. Çünkü tarımsal üretimi de aynı döngüsel üretim prensiplerinde olduğu gibi tüm kaynakları çiftliği bünyesinde sürekli dönecek/dönüşecek şekilde tasarlıyor. Her şeye kaynak gözüyle bakıp en küçük su veya başka bir girdinin kaybına izin vermeden tasarımlarını kurguluyor.”
‘Temelde tarımsal üretim doğru kurgulandığında doğayı onarıcı hale gelebiliyor’
Okulu, tarımsal üretimin doğru biçimlerde kullanılmasıyla doğanın iyileşeceği, biyoçeşitliliğin güçleneceği ve iklim değişikliğine karşı direnç kazanılacağı bütünsel bir sistem için çalışılması gerektiğini belirtiyor: “Permakültür gibi agroekolojik yaklaşımlar doğal ekosistemlerdeki döngüleri taklit ederek ve doğadaki etkileşimlerden faydalanarak hem üretimi çeşitlendirip verimi artırabiliyor hem de kuraklık gibi olumsuz şartlara karşı dirençli kalabiliyor. Aynı zamanda toprak biyoçeşitliliğinden başlamak üzere üretim yapılan alanlarda dahi biyoçeşitliliği destekleyebiliyor. Temelde tarımsal üretim aslında doğaya bir müdahale ancak bu doğru kurgulandığında doğayı onarıcı hale gelebiliyor. Yani insanlık ve doğa için kazan-kazan bir durum söz konusu oluyor. Zaten WWF olarak bizim benimsediğimiz “Tek Sağlık” yaklaşımı da insanın sağlığının diğer tüm canlıların ve doğanın sağlığı ile doğru orantılı olduğunu anlatıyor. Bunun için multidisipliner ve koordineli bir planlama ve çalışma gerekiyor.”
‘Betonlaşma gibi insan etkileri su döngüsünü olumsuz etkiliyor’
Okulu, “Betonlaşma” etkisine dair konuşuyor: “Konvansiyonel tarım faaliyetleri, habitat, doğal alan ve yeşil alan kaybı, betonlaşma gibi insan etkileri su döngüsünü olumsuz etkilemekte. Toprağın su ile buluşamaması ve toprağın içine girememesi, emdirilememesi ve yavaş yavaş tatlı su kaynakları ile buluşamamasından dolayı suyun normalde olan döngüsü gerçekleşememekte.
Düzensiz yağışlarla bir anda düşen yağmuru tutamıyor ve değerlendiremiyoruz. Ani düşen yağmuru sünger gibi toprağa emdiremiyoruz. Betonlaşan ve kaliteli yeşil alandan yoksun şehirlerimizde bu ani yağışlar su baskınlarına, taşkınlara ve sellere neden oluyor. 1 ayda düşecek yağmur 8 saatte düşüyor, bunun yanında haftalarca tek damla yağmur düşmüyor ve kuraklık yaşıyoruz.”
Türkiye’de Çiftçilerin Saçında Bile Pestisit Kalıntısı Var
‘Havza bazlı su yönetim anlayışı gerekli’
Su yönetim sistemlerine değinen Okulu, yağmur suyu hasadına dikkat çekiyor ve havza bazlı su yönetiminin önemine vurgu yapıyor: “Şehirlerde suyu tutma görevi gören yeşil alanların arttırılması, sürdürülebilir ve onarıcı tarım pratiklerinin yaygınlaştırılması ve toprağın iyileştirilmesi, yağmur suyu hasadı yöntemlerinin uygulanması, su konusunda havza bazlı yönetim anlayışlarının ve politikaların geliştirilmesi suyun doğal döngüsü üstündeki baskımızı azaltmamızı sağlayacak çözümlerden.
Sürülmemiş, malçlanmış( üstü örtülmüş), yağmur suyu hasadı uygulanan ve doğa dostu ve onarıcı tarım ve toprak yönetimi ile yönetilen arazilerde bitkiler ve diğer toprak canlıları dâhil herkesin kullanabilmesi için yeterince su depolanarak döngüde tutulur. Üst toprağımız akıp gitmez; toz olmaz; tüm canlılara hayat olur. Çiftçilerimize mahsul, bizlere gıda olur.”
İlginizi çekebilir
-
COP28 Sonrası İklim Uzmanlarından Tepkiler: Yetersiz
-
#COP28 ‘Fosil Yakıtlardan Uzaklaşma’ Çağrısının Yapıldığı Anlaşmayla Sona Erdi
-
İmamoğlu: İklim Adaletini Sağlamak İçin Kolektif Bir Çaba Gerekli
-
Uzmanlar, COP28 İklim Zirvesi’ndeki Son Gelişmeleri Değerlendirdi
-
İzmir’de Deniz 1 Metre Yükseldi
-
İnsanlık Fosil Yakıtları Yakmaya Bırakana Kadar Sıcaklıklar Artacak
Ekoloji
Ekoloji Örgütleri Meclis’te: Kömürden 2030 Yılına Kadar ‘Adil Çıkış’ İstiyoruz
9 ay önce
-
20 Şubat 2024By
Barış TınayTürkiye’nin farklı illerinden ekoloji örgütleri, yerel seçimler öncesinde, mevcut kömürlü termik santrallerin 2030 yılına kadar kademeli olarak kapatılmasını talep eden ‘‘Kömürden Adil Çıkış: Hedef 2030’’ bildirisini Meclis’te yaptıkları ziyaretlerde partilerle paylaştı.
Adalet ve Kalkınma Partisi, Cumhuriyet Halk Partisi, Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi ve Saadet Partisi ile yapılan görüşmelerde kömür madenciliği ve kömürlü termik santraller nedeniyle bölgede yaşayanların ya köylerini terk ettiği ya madene inmek zorunda kaldığı, ya da kirli hava soluyup kirli gıda tüketerek kansere yakalandığı belirtildi.
Görüşmelerde, kömürün artık vadesinin dolduğuna dikkat çekilerek toplumun gerçek enerji ihtiyacına yönelik bir enerji dönüşümünün 2030’a kadar mümkün olduğu ifade edildi.
