Connect with us

Yazarlar

Biri Normalleştirme Mi Dedi?

barış bayram normalleştirme

Politik gündem yorumları başta olmak üzere çeşitli savunuculuk argümanları dahil her tür eleştirel söylem iletişilirken Türkiye’de anormal bir fazlalık oranında tesadüf ettiğim kavramsallaştırmalardan biri de “normalleştirme” ki bu sözcüğe her kesimin birbirini yanlışlama ve suçlama girişimlerinde çok fazla rağbet göstermesi de maalesef onu uzun yıllardır toplumumuzun düşünsel normallerinden biri kılmakta: “Onların söylemi aslında kabul edilemez olan bu davranışı normalleştirmekte.” “Hayır, bunu normalleştiremezsiniz! Size izin vermeyeceğiz.” “Ülke böyle sorunlu normalleştirmeleriniz yüzünden bu hale geldi…”

BARIŞ BAYRAM | Elbette, bu gibi itiraz ifadelerinin kısmen de olsa yerinde bulduğum cephesine de değinmek isterim. Bir yanlışın sık ve yaygın olarak tekrarlanması ve/veya söylem alanlarında olumlu karşılıklarının üretilmesi ve iletişimi -özellikle de failler kendilerine en/daha çok sevgi, hayranlık, ilgi, yakınlık, saygı veya güven duyduğumuz ve görece yüksek yetki, sosyal statü, etki kitlesi ve ilintili uzmanlıkları bulunan bireyler ise- bizim de söz konusu yanlışlardan kaçınma örüntülerimizin zayıflamasında faktör olabiliyor.

Dolayısıyla, zorunlu olmayan bu sorunlu etkilerin neden ve nasıl gerçekleştiğini anlayabilmemiz için dikkatimizi yöneltmemiz gereken üç kritik öge var: Bir yanlışın icrasını tam da bizim yakınsadığımız ve yücelttiğimiz/önemsediğimiz bireylerde görmemiz; böylesi yaygın eğilimler söz konusu bireylerin toplumsallaşma tarzlarında belirdiğinde kendi entelektüel özerkliğimizdeki yetersizliklerimiz yüzünden gördüklerimiz karşısında eleştirel bir mesafe ve yanıt yaratma kabiliyetimiz anlamında performans düşüklüğümüz; son olarak da, değindiğim tarzlarda ilgimizi çeken ağlarda sosyal baskınlığımızı ve bireysel çıkarlarımızı ilerletmek gibi sorunlu bir motivasyon önceliğimiz bulunması halinde bahse konu bireylerdeki davranış ve söylemlerdeki yanlışları kısmen fark etsek bile onların oluşturduğu normlara özgü sorunlu beklentilere göre kendi varoluşumuzu modifiye etmemiz.

Barış Bayram: ‘Normalleştirme Eleştirisinin Aşırı Kullanımı Yanıltıcı’

Demek istediğim şey, kendilerinde görülen faillere ilişkin olarak rastlantısal örüntüler olmaları ölçüsünde yüksek bir sıklık ve yaygınlık kendi başına “normalleştirme etkisi” yapmaya yetmiyor. Ancak yine de, sosyal olarak baskın olma peşinde olup kabilecilik vesaire yapan ve/veya bağımsız düşünme kabiliyetlerini kendi ağ ve elitlerinden kaynaklanan “normalleştirmeler” ile karşılaştığında kaybedecek ölçüde kendi entelektüel özerkliği az gelişmiş bir birey söz konusu olduğunda aidiyeti ve tekil ilişkileri bilinmeyen veya anlamlandırılamayan sıklık ve yaygınlıklar bile olası/örtük yakınsama ve yüceltme/önemseme olanakları hesaba katıldığında -tanıdık olana kıyasla daha az da olsa- “normalleştirme etkisi çemberlerine” dahil edilebilir.

Sonuçta, her halükarda, yanlış olan bir şeyin sıklık ve yaygınlık kazanması ona karşı mücadele, önleme, cezalandırma ve hak arama araçlarını ve örüntülerini olumsuz şekilde belirleyen gerçeklikler ve somutlaşmalar anlamına geliyor ki böylece adalet ile politikanın kesişim kümesinin daraltılması felsefece son derece arzu edilmez bir durum. Öte yandan, açımladığım versiyonuyla “normalleştirme” eleştirisinin aşırı kullanımı indirgeyici ve yanıltıcı olduğu gibi, asıl nedensellikleri düşünmemizi olanaksızlaştıran bir entelektüel kapatma etkisi üreten hatalı ve kolaycı bir yanlılıktan ibaret olmasıyla daha derinde yatan sorunlarımızın bir göstergesi ve hatta tekrar üreticilerinden biri!

Barış Bayram: ‘Politik Olan Her Şey Sosyokültüreldir’

‘Toplumsal ve Akademik Geri Kalmışlığımızın Manidar Bir Belirtisidir’

Kısacası, toplumsal cezalandırma ve ödüllendirme mekanizmalarındaki adaletsizlikleri ve sorunlu inşaları ele almak ve bunlar tarafından ciddi ölçüde belirlenen bireysel, sosyal ve varoluşsal maliyet hesabı dinamiklerini analiz etmek ve böylece sorunlarımızın asıl kaynakları olan sosyokültürel örüntü ve zihniyetleri incelemek yerine, “bazı insanları” (bir kez daha “onlar” gördüklerimizi) beyinleri propaganda ile yıkanabilen ve içi hep başkalarınca doldurulup boşaltılan “kandırılmışlar” olarak saymak politik meseleleri neden hiçbir zaman temelden sorgulamaya başlayamadığımızın ve sosyal adaletsizliklere çözüm üretmede toplumsal ve akademik geri kalmışlığımızın manidar bir belirtisidir düşüncesindeyim.

Dahası, “normalleştirme etkisi” yaptığını ileri sürerek birilerini suçlayan taraflar eleştirdikleri bireylerin normalleştirici propagandalarından kendileri etkilenmedikleri ve bu “normalleştirme” söylemlerine rağmen bunlardan bağımsız bir söylem ve varoluşa evrilebildiklerini veya dönüşüm denebilecek ölçüde büyük değişimler geçirmiş olduklarını da unutmuş gibi yaşamaktadır. Birbiriyle çatışanlar kendilerinde varsaydıkları bu “normalleşmeye karşı bağışıklık kazanmışlık” hayali kapasitesini unutmuş gibi yaparak birbirinin elinden “normalleştirme” eleştirisi aracını almamak üzere bir nevi sessiz ve son derece gizli bir stratejik ortaklık -öyle ki “suçta duygudaşlık” ile kolektif bir suçluluk duymazlık- içerisinde hareket etmekte, sözüm ona “çatışmaktadır”.

