Yazarlar
Yaban Hayvanları Yoğun Kış Şartlarında Nasıl Hayatta Kalabiliyor?

By
Ayhan Küyük
Bu yoğun kış şartlarında hemen hemen hepimizin aklına gelir bu soru. Gelin hep birlikte bu hayvanların nasıl hayata kaldıkları irdeleyelim.
AYHAN KÜYÜK | Sıcaklıklar düştüğünde, yaban hayvanları dondurucu soğuğa karşı koyabilecekleri pek çok numara bilirler. Birçok yaban hayvan kış boyunca uyur. Donmamak veya açlıktan ölmemek için inanılmaz stratejiler geliştirmişlerdir.
Kışın yaban hayvanları ne zaman ürkseler, soğuk mevsim devam ederken metabolizmalarını hızlandırarak yoksun kalacakları çok fazla enerjiyi tüketmek zorunda kalıyorlar. En kötü durumda, bu onun ölümüne de yol açabilir. Bu nedenle özellikle kışın lütfen onları rahatsız etmeyin. Kayakçılar ve yürüyüşçüler belirlenen eğimlerde ve patikalarda kalmalıdır. Köpekler kesinlikle tasmalı tutulmalıdır.
Hasta ve yaşlı hayvanlar özellikle kış aylarında risk altındadır. Bu hayvanların çoğu kışı çıkartamaz. Böylece türün geri kalan popülasyonu daha sağlıklı olur. Bununla birlikte, ani soğuklar ve yer donları da sağlıklı hayvanları zor durumda bırakabilir. Daha sıcak bölgelere kaçamayan vahşi hayvanlarımız, soğuktan zarar görmeden hayatta kalmak için birkaç strateji vardır. Ya sadece kış boyunca uyursunuz ya düşük sıcaklıkları kalın bir kürk veya yağ tabakasıyla ya da yoğun yiyecek aramayla göğüslersiniz.
Sığınaklar böceklerin kış uykusuna yatmasına yardımcı olur. Böcekler, sinekler, yusufçuklar, güveler, arılar ve karıncalar kışın çok az görülür veya hiç görülmez. Yine de bu, yaz sonunda hayatta kalmadıkları anlamına gelmez. Aksine birçok böcek, bir sonraki baharda tekrar aktif hale gelebilmeleri için soğuk mevsim başlamadan önce ormanda korunaklı bir yer arar.
Kış uykusunun sonuna doğru yiyecek ararken, onlara yardım etmenin en iyi yolu çiğdem, kardelen, yer sarmaşığı ve söğüt gibi erken çiçek açan yerli bitki türlerinin ormanda bulunmalarına bağlı. Bu bağlamda biyoçeşitliği koruyup artırmamız gerekir.
Ayrıca altı ayaklı arkadaşlarınızı geri çekilme arayışlarında destekleyebilirsiniz. Örneğin böcek otelleri, kuru taş duvarlar veya taş yığınları sağlanabilir veya eski ahşap, kurutulmuş bitki gövdeleri ve diğer yer üstü boşluklar yaz başlarına kadar ormanda bırakılabilir.
Ormanlarda Sürdürülebilir Olmayan Kullanım Sorunu
Vahşi Hayvanları Beslemek Doğru Değil
İnsanlardan kaçınma eğiliminde olan daha büyük vahşi hayvanları beslemek çoğu durumda gereksizdir.
Onlara yiyecek sağlayan herkes onları insanlara çok fazla alıştırıyor. Bu bazen kazalara neden olabilir. Tilkiler ayrıca kuduz veya tilki tenyası gibi hastalıkları ve parazitleri de bulaştırabilir.
Geyik ve yaban domuzu da beslenmemelidir. Sonbaharda kızıl geyik, üç kat saçtan oluşan oldukça gri bir elbiseye dönüşür. Kış tüyleri, yaz tüylerinin iki katı uzunluğundadır. Kızıl geyikler, soğuk dönemleri sık ormanlarda kesinlikle gereğinden fazla hareket etmeden geçirirler. Aslında geyik ve karaca gibi hayvanlar kışa iyi adapte olmuşlardır. Karlı kışlarda bile… Vahşi hayvanların koruyucu kürkleri vardır ve soğuk günler için yağ depoları oluştururlar. Bunlara yalnızca hareket etmeleri gerektiğinde dokunurlar, aksi takdirde karda mahsur kalırlar. Karaca ve kızıl geyiğin vücut ısısı enerji tasarrufu sağlamak için 15 santigrat dereceye kadar düşer.