Karar alıcılardan, kimsenin işsiz, güvencesiz, sağlıksız, enerjisiz kalmadığı planlı ve kademeli bir kömürden çıkış planı hazırlanmasını talep eden örgütler, bu planın ekolojik, ekonomik ve sosyal açıdan adil bir geçişi temin etmesinin şart olduğunu vurguladı.
Geçtiğimiz sene Muğla, Kahramanmaraş, Çanakkale, Antalya, İzmir, Denizli, Sivas, Adana, Balıkesir, Bursa, Eskişehir, Hatay ve Karaman’da yıllardır kömüre karşı mücadele eden 17 kurum bir araya gelerek ‘‘Kömürden Adil Çıkış: Hedef 2030’’ talebini içeren bir bildiri yayınlamıştı.
Meclis’te partilerle yapılan görüşmelerde bu bildiri ve Türkiye’deki kömürün mevcut durumu ve dünyadan adil geçiş örneklerinin yer aldığı bir bilgi notu, Muğla Çevre Platformu, Çanakkale-Çan Çevre Derneği, Elbistan Hayatı ve Doğayı Koruma Platformu, Ege Çevre Platformu, Çevre ve Tüketici Koruma Derneği, İklim İçin 350 Derneği, Temiz Hava Hakkı Platformu temsilcilerinden oluşan bir heyet tarafından parti temsilcileriyle paylaşıldı.
“Kömürden Adil Çıkış: Hedef 2030” ortak bildirisindeki talepler şöyle:
-
Mevcut kömürlü termik santraller bugünden başlayarak 2030 yılına kadar kademeli olarak kapatılsın.
-
Yeni kömür santralleri ve kömür madenleri için verilmiş izinler istisnasız iptal edilsin.
-
Kömür madeni genişletmeleri durdurulsun.
-
Kömür arama çalışmaları durdurulsun.
-
Kömür madenlerinde ve termik santrallerde çalışan tüm emekçiler özlük haklarını ve geleceklerini güvence altına alacak programlarla desteklensin.
-
Kömür bölgelerinde yaşanan ağır ekolojik yıkım ve buna bağlı insan sağlığındaki ve yerel ekonomideki çöküşün onarılması için etkilenen tüm ekosistemleri ve halkı kapsayan iyileştirme programları hayata geçirilsin.
-
Krizlere karşı dirençli bir toplumu inşa etmek için şirketlerin çıkarlarını değil, kamu yararını, bilimi önceleyen politikalar geliştirilsin.
Heyet, yarın da Demokrasi ve Atılım Partisi ve diğer partilerle görüşecek.
Ekoloji
İzmir’in Çernobil’i Gaziemir’de Hiçbir Temizleme Çalışması Yapılmamış
10 ay önce
-
20 Ocak 2024By
Barış TınayEnerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Alparslan Bayraktar, İzmir’in Gaziemir ilçesindeki akü geri kazanım fabrika sahasındaki radyoaktif kirliliğin giderilmesi için geçen yılı ağustos ayında başlanacağını belirttiği çalışmaların 2024 yılı haziran ayında tamamlanacağını söyledi.
K2 HABER | İzmir’in Çernobil’i olarak bilinen Gaziemir’deki radyoaktif atıkların temizlenmesi için verilen mücadeleler devam ediyor. Konuyu daha önce de gündeme taşıyan CHP İzmir Milletvekili Yüksel Taşkın’ın, 13 yıl önce çevreye zarar verdiği için kapatılan fabrika sahasındaki radyoaktif atıkların temizlenmesine ilişkin soru önergesine yanıt veren Bakan Bayraktar, Radyoaktif Kirliliğe Maruz Kalmış alanların Çevresel İyileştirme Faaliyetlerinin Yetkilendirilmesine İlişkin Yönetmelik kapsamında söz konusu alanda radyoaktif kirliliğin giderilmesi işlemlerine 2023 yılının Ağustos ayında başlanacağı ve çalışmaların 2024 yılı Haziran ayında tamamlanacağını belirtti.
CHP’li Taşkın, konuyu 1 Ekim 2023’de Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne taşımış ve 70 dönümlük arazide bulunan ve 500 bin tondan fazla olduğu tahmin edilen radyoaktif atığın önemli bir çevre ve halk sağlığı sorunu yarattığını belirtmişti.
Özel şirket, sadece bariyer çekmiş
Taşkın, Enerji Bakanı’ndan gelen yanıta ilişkin değerlendirmesinde “Görülüyor ki ağustos ayından bugüne geçen zamanda kayda değer bir çalışma yapılmış değil. Halk sağlığını ilgilendiren böyle bir konunun ciddiye alınmıyor oluşu kaygı vericidir. Önümüzdeki aylarda gelişmeleri yakından takip edeceğiz” dedi.
Gaziemir Belediye Başkanı Halil Arda da atıkların temizlenmesi için ilgili kurumlara yaptığı çağrılarına defalarca yanıt alamayınca, “Nükleer atık alanı 14 yıldır temizlenmiyor. Artık söz bitti, eyleme geçiyoruz” diyerek bölgede ‘duran adam’ eylemleri başlatmıştı.
Ekoloji
Avrupa’nın Çöpünü Yine Türkiye Aldı: Bir Yılda 12,4 Ton!
10 ay önce
-
20 Ocak 2024By
Barış TınayTürkiye, AB ülkelerinin atık/çöp ihraç ettiği ülkeler sıralamasında 12,4 ton atık satın alarak 1’inci oldu.
K2 HABER | Merkezi Lüksemburg’da bulunan Avrupa Birliği İstatistik Ofisi Eurostat verilerine göre Avrupa Birliği (AB) ülkeleri 2022 yılında Birlik dışına toplam 32 milyon 100 bin ton atık ihraç etti. Bu miktar bir önceki yıla göre yüzde 3’lük bir düşüş göstermiştir. AB üyesi olmayan ülkelerden atık ithalatı ise 2021’den bu yana yüzde 5 azalarak 18.7 milyon tona geriledi.
AB dışına yollanan atıkların yarısından fazlasını 17,8 milyon tonla demir ve çelik oluşturdu. Bunların yaklaşık üçte ikisini işlemek için Türkiye satın aldı.