‘Normallerin Tiranlığında Anormalliğin Anlamını Yeniden Düşünmek…’

Denebilir ki, kendi sosyal ağlarının normları bağlamında hep “daha normal” algılanabilmek için vicdani özerkliğini yitirerek “anormallere” adaletsizlik yapan, ancak bir yandan da “normalleştirmeye” karşı savaşırken erdem satan sesi coşkuyla yükselen “normallerin” tiranlığında anormalliğin anlamını yeniden düşünmek zengin bir çatışma kültürünün ve bireysel özgürleşmenin imkan şartlarındandır.

Türkiye Paris İklim Anlaşması’nı Neden Onaylamıyor?

Ekoloji

Kuraklık Trakya’yı Sarıyor: Susuzluk Riski Giderek Artıyor

-

Trakya bölgesindeki çiftçiler, kuraklık kaynaklı büyük bir üretim sıkıntısı içerisine girdi. Bazı köylerde yağmur dualarına başlandı.

DENİZ KILIÇ | Küresel ısınma ve iklim krizi her geçen gün biraz daha hissediliyor. Mevsim normallerinin üzerinde devam eden hava sıcaklığı geleceğe endişeyle bakmamızı sağlıyor. Her yıl bir önceki yılın aynı ayına göre hissedilebilir hava sıcaklığının artış gösterdiği verilere yansıyor. Meteoroloji Genel Müdürlüğü verilerine göre uzun yıllar Ocak ayı ortalama sıcaklığı 2.9 santigrat olup 2023 Ocak ayı sıcaklığı da 5.3 santigrat olarak gerçekleşmiştir. Yağışlı gün sayısının düşmesi ve oluşan kuraklık en çok da çiftçileri etkiliyor.

Trakya bölgesinde çiftçilerle yapmış olduğum görüşme neticesinde, çiftçiler kuraklıktan kaynaklı olarak büyük bir üretim sıkıntısı içerisinde. Bu yıl bazı kanola üreticilerinin yağış yetersizliğinden dolayı ektikleri kanolayı bozarak, ayçiçeği ekim alanı olarak hazırladığını biliyoruz. Buğday ekim alanlarına atılan gübrenin yağışların gerçekleşmemesinden dolayı erimediğini ve toprağa karışmamasından dolayı buğday hububatı açısından sorun olabileceği yine bölge çiftçisinin gündeminde olan başka bir konu.

Yağmurun yağmaması halinde bu yıl buğdayda rekolte sıkıntısı ile karşı karşıya kalabiliriz. Ülkemizin en çok ayçiçeği üreten bölgesi Trakya’da çiftçiler bu yıl yağışların yetersizliğinden kaynaklı olarak ayçiçeği ekim alanlarını henüz hazır hale getiremediklerini dile getiriyor. Göl ve göletlerden çekilen sular, yeraltı kaynaklarında azalan su miktarı gelecek açısından uyarı veriyor.

ÖZEL HABER | Türkiye’de Kuraklık Her Yeri Sardı: Peki, Çare Ata Tohumları Mı?

kuraklık haritası

Trakya’da Susuzluk Sorunu Ortaya Çıkabilir

Küresel ısınma ve iklim krizinin doğurduğu sonuçlar, Trakya çiftçisini birçok bölgeden daha fazla endişelendiriyor. Fakat iklim krizi deyip, insan faktörünü gözardı etmemeliyiz. İnsan eliyle su kaynaklarının yok olmasına yol açan uygulamalar, bir an önce kamu eliyle engellenmelidir. Gerekli tedbirler alınmadığı takdirde, Trakya genelinde yakın gelecekte içme suyunda ve tarımsal sulamada ciddi sorunlarla karşılaşabiliriz. Kurak bir kış mevsimini yaşayan çiftçilerin çareyi yağmur duasında aradıklarını da belirtelim. Pek çok köyde yağmur duaları yapılmaya başlandı.

Öte yandan Meteoroloji Genel Müdürlüğü’nün Aylık Sıcaklık Analizine göre, geçtiğimiz ocak ayında Türkiye genelinde beş istasyonda ölçülen hava sıcaklığının ekstrem düzeyde olduğunu görüyoruz. Bu beş istasyondan ikisi Trakya bölgesinde yer alan Kırklareli ili ve Lüleburgaz ilçesi. Diğer üç istasyon ise Erzurum, Kars ve Bingöl illeri olarak verilere yansımış durumda.

Okumak için tıklayın

Ekoloji

Uludağ’dan Ne İstiyorlar?

-

Uludağ alan başkanlığı

Son yıllarda bir kavram var, Alan Yönetimi… Çekül Vakfı’nın tespitine göre, UNESCO Miras Alanları ile ilgili bir durum bu. Arkeolojik, kentsel ve doğal sit alanlarının güya korunmasıyla ilgili… Buraları bakanlıklara bağlı kuruluşlar, mesela Milli Parklar Müdürlüğü, müzeler veya yerel yönetimler koruyamıyor, ayrıca yönetimde bir sorun ortaya çıkıyor, yetki karmaşası yaşanıyor. Yeni icat edilen ‘Alan Yönetimi’ kurtarıcı olarak devreye girsin isteniyor.

CENGİZ ERDİL | Çekül Vakfı soruyor; “Gerçekten ‘Alan Yönetimi’ kavramı her derde deva bir formül mü? Bürokratik, zorunluluktan doğan bir yasal süreç mi? Bir örgütlenme modeli, güçlü bir yeni otorite mi? Yoksa klasik temsili demokrasinin tıkandığı alanlarda, özellikle mirasın korunmasında yeni bir yönetim denemesi mi?”

Hiçbiri değil…

Ülkemizde Alan Yönetimi, bu alanların yapılaşmaya açılmasından başka bir şey değil.

Alan Yönetim Başkanlığı’nın oluşturulduğu Kapadokya ve Çanakkale Gelibolu Milli Parkı’nda ciddi sorunlar var. Kapadokya’da peri bacalarının yakınından yol geçiriliyor, Gelibolu Yarımadası’nda köylülerin yüz yıllık bağ ve bahçelerinde tarım yapmalarına engel çıkarılıyor.

Zeytinlikleri Faili Meçhule Götürmek İstiyorlar

Şimdi Sırada Uludağ Var

AKP Bursa Milletvekillerinin imzası bulunan 13 maddelik Uludağ Alanı Hakkında Kanun Teklifi’, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı’ndan geçti. Teklif, Bursa’daki Uludağ Milli Parkı’nın korunmasının sağlanması amacıyla ‘Uludağ Alan Başkanlığı’ kurulmasını öngörüyor.

İYİ Parti Grup Başkanı ve Bursa Milletvekili İsmail Tatlıoğlu, ‘Alan Başkanlığı’ yapılmak istenen bölgenin çok kıymetli olduğunu belirtmiş ve şöyle demiş;  “Uludağ’ın Alan Başkanlığı kapsamına alınmasını gerektirecek neden yok. Burası belediye ile düzgün bir şekilde imar planının uygulanabileceği bir yer. Ama burası, ayrılarak tam anlamıyla kullanılabilecek bir alan. İstismara çok açık bir şey. Dolayısıyla burada biraz aceleleri var.”