Kızıl geyik kışı daha rahat geçirmek için mide küçültme yöntemini kullanır. Kış aylarında bol miktarda yiyeceğin olduğu sonbaharda olduğundan yüzde 60 daha az yiyecek bulunmaktadır. Sindirim sistemi ve metabolizmanın durması kızıl geyiği kışın ideal kalori koruyucusu yapar.
Tavşanın kışlık paltosunda da hava, ilave yün tüyleri arasında birikir. Ayrıca yerdeki bir oyuğa kar getirmeyi sever çünkü kar onu dondan korur.
Küresel İklim Değişikliği İle Mücadelede Çözümün Merkezi: Ormanlar
Bazı Böcek Türlerinin Vücut Sıvılarında Antifriz Bulunur
Sincaplar yıl boyunca ağaçların tepesindeki inlerinde yaşarlar. Yuvalarını yosun, yaprak ve otla iyi bir şekilde doldururlar ve kış boyunca orada kış uykusuna yatarlar. Zaman zaman dükkânlarından yiyecek almak için dışarı çıkıyorlar. Aksi takdirde, aynı şey kışın sincaplar için de geçerlidir: “Sakin olun ve mümkün olduğunca az enerji harcayın…”
Bazı kuş türleri, soğuk gecelerde birbirine daha çok sokulur. Özellikle çalı kuşları uyuyan topluluklar oluşturur. 20’ye kadar hayvan bir ağaç boşluğunda bir araya toplanabilir. Sıcaklıklar aşırı derecede düştüğünde, kuşlar vücut sıcaklıklarını yapay olarak düşürebilir. Daha sonra metabolizmayı ve dolayısıyla enerji tüketimini önemli ölçüde azaltan bir tür katılığa düşürürler.
Bazı kuş türleri solucanı bulur, ancak onu sadece kış akşamları yer. Oxford Üniversitesi’nden araştırmacılar, 2000’den fazla ötücü kuşun davranışını gözlemledi. Çoğu kuşun , beslenme alanlarını sabah keşfetti ancak akşama kadar onlara dokunmadığını tesbit ettiler. Bilim adamlarının açıklaması, erken yeme, hayvanları daha yavaş ve daha hareketsiz hale getirecek ve yırtıcılar için mükemmel bir av olacaktır. Öte yandan, akşam karanlığından yaklaşık iki saat önce yemek yerse, özellikle soğuk bir kış gecesinde çok fazla kilo verme ve açlıktan ölme riskinden de kaçınırlar.
Bazı böcek türleri donmaya karşı çok özel bir numara kullanırlar. Bunların vücut sıvılarında antifriz bulunur. Örneğin uğur böcekleri vücut sıvılarının donma noktasını düşüren kendi gliserinlerini üretirler. Soğuk olduğunda, soğurlar ve kış uykusuna yatarlar. Vücut sıcaklıkları daha sonra donmadan ölmeden sıfır santigrat derecenin altına düşebilir. Sivrisinekler de katılaşır ve vücutları kendi antifrizi tarafından korunur. Döllenmiş dişiler buzlu kışlarda bile hayatta kalmayı bu şekilde başarır. Ormanların baş belalısı kabuk böceği de kendi antifrizine sahiptir.
Ördekler bütün kış, buz üzerinde “yalınayak” durur veya buzlu suda ayakları ile kürek çeker. Birimiz bunu yapmaya kalksa ayak parmakları hemen donar. Peki Ördekler bunu nasıl yapar? İşin sırrı soğuk ayaklardır. Ördeğin ayaklarına çok az kan akıyor. Aşağı inerken, yaklaşık 40 dereceden 6 dereceye kadar soğur. Zemin sıcaklığındaki fark küçüktür, ördekler soğuğu soğuk olarak algılamazlar ve buzun üzerinde donmadan durabilirler.