AB’DEN İHRAÇ EDİLEN ATIKLARIN EN BÜYÜK ALICISI TÜRKİYE
Türkiye, madeni olmayan geri dönüştürülebilir maddelerle birlikte Avrupa’dan toplam 12,4 milyon ton atık satın aldı. Bu rakam AB’nin toplam atık ihracının yüzde 39’unu oluşturuyor.
Alıcılar sıralamasında Türkiye 1’inci olurkan ardından 3,5 milyon ton atıkla Hindistan geldi. Hindistan tek başına Avrupa’daki atık kağıtların yüzde 30’unu satın alarak dönüştürüyor. Hindistan’ın ardından, Birleşik Krallık 2 milyon, İsviçre 1,6 milyon, Norveç 1,6 milyon, Mısır 1,6 milyon, Pakistan 1,2 milyon, Endonezya 1,1 milyon, Fas ve Amerika Birleşik Devletleri her ikisi de 0,8 milyon ton atık ile takip etti.
Mevzu Biraz ‘Pis’: Türkiye, Neden Avrupa’nın Çöpünü Topluyor?
AB’DE EN BÜYÜK ATIK İHRACATÇISI HOLLANDA
AB’nin en büyük atık ihracatçısı 6,4 milyon ton ile Hollanda oldu. Belçika 3,9 milyon ton ile ikinci sırada yer aldı. Üçüncü sıradaki Almanya ise 3,3 milyon ton ile AB atık ihracatının onda birini gerçekleştirdi. Almanya 2011 yılında 5,8 milyon ton atık ihraç ederek zirvede yer almıştı. Ancak Almanya ihracatındaki düşüş nedeniyle birinci sıradaki yerini koruyamadı.
TÜRKİYE 2022’DE DE 1. OLMUŞTU
2022’de birlik ülkeleri 1,1 milyon ton geri dönüştürülebilir plastiği AB dışındaki ülkelere ihraç etti.
Türkiye, AB dışına gönderilen tüm geri dönüştürülebilir plastiğin 319 bin tonunu ithal etti. Bu miktar, gönderilen toplam plastik atığın yaklaşık yüzde 29’una karşılık geliyor.
Boğaziçi Üniversitesi Elektroteknoloji Kulübü ve IEEE Öğrenci Kolu, çevre ve sürdürülebilirlik alanında gerçekleştirdikleri etkili çalışmalarla öne çıkan adayları kutlamak üzere 3. Boğaziçi Çevre Ödülleri etkinliğini düzenliyor.
K2 HABER | Çevre dostu uygulamalara katkıda bulunan ve başarılarıyla dikkat çeken adayları ödüllendirmeyi amaçlayan Boğaziçi Çevre Ödülleri, çevre ve sürdürülebilirliğe olan bakış açısını güçlendirmeyi miras olarak aktarmaktadır. Halk da oylamaya katılarak çevre ve sürdürülebilirlik konusunda söz sahibi olabilmekte, böylece etkinlik genel bilincin artması hakkında bir etkiye sahip olmaktadır.
Program Detayları
Bu yılki ödül töreni, geçirdiği yıllarda olduğu gibi, çevre ve sürdürülebilirlik konularında gösterilen çabaları kutlamak ve ödüllendirmek üzere tasarlandı.
Ödül için aday olan şirketler, kurumlar ve bireyler; çevresel etki, yenilik, ölçülebilir sonuçlar ve toplumsal katkı gibi kriterlere göre belirlendi. Adayların kim oldukları ve yaptıkları projeler, daha önce 1 Aralık tarihinde yapılan sosyal medya duyurusu ile kamuoyuna duyurulmuştu.
COP28 Sonrası İklim Uzmanlarından Tepkiler: Yetersiz
Ödül Töreni
Kazananlar, 22 Aralık tarihinde düzenlenecek olan Boğaziçi Çevre Ödülleri’nde etkinlik günü açıklanacak ve ödüller de aynı gün takdim edilecektir. Ödül töreni, Boğaziçi Üniversitesi’nin Güney Kampüsü’ndeki Albert Long Hall’de gerçekleştirilecek.
Oylamaya Katılmak İçin
Yılın çevrecilerini belirlemede söz sahibi olmak ve bilet almak için oylamaya katılabilirsiniz:
Oylama için: https://buec.com.tr/oylama/
Bilet linki: https://www.biletimgo.com/etkinlik/bogazici-cevre-odulleri-5338
Ekoloji
COP28 Sonrası İklim Uzmanlarından Tepkiler: Yetersiz
11 ay önce
-
13 Aralık 2023By
Barış TınayBirleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi 28. Taraflar Konferansı (COP28), Birleşik Arap Emirlikleri’nin Dubai kentinde bugün sona erdi. Konferansın sona ermesinden sonra ise iklim uzmanlarından tepkiler geldi.
İklim müzakerelerinin yaklaşık 30 yıllık tarihinde ilk kez “fosil yakıtlara” referans verilen final metninde, sıcaklık artışını sınırlandırmak için “fosil yakıtlardan uzaklaşma” çağrısı yer aldı. İklim uzmanları ise sonuç metninde fosil yakıtlara doğrudan atıf yapılmasını başarı ama metnin yetersiz olduğunu vurguluyor.
Ümit Şahin: Bizi En Aza Razı Ediyorlar
Sabancı Üniversitesi İstanbul Politikalar Merkezi İklim Çalışmaları Koordinatörü Ümit Şahin sosyal medya hesabından, “Dubai’de uzatmalar da bitti COP28 kararları kabul edildi. Taslaklarda olan fosil yakıtların terk edilmesi de yerini yenilenebilir enerjinin alacağı da çıkarılmış. Zayıf bir fosil yakıtlardan uzaklaşma ifadesinin karara girmiş olması zafer sayılmaz. Bizi en aza razı ediyorlar. Üstelik en kirli ve en tehlikeli enerji olan nükleer çözümler arasında sayılıyor. Geçiş yakıtı ifadesiyle fosil gaza referans veriliyor. CCS’e defalarca vurgu var. Bunlar büyük skandal. Şimdi enerji dönüşümüne akmayan finansmanın bunlara gitmesinin önü açılacak. Finansman yetersizliği vurgulandığı halde artırılmasına ilişkin dişe dokunur bir ifade yok. Batı iklim borcunu kabul etmemekte direniyor ve gelişmekte olan ülkelerin ve petrol devletlerinin ayak sürümesini kolaylaştırıyor. Çin, Hindistan vb savunma yapmaktan oynamıyor. + 1,5 derece hedefinden sonra 2021’de önce kömürün ve şimdi de bütün fosil yakıtların üstü kapalı da olsa sorunun kaynağı olarak COP kararına girmesi, Paris Anlaşması’nı genişlettiği için olumlu. Bu gelişme küresel iklim hareketinin başarısı. Ama çok yavaş ve yetersiz.” açıklamasını gerçekleştirdi.