Burayı önemli kayak merkezi olarak biliyoruz ama kayak alanı Uludağ’ın devede kulak bir parçası. Türkiye’nin en büyük milli parkları arasında yer alan Uludağ Milli Parkı alanının yüzde 84’ü Mutlak Koruma Alanı içerisinde bulunuyor. Bilimsel araştırmalar dışında hiçbir faaliyete izin verilmeyen, insan etkisinin yasaklandığı alandan söz ediyoruz.

Düzenlemede turizm amaçlı gerçekleştirilecek tahsis süreci ve yatırımlar yapılması maddesi dikkat çekici.

Uzmanlar bu düzenlemeyle Uludağ’da yapılaşmanın artacağını, zaten betona gömülen Bursa’da dağ eteklerinde orman varlığının yok olacağını savunuyor.

Uludağ’da milli park 13 bin hektar genişliğinde. Uludağ aynı zamanda önemli bir uluslararası kuş konaklama alanlarından. Sayıları gittikçe azalan sakallı akbaba ve kaya kartalının yuvası olan yöre, paçalı baykuşun ilk görüntülendiği yer… Ayrıca apollo kelebeğinin ender yaşadığı bölgelerden.

Bursa’nın temiz havası, suyu olan Uludağ’ı anlatırken ünlü seyyah Evliya Çelebi’yi anmadan olmaz. 400 yıl önce Uludağ’ı şöyle anlatmış: “Bir kayadan gayet soğuk bir Ab-ı hayat fışkırır ki, insan içinden bir taş çıkaramaz. Buz gibidir. Burada küçük büyük göller vardır. Bu göllerde birer ikişer okkalık alabalıklar yetişir. Buralarda ki su birikintilerinde haliçlerde kışın su donar. İstanbul tarafından iki-üç yüz neferiyle karcıbaşı gelerek bu göllerden buz keser. Her parçası sanki billur ve neceftir. Elmas parçası gibi parıltısı insanını gözünü kamaştırır. Mudanya iskelesinden kar gemilerine yüklenir ve İstanbul’a padişahın mutfağına, helvahanesine, has haremine ulaştırılır.”

Okumak için tıklayın

Yazarlar

Kimin Malını Kime Satıyorsun?

-

hürriyet köyü

Hürriyet köyü ve köylülerinin hikayesi uzun ama kısaca bahsetmek lazım. Bu ülke tarımı Balkan göçmenlerine çok borçludur. Gerek Balkan Savaşları’ndan sonra, gerekse 40’lı yıllardan sonra gelen Evlad-ı Fatihan’lar (atalar onlara öyle der) özellikle Marmara ve Ege Bölgelerinde tarım ve hayvancılıkta önemli işler yaptılar, bazı tarım tekniklerini onlar öğretti, ortak meralar kurdular, kooperatiflerin kurulmasına öncülük ettiler. Kurucu önderin de Selanik doğumlu olduğunu unutmayalım.

CENGİZ ERDİL | Burada yazılan bir Balkan göçmeni köyünün başına gelendir. İşin içinde devletin en üstü dahil olunca, konu medyamızda da nihayet haber oldu.

Olay şu; Bursa’nın Karacabey İlçesi Hürriyet köylülerinin geçmiş yıllarda kendi istekleriyle meraya çevirdikleri tapulu arazilerine belediye el koyar, köylülerin hak isteme mücadelesi de böyle başlar.

201 hane oluşturan göçmenler 1951 yılında Karacabey’de Haydar Ağa Çiftliği’ni Kemal Çayıroğlu’ndan satın alır ve 12 bin dönüm araziyi aralarında eşit paylaşırlar. Çevre köyler mera ve otlaklarını kullandırmayınca, arazilerinden 6 bin dönümü hayvan otlatmak için otlakiye, kavak dikmek için kavaklık, odun kesmek için baltalık ayırıyorlar. Cami, okul, öğretmen lojmanı, mezarlık yeri de bırakıyorlar.

Gel zaman git zaman arazi kıymetleniyor, tarımı beyinlerinden silen betoncuların iştahını kabartıyor. Araziye Karacabey Belediyesi el koyuyor. İşin bürokrasi merdivenlerinde tırmandırılması ve mahkeme safhası uzun, sonuçta el koyma operasyonu oldu bitti ile gerçekleşiyor.

Zeytinlikleri Faili Meçhule Götürmek İstiyorlar

Burası Çok Önemli! Belediye ve Bakanlığın Birbirinden Habersiz Davranma Rolü

İyi polis, kötü polis senaryosu gibi bir şey bu. Karacabey’de olanları en üsttekiler bilmiyor, alttakiler de görmezden geliyorlar.

Şöyle anlatalım; Tarım ve Orman Bakanlığı’nın bir projesi var. Tarım alanlarının korunması ve hatta tarıma arazi kazandırılmasını amaçlayan bir proje bu. Mesela Bakanlığın konuyla ilgili açıklamasından bir bölüm şöyle; “Tarıma uygun olmayan alanlarda uygun üretim teknikleriyle bitkisel üretimin artırılması amacıyla ülke genelinde projeler başlatıldı. Bu projelerle ilave 2,4 milyon dekar alanda ekiliş yapılması planlandı.”        

Şimdi aynı partinin Bakanlığı başka, yerel yönetimi bambaşka düşünüyor. Biri AK derken, diğeri KARA diyor. Biri tarımdan diğeri betondan yana… Oysa, Karacabey Belediyesi bereketli arazilerde örnek bir çiftlik kurulması için öncülük etseydi, daha çok insan mutlu ederdi.

Hukuk mücadelesi veren Hürriyet köylüleri şu sorunun yanıtını arıyorlar; “Bu taşınmazların öngörülemez bir şekilde Karacabey Belediyesi’ne geçmesi neticesinde Belediye’nin iş bu taşınmazları hiçbir kamu yararı gözetmeden satıyor olmasında, kamu zararı mevcut mudur?”

Arazileri kurtarmak isteyen köylüler nihayet devletin zirvesine ulaştıklarında, sorunlarını anlattılar. Cumhurbaşkanı Erdoğan da “Kim bu Belediye?” diye sordu.

Yanındaki milletvekilleri cılız ve biraz da korkarak, “Bizim belediye efendim” dediler.

Sonra herkes sustu…

Okumak için tıklayın

Yazarlar

Cezalar, Çevre Suçlarını Engelliyor Mu?

-

cengiz Erdil çevre cezaları

Ülkemizin gündelik tarihinde yılbaşı zam fırtınasını işaret eder. Yılbaşına birkaç gün kala veya yılın ilk haftası zam fırtınasının zamanıdır. Hiçbir yere kaçamazsın, gelir seni bulur.