İklim Değişikliği, Sel ve Taşkınların Olumsuz Etkisini Artıracaktır!
Soğukta Hayatta Kalmanın En Önemli Yanı İyi Bir Yalıtımdır
Kızılgerdan gibi kuşlar kendilerini şişirirler, dallanan tüylerin arasındaki hava tabakası onları bir aşağı ceket gibi ısıtır. Ayrıca tüylerini iyice yağlarlar, böylece su geçemez.
Soğukta hayatta kalmanın en önemli yanı iyi bir yalıtımdır. Yoğun bir astara sahip kalın bir kürk soğuğa karşı korur. Su samuru özellikle yoğun bir kürkle kendini soğuktan korur. Bir başparmak tırnağının yüzeyinde 50.000 tüy büyür. Tavşanlar soğuğa karşı dayanıklı yün tüyleri yetiştirir, sıkışan hava cepleri soğuğa karşı yalıtım sağlar. Yaban domuzları , altında kısa, kalın bir astarın onları ısıttığı daha uzun bir üst kat alır. Hava odaları ayrıca çok fazla vücut ısısının salınmasını önler.
Kışın hala yeterli yiyeceğe sahip olmak için, esasen iki püf noktası vardır. Ya diyetinizi stoklayacaksınız veya yer değiştireceksiniz. Bazı hayvanlar sonbaharda hiperaktif hale gelir ve kış için yoğun bir şekilde stok yapar. Bunlar alakargalar, tarla fareleri, sincaplar ve tilkilerdir.
Böceklerle beslenen kuşlar daha fazla böcek bulamazlarsa, genellikle tüm kış boyunca doğanın sunduğu şeyleri yerler. Bunlar vejeteryan yiyecekler olan tohumlar, kabuklu yemişler, tahıllar ve meyvelerdir. Akbabalar yeme alışkanlıklarını da değiştirirler. Kendileri yorucu bir ava çıkmak yerine, kışın yol kenarlarında sık sık görülürler. Orada ezilmiş bir hayvan leşini rahat bir şekilde hazır yemeği beklerler. Tilkiler gibi akbabalar da leş yiyicidir.
İlginizi çekebilir

2021 yılında dillendirilen söylemle başlayan, daha sonra bu söylem üzerinden kalıbına uydururcasına bir takım yasal değişimlerle beslenen, sonrasında ise genelgeyle kanunların önüne geçildiği bir süreç içindeyiz.
AYŞEM İŞLEYİŞ OĞUZ | Bu süreç içinde yüzlerce sokak hayvanı öldürüldü, işkence edildi, yasaya aykırı toplatıldı, ıssıza atıldı ve sonuç olarak bir şekilde ortadan kaldırıldı. Bu yetmemiş olacak ki siyasi güçle desteklenen, her gün sosyal medyada, mahallemizde bu destekle şiddetlenen kanunsuzluk, İzmir’de bir aileden üç kişinin öldürülmesiyle en üst seviyeye ulaştı.
Toplumsal şiddet o kadar çok körüklendi ki, eline silahı alan sokaklarda ‘adalet’ dağıtmaya, hayvan öldürmeye başladı. Nefret dolu sosyal medya hesapları pervasızca konuşmaya devam etti, halen bu çevreler aleni bir şekilde hız kesmeden nefret söylemlerini yaymaya devam ediyor.
Sokak hayvanları üzerinden başlatılan bu Ortaçağ zihniyeti ile varılmak istenen tek bir amaç olabilir; o da bu ülkenin toplum yapısını bozarak kaos yaratmak, sağlıklı düşüncelerden uzaklaşmak, korku içinde sağlam kararlar verilmemesini sağlamaktır.
Eğer bu yaşananlar söylediğimiz gibi olmasaydı; tarafsızlığını kaybetmiş bir hukukla karşı karşıya kalmaz, hak, hukuk, adalet için veryansın etmezdik… Devlet gereken gücü gösterir, hak edene hakkını adil bir hukukla vererek adaleti teşkil ederdi.
Hangi Ülkede kişilerin Söylemi Kanunların Önünde Değerlendirilir?