Özgür Gürbüz: Tarihsiz Bir Çağrı Yetersiz
Gazeteci Özgür Gürbüz, COP28’de açıklanan Fosil Yakıtlardan Uzaklaşma metnini yetersiz olarak ifade etti: “BM İklim Konferansı COP28′den “fosil yakıtları kullanmayı bırakma çağrısı” çıktı . Başta AB ülkeleri olmak üzere bazı liderler bunu bir başarı gibi anlatıyor. Ne yazık ki bu doğru değil. Bilim bu kadar net, zaman bu kadar azken kesinlik içermeyen, tarihsiz bir çağrı yetersiz.”
Manuel Pulgar-Vidal: Yine De Fosil Yakıtlardan Uzaklaşma Kararı Önemli Bir Sonuç
WWF Küresel İklim ve Enerji Lideri ve COP20 Başkanı Manuel Pulgar-Vidal, müzakerelerin ardından yaptığı değerlendirmede, ülkelerin fosil yakıtlardan uzaklaşma konusunda anlaştığını söyleyerek şöyle dedi:
“Ülkeler bunu kabul ederken, COP28’de kömür, petrol ve gazın tamamen kullanımdan kaldırılması konusunda uzlaşmaya varılamadı. Ancak yine de fosil yakıtlardan uzaklaşma kararı önemli bir sonuç. 30 yıldır devam eden BM iklim müzakerelerinde ülkeler nihayet odak noktasını iklim krizine yol açan kirletici fosil yakıtlara kaydırdı. Bu sonuç fosil yakıt dönemi için sonun başlangıcına işaret etmelidir. Yaşanabilir bir gezegen için tüm fosil yakıtların tamamen ortadan kaldırılmasına ihtiyacımız var.”
Marcio Astrini: Kutlanmayacak Bir Sonuç
Brezilya merkezli İklim Gözlemevi Yönetici Sekreteri Marcio Astrini, COP28 sonucunun “sinyaller açısından güçlü ancak içerik bakımından zayıf” olduğunu dile getirerek, “Gerçek anlamda harekete geçilmediği takdirde Dubai’den çıkan sonuç, dünyanın dört bir yanında aşırı iklim olaylarından zarar gören topluluklar açısından kutlanmayacak bir sonuç,” dedi.
Türkiye, COP28’de 8 girişime imza attı
Türkiye Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı çerçevesinde çalışan İklim Değişikliği Başkanlığı, sekiz girişime katıldığını duyurdu. Girişimlerin listesi şu şekilde:
- İklim Kulübü,
- Kritik Ham Maddeler Kulübü,
- Dayanıklı Gıda Sistemleri, Sürdürülebilir Tarım ve İklim Eylemine ilişkin Emirlik Deklarasyonu,
- Buzul Dostları Grubu,
- Çimentoda Atılım,
- İklim İçin Mangrov İttifakı,
- COP28’de Eğitim ve İklim Değişikliği Ortak Gündemi Bildirgesi,
- İklim ve Sağlık Deklarasyonu,
- İklim Eylemi İçin Yüksek Hedefli Çok Düzeyli Ortaklıklar Koalisyonu’na (CHAMP) imzacı oldu.
Ekoloji
#COP28 ‘Fosil Yakıtlardan Uzaklaşma’ Çağrısının Yapıldığı Anlaşmayla Sona Erdi
11 ay önce
-
13 Aralık 2023By
Barış Tınay30 Kasım’da başlayan Birleşmiş Milletler (BM) İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi 28. Taraflar Konferansı (COP28), Birleşik Arap Emirlikleri’nin (BAE) Dubai kentinde bugün sona erdi.
Zirve, müzakerecilerin final metni üzerinde anlaşmaya varamaması nedeniyle resmî tarihinden bir gün sonra tamamlanabildi.
Anadolu Ajansı’nda yer alan habere göre, iklim müzakerelerinin yaklaşık 30 yıllık tarihinde ilk kez “fosil yakıtlara” referans verilen final metninde, sıcaklık artışını sınırlandırmak için “fosil yakıtlardan uzaklaşma” çağrısı yer aldı.
Atıflar ve boşluklar
BM nezdinde “çağrı”, tarafların “davet edilmesi veya taraflardan ricada bulunmak” anlamına geldiği için, müzakereleri takip eden uzmanlar fosil yakıtlardan uzaklaşma çağrısının zayıf bir sonuç olduğunu ve küresel ısıtmayı sınırlandırmak için emisyonları keskin şekilde düşürmenin sağlanamayacağını belirtiyor.
Taraflar küresel yenilenebilir enerji kapasitesinin 2030 itibarı ile üç katına ve enerji verimliliğindeki ilerleme hızının iki katına çıkarılması hedeflerini kabul ederken, Kayıp Zarar Fonu’nun etkin hale gelmesi de final metninde yer aldı.
Final metninde, gelişmekte olan ülkelerin iklim finansmanına ihtiyaç duyduğu ve iklim krizinin etkilerine uyum için gereken finansmana atıfta bulunulsa da, uyum finansmanının nasıl ölçeklendirileceği ve takvimine ilişkin boşluklar var.
COP28 Başkanı Al Jaber: Tarihi başarı
Final metninin kabul edilmesinin ardından kapanış oturumunda konuşan COP28 Başkanı Sultan Ahmed Al Jaber, müzakerelerin sonucunu “tarihi bir başarı” olarak nitelendirerek, şöyle dedi:
“Dünyanın yeni bir yol bulması gerekiyordu ve kuzey yıldızımızı takip ederek biz bu yeni yolu bulduk. Gerçeklerle yüzleştik ve dünyayı doğru yöne yönlendirdik. Bu doğrultuda, küresel sıcaklık artışını 1,5 dereceyle sınırlandırma hedefini ulaşılabilir kılmak için bir eylem planı hazırladık.