CENGİZ ERDİL | Yiyeceğinden içeceğinden sonra sanki bir kuralmış gibi vergiler ve harçlar da artar. Tebliğler (neden bildirim denmez acaba!) ardı ardına gelir. Hazine ve Maliye Bakanlığı’nın değişik tebliğleri var. Resmi Gazete’ye bakmakta her zaman yarar vardır, şu dikkatimi çekti.

Katma Değer Vergisi Genel Uygulama Tebliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Tebliğ… (şunu demek istiyor, bir tebliğimiz vardı, onu değiştirdik, tebliği kaldıran tebliği, tebliğ ettik!) İşte devletin tam resmi yayın organı sayılan gazetede yayınlanan tebliğlerden biri de çevreyi kirletenlere kesilen cezalarla ilgili.

Bu cezalar da acayip arttı. Bizde kağıt üzerinde her şey iyidir, sorun uygulamada. Doğaya tehlikeli atık atan, yurtdışından atık taşıyan, imar planlarını bozanlara hapis cezası bile var.

Cezalar arttı da, “Denetleyecek eleman sayısı nedir?” diye de sorarsanız, bakanlıkların ve belediyelerin denetim ekiplerinin sayıca yetersiz olduğu gerçeğiyle karşılaşırsınız. Geçen yılın ilk dokuz ayında yapılan denetimlerde, 385 milyon 800 bin 737 lira idari para cezası kesilmiş. Denetlenen işletme sayısı 4 bin dolayında.

Zeytinlikleri Faili Meçhule Götürmek İstiyorlar

Bu Yıl Çevre Cezaları Yüzde 122 Arttı

Bu cezalardan önce halkı yakından ilgili olanlarına bakalım; konutunda gürültü yaptın cezası 4.830 lira, gürültüyü otomobilinle çıkardın 14.613 lira… Sokağa çöp attın cezası 3.036 lira…

Köylerde ise anız yakmanın cezası dönüm başına 244 lira, eğer anız orman yakınında yakılırsa cezası dönüm başına 1.220 lira… Şimdi gelelim büyüklere…

Marmara ve Boğazlar Bölgesi en hassas alan seçilmiş. Bu bölgeyi kirleten tesis ve gemilere verilecek cezalar misliyle arttı. İlk ceza 1.466.072 lira… Yani Marmara’yı kirleten bir buçuk milyon liraya yakın ceza ödeyecek. Gemilere verilen cezalar tamam ama ülke sanayinin can damarı bölgede Marmara yıllardır adeta çöp kutusu olarak kullanılıyor.

Trakya’da Ergene, Bursa’da Nilüfer Çayı çevresindeki tesislere defalarca ceza kesildi. Hala önlem almadan çalışmaya devam ediyorlar.

Arıtma tesisi kurmayanlara verilecek ceza 733.363 lira. Peki adam kurmadı, cezayı verince kurtulacak mı? En azından kapısı uzun bir süre çalınmayacak. Yasalarda bazı boşluklardan yararlanıp, tesis çalışmaya devam edecek.

Hava kirliğine yol açan tesislere 73 bin liradan 586 bin liraya kadar cezalar var.

O zaman gaz arıtma bacası olmayan termik santrallerin başı dertte demektir. Hayır hiç de öyle değil, zehir saçmaya devam ediyorlar.

Taş ocaklarının toprak, orman ve su dengesini bozmada üstlerine yok. Hala ruhsat veriliyor. Ruhsat alamayan da kaçak çalışmanın yolunu buluyor.

Sokağa çöp dökenleri artık kentliler ayıplamasını biliyor. Burada sorun çok az. Asıl tehlike denizleri, toprağı bitirenler… Ceza ise paradan değil, onlarını yolunun kesilmesinden geçiyor… Çok şey istemiyoruz, modern bir işletme nasıl oluyorsa, öylesini arzu ediyoruz.

Okumak için tıklayın

Ekoloji

Zeytinlikleri Faili Meçhule Götürmek İstiyorlar

-

cengiz Erdil

“Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu” demiş ya atalarımız Kuzey Ege’nin başına gelen odur. Bir bölgeyi turizm alanı ilan edip sonra maden aramalarına, santral inşaatlarına açmak saçmalığı olsa olsa bizde olur herhalde…

CENGİZ ERDİL | Aydın’ın ovalarında tarımı tehdit eden jeotermal santraller Kuzey Ege’nin de başını belaya sokacak. Çanakkale’nin Ayvacık ilçesine bağlı Büyükhusun köyünde bir süre önce JES inşaatıyla ilgili proje mahkeme kararıyla iptal edilmişti. Ancak şirket yeni bir ÇED raporu hazırlayarak çalışmalara başladı.

Köylüler elbette yine arazilerini korumanın kavgasını veriyorlar. Adalet arıyorlar. Nasıl ki Karadeniz’de yeterli sayıda HES (Hidroelektrik santral) varken, masa başı projelerle yeni HES’ler için dereler yağma ediliyorsa, Kuzey Ege’de de halen faaliyete olan dört JES’e ek olarak daha fazlası isteniyor.

Kazdağı Doğal ve Kültürel Varlıkları Koruma Derneği açıklamasında şöyle diyor; “Ayvacık ilçemiz bir süredir jeotermal kaynak arama ve jeotermal enerji santralleri projeleri ile gündemde. Tuzla yakınlarında halen çalışmakta olan dört adet JES var. Bu projelerin tarımsal üretim, yeraltı ve yerüstü sularımıza verdikleri zararları görmekteyiz. Bölgemizin tarımsal, turistik ve kültürel değerlerine zarar verecek yeni jeotermal enerji santralı istemiyoruz. Ayvacık ilçemizin bazı şirketlerin kar hırsı için gözden çıkarılmasına izin verilemez.”

Cengiz Erdil yazdı: Patara’nın Kumları Nereye Gitti?

Bilirkişi Raporuna Dikkat!

Mahkeme daha önce projeyi iptal ederken bilirkişi keşif raporunu dikkate almıştı. Bu raporda, projenin tarım arazileri içinde kaldığı belirtiliyor, sondaj noktasına en yakın yerin topu topu bir kilometre uzaklıkta olduğuna işaret ediyordu.

Ve asıl önemlisi yöre antik alanların varlığı nedeniyle koruma altında ve devlet de burada turizm yatırımlarına öncelik verilmesini istemiş. Gelin görün ki; herhalde ‘Ayağına Sıkmak’ buna denir, şimdi bu alanda enerji yatırımlarına öncelik veriliyor. ‘Elveda turizm, hoş geldin baca gazları’ demek lazım.

Proje sahasının hemen yakınında UNESCO Dünya Mirası geçici listesinde yer alan Assos Antik Kenti, Lamponia Antik Kenti ve Dolmen adı verilen antik dönem mezarları var.