Tüm bu yaşatılanların üzerine bir de geçtiğimiz hafta eklenen yeni söylem, bu ülkenin nereye gittiği sorusunu bir kez daha gündeme taşımıştır. Çalışmayan devlet kurumlarının ayıpları ortadayken, her şey kuralına ve kanuna uymuş da sonuç alınamamışçasına tüm fatura yine sokak hayvanlarının canı üzerine yüklenmiştir.
Soruyoruz hangi ülkede kişilerin söylemleri, demeçleri kanunların, yasaların, kuralların önünde değerlendirilir? Cevabı açıktır…
Bugün artık gelinen nokta durup ciddi düşünme ve değerlendirme noktasıdır. Hak ettiğimiz adaleti alamazsak, hak ve hukukumuzu koruyamazsak bu ülkedeki hiçbir canlıyı koruyamayız.
Tüm Canlılarımızla Geleceği Birlikte Var Edeceğiz?
Yasalar kişiye uymaz kişi yasalara uyar. Yasal düzenlemeler bir zümrenin veya topluluğun çıkarına değil toplumun tüm iştiraklerini içine alması gereken düzenlemeler olmalıdır. Yanlış, ters giden ve sonuç alınamayan bir düzenleme, kural, yasa varsa bu ortak akıl, güncel bilimsel adil değerlendirmelerle değiştirilir. Yaptım-söyledim oldu mantığı ile kurumlar yönetilmez.
Türkiye Cumhuriyeti laik, demokratik ve güçler ayrılığı ilkesiyle var olmuş, olmaya da devam edecek bir ülkedir.
Ülkemizin her bir canlısı için insanı, hayvanı, doğası için vicdanları kanatan, adaleti görmezden gelen, yaşam hakkını, yaşatılan kuralsızlıkları değerlendirmeden uygulanmaya çalışılan her düzenlemenin karşısındayız.
Bu ülke hepimizin ve bu ülkenin nereye gideceğine biz karar veririz, vereceğiz çünkü biz halkız. Bizi bölmeye, ayrıştırmaya çalışmak asla sonuç vermeyecektir.
Gelecek hepimizin, tüm canlarımızla geleceği birlikte var edeceğiz…
Zülal Kalkandelen: Sokak Köpeklerine Yasa Dışı Operasyon Hazırlığı Yapılıyor

CENGİZ ERDİL | Siz hiç maden ocağına girdiniz mi? Ben girdim. Gürültülü bir asansörle yerin 200, 300 metre altına inersiniz. Duvarları kurşuni bir tünelden geçip, havanın kurşun gibi ağır olduğu kömür alanına ulaşırsınız. “Halkın dertleri nedir ve dostları kimlerdir?” gibi sorularla meşgul bir muhabirseniz, bunu hayatınızda iki üç defa yapmış olabilirsiniz. Maden işçileri için ise rutin iş. Bazen sabah, bazen de gece vardiyasında yeraltına dalıyorlar. Bence; dünyanın en zor işi. Kaderinde veya fıtratında sadece bu var.
Bizde maden insanları, bir facia yaşanınca akla geliyor, medyanın da gündemine… Sonra unutulup gidiyor. Şimdi Bartın Amasra faciası gündemde. Dünyanın en büyük maden faciaları arasında gösterilen “Soma” unutuldu bile…
Manisa Soma’da 301 madenci yeraltından çıkamadı, onların ölümü üzerinden sekiz yıl geçti. 14 Mayıs 2014 günü Soma maden bölgesindeki kömür kokulu havayı yırtan ambulans haykırışlarına karışan cılız bir ses vardı: “Beni bu ambulansa koymayın, kirlenir… üstüm başım kömür” diyen o madenci unutulmaz bir ayrıntıydı.
Soma unutuldu, sonra Ermenek unutuldu, sırada Amasra var.
Soma’yı unutturmamak için hazırlanan iki rapor da unutuldu. İlki Maden Mühendisleri Odası’nın raporu, diğeri ise TBMM Araştırma Komisyonu Raporu. Tarihe bir şekilde kaydı düşen sonuçları bile sayfalarca olan o iki rapora bir bakalım.
Patara’nın Kumları Nereye Gitti?