“Bunu ortak zemin üzerine inşa ettik, işbirliğiyle pekiştirdik. Bu, iklim eylemini hızlandırmak için hata yapmamak üzere geliştirilmiş dengeli, tarihi bir pakettir.”
- BAE’nin devlet petrol şirketi ADNOC’un CEO’su olan Sultan Ahmed Al Jaber’in COP 28’e başkanlık etmesi, kararlaştırıldığından bu yana tepki topluyordu. ADNOC’un, üretim kapasitesini 2027 yılında günde beş milyon varile çıkarmayı hedeflediği biliniyor.
İklim Uzmanlarından Tepkiler
WWF Küresel İklim ve Enerji Lideri ve COP20 Başkanı Manuel Pulgar-Vidal, müzakerelerin ardından yaptığı değerlendirmede, ülkelerin fosil yakıtlardan uzaklaşma konusunda anlaştığını söyleyerek şöyle dedi:
“Ülkeler bunu kabul ederken, COP28’de kömür, petrol ve gazın tamamen kullanımdan kaldırılması konusunda uzlaşmaya varılamadı. Ancak yine de fosil yakıtlardan uzaklaşma kararı önemli bir sonuç. 30 yıldır devam eden BM iklim müzakerelerinde ülkeler nihayet odak noktasını iklim krizine yol açan kirletici fosil yakıtlara kaydırdı. Bu sonuç fosil yakıt dönemi için sonun başlangıcına işaret etmelidir.
“Yaşanabilir bir gezegen için tüm fosil yakıtların tamamen ortadan kaldırılmasına ihtiyacımız var.”
Brezilya merkezli İklim Gözlemevi Yönetici Sekreteri Marcio Astrini, COP28 sonucunun “sinyaller açısından güçlü ancak içerik bakımından zayıf” olduğunu dile getirerek, “Gerçek anlamda harekete geçilmediği takdirde Dubai’den çıkan sonuç, dünyanın dört bir yanında aşırı iklim olaylarından zarar gören topluluklar açısından kutlanmayacak bir sonuç,” dedi.
Cengiz Holding’in Halilağa Bakır Madeni Projesi için 2. kez verilen “ÇED Olumlu” kararının iptali için Tema Vakfı, Kazdağı Doğal ve Kültürel Varlıkları Koruma Derneği, Çan Çevre Derneği, Ayvalık Tabiat Derneği, Ege ve Marmara Çevreci Belediyeler Birliği ve yörede yaşayan 90 yurttaşın açtığı davanın bilirkişi keşfi gerçekleşti. Davacılar ve yaşam savunucuları, ‘Defol Cengiz, Köyümüzde Maden İstemiyoruz, Kazdağları’nın Üstü Altından Değerlidir’ yazılı pankartlarıyla keşifin başlangıç noktası Muratlar köyü girişinde toplandı.
K2 HABER | Şahin ATEŞOĞLU – @SahinAtesoglu / Ekoloji örgütlerinin ve bölge halkının, Halilağa Bakır Madeni projesine karşı açtıkları davanın bilirkişi keşfi gerçekleştirildi. Keşif, Muratlar Köyü’nde keşif hakiminin beyanları alması ile başladı. Maden yüksek mühendisi ve Kazdağı Derneği yönetim kurulu üyesi Esenay Hacıosmanoğlu, ÇED raporunun madencilik açısından eksik ve hatalı yönlerini anlattı. ÇED kapsamında çıkarılacak cevherin sadece bakır değil altın da içerdiği, başka bir projede altının da zenginleştirilmesinin planlandığı açıkladı. Dernek yetkililerinden yapılan açıklamada, keşif sırasında yapılan beyanların özeti şu şekilde yapıldı:
– Maden işletme projesinde bakır, altın, altın+bakır kompleks, feldispat ve kuvars madenciliği planlanırken, ÇED’in sadece bakır üretimine yönelik olduğu; ÇED projesinin maden işletme projesine uygun hazırlanması gerektiği halde iki projenin uyumlu olmadığı karşılaştırma yaparak açıklandı.
– ÇED’in aksine, maden işletme projesinde zenginleştirme ve atık depolamanın bulunmadığı belirtildi.
– Maden işletme projesine göre ÇED atık depolama tesisinin rezerv alanında kaldığı, dolayısıyla kaynak kaybına sebebiyet verebileceği açıklandı.
– İşletme projelerinin sadece görünür rezerve göre yapılması gerektiği ancak ÇED kapsamında tüm maden kaynağının işletilmesinin planlandığı gösterildi.
– Atık depolama tesisinin son derece geniş alana yayıldığı, olumsuz çevresel etkiyi azaltacak depolama alternatiflerinin ÇED kapsamında değerlendirilmesi gerektiği belirtildi.
– Atık depolama tesisinin açık ocak patlatması limit alanında kaldığı gösterildi.
– Rapor içinde 3 farklı atık depolama tasarımı bulunduğu gösterildi.
– Gerekli depolama kapasitesini sağlayabilmek için kazı yapılması gerektiği, bunun sonucunda atık depolama tabanının yeraltı suyu seviyesinin altına düşeceği açıklandı.
– Taban teşkili için gerekli kota alma çalışmasını ve kapasiteyi karşılamak için yapılacak kazıyı içermeyen etüt ve kesitlerden bahsedildi.
– Maden su ihtiyacının eski ocak göllerinden karşılanması alternatifinin ÇED kapsamında değerlendirilmesi gerektiği belirtildi.
– Duyarlılık analizlerinin kümülatif kesitler üzerinden yapılmadığı gösterildi.
– Yeraltı suyu seviyesi altında gerçekleşecek büyük boyutlu (derin açık ocak, geniş ADT) ve patlatmalı madencilik faaliyetlerinin, yüksek asit üretme potansiyeli ve kirletici etkisi olan malzemeden oluşan ocak ve pasa şevleri ile bu birimlerde oluşacak ocak gölünün, sahanın zaten hassas ve kırılgan olduğu görülen dengesini kontrol edilemez şekilde bozacağı, proje alanı ve çevresindeki su kaynaklarını olumsuz etkileyeceği, akış örüntülerine önemli ölçüde zarar vereceği açıklandı.