Şirket burada 40 bin dönümlük bir ruhsat alanında JES kaynak arama yapmak istiyor.  Oysa 1/100.000 ölçekli Çevre Düzeni Planı’na göre, tarım arazisi içerisinde yer alan yöre, aynı zamanda “Türkiye Turizm Stratejisi”ne göre sağlık ve jeotermal turizm gelişim alanı ve zeytin koridoru olarak da biliniyor.

Zeytin koridoru denince aklımıza geldi, meraklıları hatırlar. Meclis’teki torba yasaya yine çaktırmadan ve aceleyle ‘zeytinliklerde maden araması yapılabilir’ maddesi konulmuştu. Son anda iptal edildi.

Bilindiği gibi Zeytin Kanunu gereği zeytinliklere 3 km mesafede enerji ve madencilik projeleri yapılamıyor.

Zeytin Kanunu’nun değişmesinde ısrarlı olan gizli bir el var! Zeytinlikleri faile meçhule götürmek istiyor.

* Bu yazı 24.12.2022 tarihinde Gazete Pencere’de yayımlanmıştır.

Okumak için tıklayın

Hayvan Hakları

Bu Ülke Nereye Gidiyor?

-

ayşem özleyiş

2021 yılında dillendirilen söylemle başlayan, daha sonra bu söylem üzerinden kalıbına uydururcasına bir takım yasal değişimlerle beslenen, sonrasında ise genelgeyle kanunların önüne geçildiği bir süreç içindeyiz.

AYŞEM İŞLEYİŞ OĞUZ | Bu süreç içinde yüzlerce sokak hayvanı öldürüldü, işkence edildi, yasaya aykırı toplatıldı, ıssıza atıldı ve sonuç olarak bir şekilde ortadan kaldırıldı. Bu yetmemiş olacak ki siyasi güçle desteklenen, her gün sosyal medyada, mahallemizde bu destekle şiddetlenen kanunsuzluk, İzmir’de bir aileden üç kişinin öldürülmesiyle en üst seviyeye ulaştı.

Toplumsal şiddet o kadar çok körüklendi ki, eline silahı alan sokaklarda ‘adalet’ dağıtmaya, hayvan öldürmeye başladı. Nefret dolu sosyal medya hesapları pervasızca konuşmaya devam etti, halen bu çevreler aleni bir şekilde hız kesmeden nefret söylemlerini yaymaya devam ediyor.

Sokak hayvanları üzerinden başlatılan bu Ortaçağ zihniyeti ile varılmak istenen tek bir amaç olabilir; o da bu ülkenin toplum yapısını bozarak kaos yaratmak, sağlıklı düşüncelerden uzaklaşmak, korku içinde sağlam kararlar verilmemesini sağlamaktır.

Eğer bu yaşananlar söylediğimiz gibi olmasaydı; tarafsızlığını kaybetmiş bir hukukla karşı karşıya kalmaz, hak, hukuk, adalet için veryansın etmezdik… Devlet gereken gücü gösterir, hak edene hakkını adil bir hukukla vererek adaleti teşkil ederdi.

Hangi Ülkede kişilerin Söylemi Kanunların Önünde Değerlendirilir?

Tüm bu yaşatılanların üzerine bir de geçtiğimiz hafta eklenen yeni söylem, bu ülkenin nereye gittiği sorusunu bir kez daha gündeme taşımıştır. Çalışmayan devlet kurumlarının ayıpları ortadayken, her şey kuralına ve kanuna uymuş da sonuç alınamamışçasına tüm fatura yine sokak hayvanlarının canı üzerine yüklenmiştir.

Soruyoruz hangi ülkede kişilerin söylemleri, demeçleri kanunların, yasaların, kuralların önünde değerlendirilir? Cevabı açıktır…

Bugün artık gelinen nokta durup ciddi düşünme ve değerlendirme noktasıdır. Hak ettiğimiz adaleti alamazsak, hak ve hukukumuzu koruyamazsak bu ülkedeki hiçbir canlıyı koruyamayız.

Tüm Canlılarımızla Geleceği Birlikte Var Edeceğiz?

Yasalar kişiye uymaz kişi yasalara uyar. Yasal düzenlemeler bir zümrenin veya topluluğun çıkarına değil toplumun tüm iştiraklerini içine alması gereken düzenlemeler olmalıdır. Yanlış, ters giden ve sonuç alınamayan bir düzenleme, kural, yasa varsa bu ortak akıl, güncel bilimsel adil değerlendirmelerle değiştirilir. Yaptım-söyledim oldu mantığı ile kurumlar yönetilmez.

Türkiye Cumhuriyeti laik, demokratik ve güçler ayrılığı ilkesiyle var olmuş, olmaya da devam edecek bir ülkedir.

Ülkemizin her bir canlısı için insanı, hayvanı, doğası için vicdanları kanatan, adaleti görmezden gelen, yaşam hakkını, yaşatılan kuralsızlıkları değerlendirmeden uygulanmaya çalışılan her düzenlemenin karşısındayız.

Bu ülke hepimizin ve bu ülkenin nereye gideceğine biz karar veririz, vereceğiz çünkü biz halkız. Bizi bölmeye, ayrıştırmaya çalışmak asla sonuç vermeyecektir.

Gelecek hepimizin, tüm canlarımızla geleceği birlikte var edeceğiz…

Zülal Kalkandelen: Sokak Köpeklerine Yasa Dışı Operasyon Hazırlığı Yapılıyor

Okumak için tıklayın

Gündem

Soma Unutuldu, Ermenek Unutuldu, Sırada Amasra Var

-

cengiz erdil amasra

CENGİZ ERDİL | Siz hiç maden ocağına girdiniz mi? Ben girdim. Gürültülü bir asansörle yerin 200, 300 metre altına inersiniz. Duvarları kurşuni bir tünelden geçip, havanın kurşun gibi ağır olduğu kömür alanına ulaşırsınız. “Halkın dertleri nedir ve dostları kimlerdir?” gibi sorularla meşgul bir muhabirseniz, bunu hayatınızda iki üç defa yapmış olabilirsiniz. Maden işçileri için ise rutin iş. Bazen sabah, bazen de gece vardiyasında yeraltına dalıyorlar. Bence; dünyanın en zor işi. Kaderinde veya fıtratında sadece bu var.

Bizde maden insanları, bir facia yaşanınca akla geliyor, medyanın da gündemine… Sonra unutulup gidiyor. Şimdi Bartın Amasra faciası gündemde. Dünyanın en büyük maden faciaları arasında gösterilen “Soma” unutuldu bile…

Manisa Soma’da 301 madenci yeraltından çıkamadı, onların ölümü üzerinden sekiz yıl geçti. 14 Mayıs 2014 günü Soma maden bölgesindeki kömür kokulu havayı yırtan ambulans haykırışlarına karışan cılız bir ses vardı: “Beni bu ambulansa koymayın, kirlenir… üstüm başım kömür” diyen o madenci unutulmaz bir ayrıntıydı.

Soma unutuldu, sonra Ermenek unutuldu, sırada Amasra var.

Soma’yı unutturmamak için hazırlanan iki rapor da unutuldu. İlki Maden Mühendisleri Odası’nın raporu, diğeri ise TBMM Araştırma Komisyonu Raporu. Tarihe bir şekilde kaydı düşen sonuçları bile sayfalarca olan o iki rapora bir bakalım.

Patara’nın Kumları Nereye Gitti?

Aşırı Kar Hırsı

Her iki raporda da Soma’daki kazanın başlıca nedeni olarak kar hırsı gösterildi. Facianın yaşandığı ocakta 2009 yılında 230 bin ton olan üretim, bir yılda 10 katına çıkarıldı. 2012 yılında üretim iki milyon 800 bin tona yükselmişti. İşçi sayısındaki artış da kaza riskini yükseltti. Yoğun üretim maden sahasının fiziksel dengesini bozdu, madende tehlike “rutin” hale gelmişti.

Maden Mühendisleri Odası’nın raporunda büyük maden kazalarının tümünün taşeron veya rödovans uygulamasının olduğu ocaklarda yaşandığına dikkat çekildi. 1992 yılında Zonguldak Kozlu maden ocağında 263 kişinin yaşamını yitirdiği facianın ardından tüm facialar kamu dışındaki madenlerde gerçekleşmişti.

Denetleme Parası Da Patrondan

Soma’daki ocakta denetim sorunu vardı. Raporda, teknik nezaretçi ve iş güvenliği uzmanlarının denetim elemanı olarak tanımlanmalarına rağmen, ücretlerini denetledikleri işverenden aldıkları vurgulandı. Böyle olunca personelin denetim yetkisini kullanmakta güçlük çektiği ortaya çıktı. Böylece Soma maden ocağı düzenli olarak denetlenmesine rağmen sorunsuz olarak nitelendirildi.

Maden Bitince Sorun Bitmiyor: ‘Giresun Kirlendi, Sırada Balıkesir Var’

Uygun Maske Yoktu

Madende kişisel donanım yetersizdi. Metan gazına karşı karbonmonoksit maskesi taşıma zorunlu ama sayıları yeterli değildi. Maskelerde uygun filtre sistemi de yoktu. Ölüm oranını çok olmasının bir nedeni de buydu.

Meclis Araştırma Komisyonu’nun 283 sayfalık raporunda da şu saptama ilginç…

“Soma faciası Türkiye Cumhuriyeti tarihinin karşılaştığı en büyük, meydan okuyan bir felakettir. Vakit geçirilmeden bilimsel çalışmalara başlanmalıdır. Soma’da yaşanan facianın tekrarlanmamasının tek koşulu; madencilik bilim ve teknolojisine uygun çalışmaktır.”

* Bu yazı 21.10.2022 tarihinde Gazete Pencere’de yayımlanmıştır.

Okumak için tıklayın

Politika

Helalleşme Sürüyor: Kılıçdaroğlu Açtığı Yoldan Yürümeye Devam Ediyor

-

başörtüsü kılıçdaroğlu teklif

Cumhuriyetimizin ilk yüz yılında en çok tartışılan siyasi konuların başında gelen “başörtüsü” konusu, Cumhuriyet’in ikinci yüz yılına adım atmaya hazırlandığımız bu dönemde yeniden gündem oldu. Bu sefer konuyu gündeme CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu taşıdı.

DENİZ KILIÇ | Son kurultayında kabul edilen “İkinci Yüz Yıla Çağrı Beyannamesi” ile CHP, Cumhuriyet’in ikinci yüz yılına yaklaştığımız bu dönemde Türkiye’nin 5 temel sorununa karşı 13 çözüm önerisi sunuyordu. Aslında CHP, Cumhuriyetin ilk yüz yılında yaşanan sorunları ikinci yüz yılına taşımama kararlılığı sergiliyor. Dolayısıyla burada siyaseten tutarlılık olduğunu, Kılıçdaroğlu’nun son iki yıldaki politikasını takip edenler biliyor.

Kılıçdaroğlu’nun “Helalleşme” başlığı altında attığı adımlar bugüne kadar CHP tarafından konuşulmayan hatta yaklaşılmayan konulardı. Başörtüsü konusu da bu helalleşme programının kapsamında değerlendirmek gerekiyor.

Başörtüsü teklifiyle, CHP iktidarında muhafazakar kesimin endişelenmemesi gerektiğini gösterilmek istendi. Üstelik bunu yaparken de siyasi bir vaatte bulunulmadı. Bir siyasetçi olarak çözüme kavuşturulması için samimi bir adım atıldı. Ana muhalefet partisi olarak konunun yasal güvenceye alınması ve bir daha siyasetin gündeminde olmaması gerektiğini vurguladı.

Kılıçdaroğlu’nun başörtüsü çıkışı tabi bazı kesimler tarafından da eleştirildi. Bu eleştirilerin de mutlaka dikkate alınması gerekiyor. Ancak şu da bir gerçektir ki, teklif muhafazakar kesimlerce de destek gördü.

Yürüyüş: Kılıçdaroğlu Ne Söyledi, Ne Yaptı ve Şimdi Ne Yapmak İstiyor?

Kılıçdaroğlu Parti Örgütünün Desteğiyle Yürüyor

Konuyu CHP’liler açısından ele almak gerekirse; 23 Eylül’de CHP’nin TBMM grubunun İzmir Seferihisar’da gerçekleşen yeni yasama yılı toplantısı öncesinde konuşan Kemal Kılıçdaroğlu: “Bazen çok fazla bir şey söylemeye gerek yok. Sokaktaki vatandaşımız da biliyor. Ezen sisteme beraber direnmek zorundayız ki bizden sonra geleceklere güzel bir Türkiye bırakabilelim. Biz cesaretle çalışmaya devam edeceğiz. Bu tabloyu değiştirmek zorundayız. Sürekli yürümeye ilerlemeye kararlıyım. Hiçbir şey inandığım yoldan geri çeviremez. Bu ülkeyi seven insanların umutları ve duaları her yerde bizimle birlikte yürüyor.” ifadelerini kullandı.

Aynı konuşmasının devamında Kılıçdaroğlu şu şekilde devam etti; “Özgürlük, doğruluk, adalete susamış halka kurtuluşu beraber getireceğiz ama şunu da artık bilme zorundayım. Gerçekten benimle birlikte misiniz? Bazılarınızın sesi çıkmıyor. Bazılarınızın da isteyerek ya da istemeyerek zarar verdiğini de görüyorum. Ama artık karar verin. Beraber yenecek miyiz, yenmeyecek miyiz? Benimleyseniz benimle olduğunuzu da artık hissetmek istiyorum. Sırtımı size yaslayacağımı bilmek istiyorum.” diyerek partili milletvekillerine çok net bir soru sordu.