– Kümülatif değerlendirmede, gerek ruhsat sahası gerekse etki alanı içindeki diğer projelerin doğru ve eksiksiz bir şekilde ele alınmadığı gösterildi.
Kazdağları Ekoloji Platformu: ‘Cengiz’e Geçit Vermeyeceğiz!’
Halilağa Bakır Madeni Projesinde Kamu Yararı Yok
TEMA’dan Çevre Mühendisi Onur Küçük, bölgedeki aynı şirkete ait çok sayıda maden projesinin varlığından söz ederek, kümülatif etki konusuna vurgu yaptı. Davacıların avukatı Cem Altıparmak, şirketin ÇED süreci yürütmeden DSİ ile protokol kapsamında yapmaya başladıkları ve bölgenin su kaynaklarına el koyacak olan gölet projelerinden, Kocabaş Çayı’na yapılmak istenen derivasyon kanalından bahsetti ve ÇED raporundaki eksiklere dikkat çekti. ‘Onlarca köyün su kaynağına, tarım alanlarına el koyan bu projede kamu yararı yoktur’ dedi.
Çan İlçesi Tarım Yapılamaz Hale Gelecek
Ziraat Mühendisi Hicri Nalbant, projenin bölgenin tarımını yok edeceğini, tarım için gerekli olan suyun madene verileceğini söyledi. Orman mühendisi Hasan Basri Avcı, projenin kocaman bir orman ekosistemini yok edeceğini söyleyerek, idarenin ve ÇED raporunun ormana kereste gözü ile baktığını belirtti. Hacıbekirler köylülerinden Gülferit Güven, köylerinin proje alanının çok yakınında olduğunu ve madenden olumsuz etkileneceklerini, tarım ve hayvancılık yapamaz hale geleceklerini belirterek madeni istemediklerini söyledi. Çan Çevre Derneği avukatı Ümran Aydın, Çan’ın 55 köyünün tek su kaynağı Kocabaş çayının madene verildiğinde, yöre insanının susuzluğa terk edileceğini, artık Çan ilçesinde tarımın yapılamacağını anlattı.
Alamos’un Kirazlı Ruhsatı Tarihe Gömülmüştür’
Yöre İnsanı Kanser Riskiyle Yaşamak İstemiyor
Diğer avukatlar tarafından proje alanındaki ve yakınlarındaki arkeolojik buluntular ve sit alanları hakkında da bilgiler verildi. Daha sonra hakim davalı idare Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı avukatına ve müdahil şirket avukatına söz vererek beyanlarını aldı. Beyanların ardından keşif alanına geçildi, projede öngörülen açık ocak, atık havuzu alanları ve arkeolojik buluntular bilirkişilerle birlikte incelendi. Keşfin sonunda davacılardan bölgede yaşayan Emel Yalçın ve Ferzan Aktaş da söz alarak projenin tarım alanlarına ve yaşam alanlarına verecekleri zararları anlatarak, yöre insanının kanser riskiyle yaşamak istemediği belirterek projenin iptal edilmesini istediler.
Keşfe Kazdağları Ekoloji Platformu, Edremit, Altınoluk, Küçükkuyu, Çanakkale’den doğa koruma örgütleri ve emek ve demokrasi örgütleri de destek verdi.
Ekoloji
Uzmanlar, COP28 İklim Zirvesi’ndeki Son Gelişmeleri Değerlendirdi
12 ay önce
-
4 Aralık 2023By
Barış TınayCOP28 İklim Zirvesi’nin 3. günü olan 2 Aralık 2023’te Dr. Sultan Al Jaber tarafından açıklanan Küresel Yenilenebilir Enerji ve Enerji Verimliliği Taahhüdü ile, 1,5°C’yi ulaşılabilir kılmak için 2030 yılına kadar küresel kurulu yenilenebilir enerji üretim kapasitesinin 3 katına, enerji verimliliği hızının 3 katına çıkarılması hedeflendi.
K2 HABER | 2 Aralık itibarıyla 118 ülke, farklı başlangıç noktaları ve ulusal koşulları dikkate alarak, 2030 yılına kadar dünyanın mevcut yenilenebilir enerji üretim kapasitesini en az 11.000 GW’a çıkarmak için birlikte çalışma taahhüdünde bulundu. Ayrıca, 2030 yılına kadar her yıl, enerji verimliliğindeki küresel ortalama yıllık artış oranını iki katına çıkarmayı taahhüt etti. ABD, Avustralya, Brezilya, Polonya ve Meksika gibi fosil yakıta dayalı bir enerji sistemi olan ülkeler bildirgeye imza atarken Çin, Hindistan ve Türkiye’nin yokluğu dikkat çekti.
Türkiye’den uzmanlar, küresel çapta yenilenebilir enerji konusunda atılan bu adımı ve Türkiye’nin durumunu değerlendirdi.
Kömürün Politik Ekonomisi: Temiz Enerji Geçişinin Önündeki Engeller
Ümit Şahin: Türkiye’nin Bu Bildirgeyi İmzalaması Gerekirdi
Sabancı Üniversitesi İstanbul Politikalar Merkezi İklim Değişikliği Koordinatörü Ümit Şahin ise alınan kararı şöyle yorumladı: “Türkiye’nin COP28’de iki pozisyonunu gördük. Birincisi, Küresel Durum Değerlendirmesi kapsamında fosil yakıtların azaltılmasına ve fosil yakıttan çıkışa karşı olduğunu bildirmesi ve ABD’nin de yer aldığını açıkladığı Kömürden Çıkış Koalisyonu’na katılmamasıydı. İkinci olarak, küresel yenilenebilir kapasitesinin üç katına çıkarılmasını taahhüt eden 118 ülke arasında Türkiye’yi göremedik. Halbuki, Azerbaycan ve bazı körfez ülkeleri bile bu taahhüdün altına imza attı. Kaldı ki, Türkiye’nin geçen yıl yayınladığı Ulusal Enerji Planı’nda güneş ve rüzgârı artırma hedefi zaten 3 kata yakın, dolayısıyla Türkiye’nin bu bildirgeyi imzalaması gerekirdi.”