Kılıçdaroğlu’nun bu konuşmasında “Kararlı ve cesaretli bir yol açtım ve sonucu ne olursa olsun, bu yolda yürümek istiyorum ancak bu yolda ben yürürken de siz de benimle misiniz?” demek istedi. Buradan bunu anlayabiliyoruz. Salondaki CHP’li vekiller de bunu böyle anladılar ki Kılıçdaroğlu’nu ayakta alkışlayarak “seninleyiz, yanınızdayız” diyerek destek verdi. Bu konuşmanın akabinde başta CHP’liler olmak üzere sosyal medyadan Kılıçdaroğlu’na destek mesajları yayınlandı. ‘Yanındayız Kılıçdaroğlu’ etiketi Twitter’da gündem oldu.

CHP’nin İktidar Manifestosu: İkinci Yüzyıla Çağrı Beyannamesi

Sorunları Cumhuriyet’in İkinci Yüzyılına Taşımama Kararlılığı

Özetlemek gerekirse uzun yıllardır iktidar hasreti çeken CHP’liler, liderine açıkça destek verdi. Bu destek sonrasında Kılıçdaroğlu ‘başörtüsü’ konusunu gündeme taşıdı. Yani partisinin de desteğini arakasına alan Kılıçdaroğlu, bundan sonraki süreçte hangi konuyu gündeme taşırsa taşısın parti örgütünün desteğinin yanında olduğunu bilerek davranacaktır.

Kılıçdaroğlu’nun bu çağrısı, CHP tarihinde olduğu gibi Türkiye siyasi tarihi açısından da önemli bir çağrı olarak kayıtlara geçti. Toplumu kucaklamak isteyen, bugüne kadar konuşulmamış hatta konuşulmaya cesaret dahi edilemeyen konuları dile getiren, CHP’yi ve Türkiye’yi Cumhuriyet’in ikinci yüz yılına sorunsuz bir şekilde ulaştırmayı hedefine koyan Kılıçdaroğlu açtığı yolda kararlılıkla yürüyor. Sonuçlarını zaman hepimize gösterecektir.

Okumak için tıklayın

Yazarlar

4 Ekim Dünya Hayvanları Koruma Günü Neden Kutlu OLMASIN?

-

ayşem özleyiş 4 ekim

Bugün 4 Ekim Dünya Hayvanları Koruma Günü… Belirli günler ve haftalar, hiç düşündünüz mü neden kutlanır? Hatırlanması gerekli konuların unutulmaması, bu konuların yeni uygulamalar ile daha iyi bir duruma getirilmesi, farkındalık oluşturulmasıdır esas amaç…

AYŞEM ÖZLEYİŞ OĞUZ | Yüzyıllardır insan yaban hayvanlarını evcilleştirerek kendi çıkarı için kullanmış, yemek, binek ve örtünme ihtiyacını hayvan bedeni üzerinden sağlamıştır.

Teknolojik gelişmeler, yaşam standartlarının genişlemesi ile bu kullanım alanı daralsada asla son bulmamış, devamlı artan insan nüfusu endüstriyel hayvancılık ve bunun yan kollarıyla yeni kullanım alanları ortaya çıkarmıştır.

Bu demek oluyor ki insan denen varlık duygu ve bilinç dünyası insandan farksız olduğu bilimsel olarak kanıtlanan bir canlıyı halen sömürmeye devam etmektedir. Kendini teknolojik olarak yenileyen insan, teknolojiyi hayvanları daha kolay yok etmek, çoğaltmak için kullanmaya başlamış, sömürü genel anlamda hız kesmeden devam etmiştir. Anlaşılıyor ki hayvanın insana en yakın canlı olduğu gerçekliği gelişme göstermemiş, bakış değişmemiş, onların yaşamları insanın elinde oyuncak olmaya devam etmiştir.

Tüm bu ana başlıklar üzerinden devam ettiğimizde laboratuvarlarda üretilen ırklardan, vücuduna delik açılarak beslenmesi kontrol altına alınan hayvanlara kadar çok geniş bir yelpaze insanların kullanımına sunulmuştur. Peki, buna ne zaman dur denilecek? Dünyada alıp başını gitmiş bu sınırsız çoğalım ve tüketim, küresel ısınmanın en etkili nedeni olurken; insan değişmiyor çünkü insan alışkanlıklarından, aç gözlülüğünden vazgeçmiyor!

Ülkemize dönüp baktığımızda da tablo oldukça kötü… Genel olarak sıraladığımızda; birinci sırada son zamanlarda siyasi olarak da köpürtülen sokak hayvanlarının varlığı yer almakta, diğer alanlar tıpkı dünyadaki karşılıkları gibi hız kesmeden sömürü devam etmektedir.

Ülkemizde iyi yönde bir gelişme olarak tanımlanan ve Avrupa Birliği Uyum Süreci kapsamında hayata geçirilen 5199 sayılı HKK ile ilk adım atılmış, belediyelerin hayvan itlafı için bütçe ayırdığı bir ortamdan, döneminde oldukça kapsamlı düşünülmüş bu yasa ile ciddi bir geçiş sağlanmış ve bu yasa 2004 yılında yürürlüğe girmiştir.

Birçok başlığı içinde barındıran yasayı hayvanların kullanıldığı alanlar üzerinden değerlendirdiğimizde çok eksik kaldığı açıktır ve bunun sonuçlarını da en acı şekilde yaşayarak görmekteyiz.

Hayvanların yaşam haklarında dünyadaki ilk büyük adım Cambrige Bilinç Deklarasyonu, ikinci büyük adım da henüz yeni açıklanan Hayvanların İstismarına ilişkin Montreal Deklarasyonu’dur. Montreal Deklarasyonu aralarında Türkiye’nin de olduğu 39 ülkeden 400’den fazla ahlak ve siyaset felsefesinde uzmanlaşmış akademisyenin, kendi alanlarındaki mevcut bilgilere dayanarak hayvan sömürüsünün adaletsizliğini ilan ettiği bir açıklamadır. Bu iki çok değerli ve önemli açıklama hayvana bakışımızın ne kadar ilkel ve geri kaldığının da bir kanıtıdır.

Ülkemizde hayvanların yaşam hakkı konusunda bir ilerleme kaydedilmiş gibi görünse de bu gerçekte kesinlikle var olmamıştır. En basit açıklamayla yasa uygulanmamış, yasada yeni düzenlemeler yapılarak hayvanların mal değil can üzerinden değerlendirilmesi de hiçbir işe yaramamıştır. Bugün sokak hayvanları sorunu, köpek sorunu diyerek ortalıkta yaygara koparanlar güçler ayrılığı ilkesini alenen çiğnemiş siyasiler ve onların çirkin uzantılarıdır.