Volkan Yiğit: Türkiye, Kömürlü Termik Santralleri Ekonomik Ömrü Bitene Kadar Açık Tutmak İstiyor
A Plus Enerji Kurucu Ortağı Volkan Yiğit ise küresel hedeflerin halihazırda Türkiye’nin Ulusal Enerji Planı’yla paralel olduğunu ve Türkiye’nin zaten bu hedeflere kolaylıkla ulaşabileceğinin altını çizdi ve “Ulusal Enerji Planı’nda şu an 11,2 GW olan güneş kapasitemizi 2035 sonunda 53 GW seviyesine yani neredeyse 5 katına çıkarmayı hedefliyoruz. Rüzgâr tarafında bu kadar yüksek olmasa da 11,6 GW kapasitemizi 2035’te 29 GW seviyesine çıkarmayı planlıyoruz. Bu da 2,5 kat bir artış anlamına geliyor. Her iki hedefin toplamına baktığımızda 2035’te güneş ve rüzgâr kurulu gücümüzü zaten 3,6 katına çıkarmayı planlıyoruz aslında.” dedi.
Yiğit, şöyle devam etti: “Türkiye’nin imzacı olmamasının sebebi, taahhüdün içinde geçen kömürlü termik santrallerin aşamalı olarak kapatılması ibaresi olmalı; çünkü Türkiye tüm kömürlü termik santralleri ekonomik ömrü bitene kadar açık tutmak istiyor. Burada aslında işi piyasaya bırakmak lazım; piyasa koşulları, karbon fiyatlaması, farklı taahhüt ve gereksinimler çerçevesinde bizim de yaptığımız projeksiyonlar kömür santrallerinin üretimdeki payının her yıl gittikçe azalacağını gösteriyor. Ekonomik ve teknolojik koşullar, Türkiye’de yerli kömürün bitmesi, yeni kömür alanlarına girmenin zorlaşması, kömür finansmanının azalması zaten bizi bu taahhüde götürecektir. Ben karamsar değilim; önümüzdeki yıllarda bu küresel taahhüdün daha geliştirilmiş hali ve belki hidroelektriğin kapsam dışı bırakıldığı bir versiyonuna, yani sadece güneş ve rüzgâr gibi yeni teknoloji yenilenebilir enerji hedeflerinin yer aldığı haline, imza atabileceğimizi düşünüyorum ve zaten Ulusal Enerji Planı’nın da buna paralel olduğunu görüyorum.”
Gençler, Karbonsuz Gelecek İçin ‘Kömürden Çıkış Planı’ İstiyor
Bengisu Özenç: Türkiye, İklim Diplomasisinde Daha Yapıcı Rol Oynamalı
Sürdürülebilir Ekonomi ve Finans Araştırmaları Derneği Direktörü Bengisu Özenç, Türkiye’nin 2021’de açıkladığı 2053 net-sıfır hedefinin olumlu başlangıç olduğunu ancak kısa ve orta vadeli hedeflerin henüz söz konusu 2053 hedefiyle uyumlu olmadığına dikkat çekti: “Ne yazık ki, kısa vadeli hedeflerin eksikliği bu patikada önemli rol oynayabilecek yatırımcı gibi aktörlerin yanlış sinyal almasına sebep olabiliyor. Aslında Türkiye önümüzdeki 10-15 yıl boyunca süregelen durumu devam ettireceğini söylüyor. Halbuki, çok daha fazlasını yapacak kapasitemiz var. 2017’de açıklanan güneş enerjisi kurulum hedeflerini yalnızca beş yıl içinde 3 katına çıkarmış bir ülkeyiz. Türkiye, hem iklim diplomasisinde daha yapıcı bir rol oynamayı, hem de 2053 net-sıfır hedefine ulaşmada daha kolaylaştırıcı bir pozisyon almayı kendisi için hedeflemeli.”
Bahadır Turhan: COP28’deki Duruşumuz Hedefler İle Tam Tutarlılık Sergilemiyor
Solar 3GW Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Yusuf Bahadır Turhan ise kararı şöyle yorumladı: “Kömürden çıkışımız hem 2053 Net Karbon sıfır hem enerjide bağımsızlık hem de sürekli ucuz elektrik hedeflerimiz açısından birinci şart. Bu çıkışın adil bir çerçevede olması için de somut adımlarla detaylıca planlanması ve planın bir an önce hayata geçirilmesi elzem. Ancak COP28’deki duruşumuz maalesef bu hedefler ile tam tutarlılık sergilemiyor. Bu durum bizim geleceğin gelişmiş ülkeleri arasındaki yerimizi riske atıyor, çünkü ucuz enerjinin sağlayacağı imkan ve verimlilikten mahrum kalıyoruz.”
Güncel gelişmeler ışığında, Türkiye’deki güneş ve rüzgar enerjisi potansiyelinin önemli bir avantaj sağladığını ifade eden Turhan şöyle devam etti: “Fosil yakıt açısından fakir ancak güneş açısından zengin bir ülkeyiz. Bu, diğer ülkelere kıyasla en kolaylıkla yararlanabileceğimiz kaldıraç, bize hem maliyet hem de zaman konusunda avantaj sunuyor. Dolayısıyla fosil yakıtlardan çıkışımızı geciktiren her hareket, güneşimizden yeterince faydalanamamıza ve de ekonomik açıdan geri düşmemize neden oluyor. Artık geçmiş yüzyılın teknolojilerini geride bırakıp, tamamen yeni teknolojilere yüzümüzü çevirme zamanı. Son teknolojik gelişmeler ile GES’lerin ve batarya depolamanın ilk yatırım maliyetleri sadece son bir yılda %40 ucuzladı. Batarya depolama ile desteklenen GES’ler ise bugün şebeke işletme güvenliği açısından termik santrallere olan ihtiyacı her gün azaltıyor. Tüm bunların üzerine bir de son bir yılda yaklaşık 30 GWh’lik batarya kapasiteli GES ve RES’lere önlisans da vermişken, artık fosil yakıtlardan çıkışımızı daha hızlı ve emin adımlarla gerçekleştirebiliriz.”