Mış gibi yapılarak, bir ileri iki geri yönetim anlayışıyla bizler hiçbir canlının yaşam hakkını koruyamayız. Her konuda olduğu gibi bu konuda da çözüm hukuğun üstünlüğü, uygulamadaki düzen, kurumların etik yapılanması, kontrol mekanizması, yaptırım gücünün varlığıyla mümkündür.

En yakın gelecekte aklın, bilginin ve bilimselliğin üstün geldiği bir düzen içinde sorunların çözümünü sağlayıp gerçekten kutlanacak bir 4 Ekim yaşamak dileğiyle…

Okumak için tıklayın

Politika

Cumhuriyetin İkinci Yüzyılını Hangi Fikirlerle İnşa Edeceğiz?

-

murat büyükyılmaz

Alacakaranlık günlerden geçiyoruz. Hem ülkemiz hem de dünyada durum böyle; her bölümü merak ve heyecanla başlayan, endişeyle sona eren ama her dakikasında tedirginlik hakim olan uzun soluklu bir televizyon dizisinde yaşar gibiyiz. Salgın, deprem, savaş, ekonomik kriz, ekolojik kriz, gıda krizi; kriz, kriz, kriz… Ama bir yandan da her fırsatta her dik duruşta tazelenen umut.

Murat Büyükyılmaz | Türkiye açısından ise 20 yıldır süren dizi herkesi sıktı, kabak tadı verdi, başrol oyuncusu tek adam ve sülalesi dışında herkes artık bitmesi gerektiğinde hemfikir. Yerine neyin gösterime gireceği ise henüz belli değil…

Gittikçe daha da ısınan Türkiye siyasetinde 6’lı masanın ne kadar sağlam olduğu, Millet İttifakı’nın Cumhurbaşkanı adayının içeriden mi dışarıdan mı olacağı, Türkiye’nin üçüncü ittifakı olarak ilan edilen Emek ve Özgürlük ittifakının oy oranının ne ve Cumhurbaşkanı adayının kim olacağı gibi pek çok konu her geçen gün daha da hararetle tartışılıyor.

Elbette uzun süredir beklenen ve artık zirveye ulaşan değişim isteğinin sık sık erkenden yapılması dillendirilen seçimlerin nihayet yaklaşması ile bu başlıkların ilgi çekmesi ve tartışılması normal. Ama sadece bunların tartışılması, işte o bence çok anormal.

Diyelim ki masa sapasağlam, diyelim ki masadan biri aday gösterildi, diyelim ki Emek ve Özgürlük İttifakı da yüzde 15 oy alıyor ve ilk turdan Millet İttifakı’nın adayını destekliyor ve bir cumhurbaşkanı seçiyoruz-seçtik. Herkese hayırlı olsun…

Peki bu Cumhurbaşkanı girişte saydığımız içkin ya da içselleşen yapısal sorunlara ve çelişkilere nasıl müdahale edecek? Yahu tek başına istediğini yapabilme yetkisini teslim edeceğimiz bu insan bu kadar çelişkili ve derinleşmiş sorunları hangi fikirleri yaşama geçirerek çözüme kavuşturacak?

Kazım İsyandır: Hepsinden Önemlisi Bir Devrimciydi

Önce memleketin temel sorunlarını tespit etmek gerekiyor…

Erdoğan’ın istemeye istemeye veda edeceği koltuğu sırtlayıp Çankaya’ya taşıyacak muhtemel isimlerin en önde geleni olan Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Lideri ve İzmir Milletvekili Kemal Kılıçdaroğlu’nun 25 Temmuz 2020 tarihinde Partisinin “İktidar Kurultayı”nda kamuoyu ile paylaştığı İkinci Yüzyıla Çağrı Beyannamesi’nde yer alan Tek Kişilik Saray Hükümeti yönetiminde Türkiye’nin karşı karşıya bırakıldığı 5 temel sorun tarifi, temel sorunlarımız tartışmasına makul bir başlangıç zemini sağlıyor.

– Demokrasi sadece kâğıt üstünde kalmıştır. Yasama, yargı ve medya bir kişinin vesayeti altındadır.

– Ekonomik bağımsızlığımız tehlike altındadır.

– Vatandaştan toplanan vergilerin ve yapılan borçlanmaların büyük bir kısmı içeride ve dışarıda bir avuç çıkarcıya aktarılırken, milletimiz korkunç bir işsizliğe mahkûm edilmektedir.

– Dış politikada, egemen güçlerin taleplerine boyun eğen bir Türkiye profili ortaya çıkmıştır.

– Sürekli değişen eğitim politikalarıyla, Türkiye bilgi çağından koparılmıştır. Çocuklarımız eğitimde adeta denek olarak kullanılmaktadır.

– Etnik kimlik, yaşam tarzı ve inanç eksenli siyasetle toplumsal barışımız derin yara almıştır. “Tek Kişilik Saray Hükümeti”, iktidarını sürdürmek için kamplaşmayı, kutuplaşmayı ve ayrışmayı çözüm olarak sürdürmektedir.

Elbette bu başlıklar genişletilmeye ve derinleştirilmeye muhtaç; fakat sadece isim tartışmasının ötesine geçen bir çözüm paradigmasının başlangıç zeminini oluşturması açısından bile değerli.

Kısacası; gerçek sorunlarımızı masaya yatırıp gerçek çözümler önerecek fikirlerimizi tartışmamız gerekiyor.

Erdoğan’ın ardından Türkiye’nin Cumhurbaşkanının kim olacağını tartışırken aday arayışının 6’lı masanın dışına taşması gerektiğini ifade eden Türkiye İşçi Partisi (TİP) Genel Başkanı Erkan Baş’ın, “Yurttaşı özne kılalım. Aday belirleme sürecinde kadın örgütlerini, gençlik örgütlerini, kitle örgütlerini çağırın ve dinleyin. Aday belirleme süreci 6’lı Masa’nın dışına taşmak zorunda.” önerisi, aday isim arayışının ötesinde; Türkiye Cumhuriyeti’nin ikinci yüzyılına girerken karşı karşıya bırakıldığımız sorunlara nasıl bir iktidar fikri ile müdahale edeceğimizin, toplumun tüm kesimlerinin katılımıyla belirlenmesi açısından son derece önemli.

İkinci yüzyılı kiminle açacağımızın ötesinde, hangi sorunlara hangi fikirlerle çözüm bulacağımız en önemli soru olarak ortada duruyor: Cumhuriyetin ikinci yüzyılını hangi fikirlerle inşa edeceğiz?

CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun açtığı İkinci Yüzyıl arayışının gerçek sorunlara gerçek çözümler bulabilmek üzere tüm başlıklarda ve tüm toplumsal kesimlerle sürdürmeye ihtiyacımız var ve bu hatta tartışmaya devam edeceğiz.

Okumak için tıklayın

Öne Çıkan Haberler

K2 HABER, CCNow Covering Climate Now ve #İklimAdaleti Koalisyonu Bileşenidir. K2 HABER, İhlas Haber Ajansı (İHA) abonesidir.