Türkiye’de Kömür Düşüşte Ancak Emisyonlar Azalmıyor
Ufuk Alparslan: Türkiye’nin İmzasının Olmamasının Nedenini Politik Buluyorum
Bu kararın emisyon azaltımı konusunda dünyanın iki kutbunu karşı karşıya getirdiğini söyleyen Ember Türkiye, Ukrayna ve Batı Balkanlar Bölge Lideri Ufuk Alparslan şöyle dedi:
“Bu karara imza atan 118 ülkenin dışında kalan ülkeler, küresel sera gazı emisyonunun yarısından fazlasından sorumlu. İmza atmayan ülkeler arasında Çin, Hindistan, Güney Afrika, Endonezya, Rusya ya da Orta Doğu ülkeleri gibi yenilenebilir enerjinin esas artış göstermesi gereken yerler bulunuyor. Bu nedenle kararın beni çok heyecanlandırdığını söyleyemeyeceğim. Türkiye açısından değerlendirdiğimizde ise, resmi planlarda dahi buna yakın hedefler açıklandığı için kararın altında Türkiye’nin imzasının olmamasının nedenini politik buluyorum. Nitekim, imzacı ve imzacı olmayan ülkelere bakıldığında -birkaç istisna dışında- dünyanın iki ayrı kutbunu yansıttığını görüyoruz.”
Konak ve Karşıyaka’da denizin 1 metreden fazla yükselmesi nedeniyle sahil kesimindeki birçok sokak deniz sularının altında kaldı.
K2 HABER | İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından yapılan hava basıncı, rüzgâr ve yağış verilerine göre şehirde deniz kabarması yaşanabileceği yönündeki uyarılar gerçekleşti. İzmir Büyükşehir Belediyesi İtfaiyesi ve İZSU Genel Müdürlüğü ekipleri 24 saatten fazla süredir kesintisiz mesai yaparak vatandaşların yardımına koştu.
İzmir’de meteorolojik koşulların yarattığı etkiye bağlı olarak deniz taşkını yaşandı. İzmir Büyükşehir Belediyesi İZSU Genel Müdürlüğü ve İtfaiye Dairesi Başkanlığı ekipleri, deniz seviyesinin 1 metre yükseldiği taşkına karşı, tüm personel ve ekipmanıyla halkın can ve mal güvenliğini sağlamak için özverili bir mücadele yürütüyor.
İzmir Büyükşehir Belediyesi İZSU Genel Müdürlüğü, 25 Kasım Cumartesi günü, Meteoroloji Genel Müdürlüğü’nden aldığı verilere dayanarak, deniz kabarması ve aşır yağıştan kaynaklı deniz taşkını yaşanabileceğini belirterek vatandaşı uyarmıştı. Günün ilerleyen saatlerinde deniz seviyesi 1 metre yükseldi, Alsancak Kordon, Karşıyaka Yelken Kulübü ve Mavişehir’de deniz taşkını yaşandı. Taşkında zarar gören elektrik trafolarından kaynaklanan bölgesel elektrik kesintileri yaşandı.
Meteoroloji Genel Müdürlüğü’nün hava tahmin modellerine göre ikinci bir yükselme ihtimalinin düşük olduğu belirtildi. Alınan verilere göre, rüzgârın öğle saatlerinde etkisini kaybetmesiyle birlikte deniz çekilmeye başlayacak.
Tunç Soyer: Karbon 0 – Dünya 1 Kampanyasına Destek Veriyorum
Tsunami Etkisi Yarattı
İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer, deniz kabarması olarak adlandırılan durumun bir tsunami etkisi yarattığını ve denizin karadan yüzlerce metre içerilere ilerlediğini belirterek “1200 mesai arkadaşımız, 250 iş makinesi ile geceden beri su tahliyesi yapıyor. Vatandaşlarımızın bu durumdan en az etkilenmesi için İZSU, İtfaiye ve Fen İşleri ekiplerimizle canla başla çalışıyoruz” dedi.
Ekoloji
Alexandra Cousteau: Okyanusları Geri Kazanmak İçin 10 Yılımız Var
12 ay önce
-
27 Kasım 2023By
Barış TınayYılın en büyük inovasyon buluşması Türkiye Innovation Week, sürdürülebilirlik aktivisti Alexandra Cousteau ismini ağırladı. Dünya üzerindeki plastik atıkların korkutucu boyutlara ulaştığını hatırlatan Cousteau, “Okyanusları geri kazanmak için önümüzde 10 yılımız var” değerlendirmesinde bulundu.
K2 HABER | Türkiye İhracatçılar Meclisi (TİM) koordinasyonunda düzenlenen ve bölgenin en büyük inovasyon buluşması olan Türkiye Innovation Week (TIW), İstanbul Haliç Kongre Merkezi’nde kapılarını açtı.
Etkinlik kapsamında değerlendirmelerde bulunan Fransız okyanus uzmanı ve kâşif Jacques-Yves Cousteau, bizim bildiğimiz adıyla Kaptan Cousteau’nun torunu Alexandra Cousteau, okyanusları geri kazanmak için dünya halklarının 10 yılı olduğunu belirtti.
Cousteau açıklamasında, “Önümüzdeki on yıl, tek küresel okyanusumuzun geleceğini belirleyecek. Artık farklılıklarımızın ötesine bakmamız ve iddialı ve yenilikçi çözümleri benimsememiz gerekiyor” ifadelerini kullandı.
Mikroplastiklerin zararlarına da değinen Alexandra Cousteau, “Mikroplastikler artık yediğimiz balıklarda, hatta yemeğimize serptiğimiz deniz tuzunda bile mevcut. Mevcut eğilimler devam ederse 2050 yılında okyanuslar trajik derecede üzücü, kirli ve boş bir yer olacak” diye konuştu.
Araştırmalara göre dünyanın yaklaşık yüzde 70’ini kaplayan okyanuslarda tahmini 171 trilyondan fazla plastik parça bulunuyor. Bilim insanları, okyanuslardaki plastik yoğunluğuna ilişkin önlem alınmadığı takdirde 2040’a kadar atıkların neredeyse 3 kat artabileceği uyarısında bulunuyor.
Karşıyaka Belediye Başkanı Cemil Tugay Mikroplastik Tehlikesini Yazdı