Aşırı Kar Hırsı
Her iki raporda da Soma’daki kazanın başlıca nedeni olarak kar hırsı gösterildi. Facianın yaşandığı ocakta 2009 yılında 230 bin ton olan üretim, bir yılda 10 katına çıkarıldı. 2012 yılında üretim iki milyon 800 bin tona yükselmişti. İşçi sayısındaki artış da kaza riskini yükseltti. Yoğun üretim maden sahasının fiziksel dengesini bozdu, madende tehlike “rutin” hale gelmişti.
Maden Mühendisleri Odası’nın raporunda büyük maden kazalarının tümünün taşeron veya rödovans uygulamasının olduğu ocaklarda yaşandığına dikkat çekildi. 1992 yılında Zonguldak Kozlu maden ocağında 263 kişinin yaşamını yitirdiği facianın ardından tüm facialar kamu dışındaki madenlerde gerçekleşmişti.
Denetleme Parası Da Patrondan
Soma’daki ocakta denetim sorunu vardı. Raporda, teknik nezaretçi ve iş güvenliği uzmanlarının denetim elemanı olarak tanımlanmalarına rağmen, ücretlerini denetledikleri işverenden aldıkları vurgulandı. Böyle olunca personelin denetim yetkisini kullanmakta güçlük çektiği ortaya çıktı. Böylece Soma maden ocağı düzenli olarak denetlenmesine rağmen sorunsuz olarak nitelendirildi.
Maden Bitince Sorun Bitmiyor: ‘Giresun Kirlendi, Sırada Balıkesir Var’
Uygun Maske Yoktu
Madende kişisel donanım yetersizdi. Metan gazına karşı karbonmonoksit maskesi taşıma zorunlu ama sayıları yeterli değildi. Maskelerde uygun filtre sistemi de yoktu. Ölüm oranını çok olmasının bir nedeni de buydu.
Meclis Araştırma Komisyonu’nun 283 sayfalık raporunda da şu saptama ilginç…
“Soma faciası Türkiye Cumhuriyeti tarihinin karşılaştığı en büyük, meydan okuyan bir felakettir. Vakit geçirilmeden bilimsel çalışmalara başlanmalıdır. Soma’da yaşanan facianın tekrarlanmamasının tek koşulu; madencilik bilim ve teknolojisine uygun çalışmaktır.”
* Bu yazı 21.10.2022 tarihinde Gazete Pencere’de yayımlanmıştır.
Politika
Helalleşme Sürüyor: Kılıçdaroğlu Açtığı Yoldan Yürümeye Devam Ediyor

2 ay önce
-
16 Ekim 2022By
Deniz Kılıç
Cumhuriyetimizin ilk yüz yılında en çok tartışılan siyasi konuların başında gelen “başörtüsü” konusu, Cumhuriyet’in ikinci yüz yılına adım atmaya hazırlandığımız bu dönemde yeniden gündem oldu. Bu sefer konuyu gündeme CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu taşıdı.
DENİZ KILIÇ | Son kurultayında kabul edilen “İkinci Yüz Yıla Çağrı Beyannamesi” ile CHP, Cumhuriyet’in ikinci yüz yılına yaklaştığımız bu dönemde Türkiye’nin 5 temel sorununa karşı 13 çözüm önerisi sunuyordu. Aslında CHP, Cumhuriyetin ilk yüz yılında yaşanan sorunları ikinci yüz yılına taşımama kararlılığı sergiliyor. Dolayısıyla burada siyaseten tutarlılık olduğunu, Kılıçdaroğlu’nun son iki yıldaki politikasını takip edenler biliyor.
Kılıçdaroğlu’nun “Helalleşme” başlığı altında attığı adımlar bugüne kadar CHP tarafından konuşulmayan hatta yaklaşılmayan konulardı. Başörtüsü konusu da bu helalleşme programının kapsamında değerlendirmek gerekiyor.
Başörtüsü teklifiyle, CHP iktidarında muhafazakar kesimin endişelenmemesi gerektiğini gösterilmek istendi. Üstelik bunu yaparken de siyasi bir vaatte bulunulmadı. Bir siyasetçi olarak çözüme kavuşturulması için samimi bir adım atıldı. Ana muhalefet partisi olarak konunun yasal güvenceye alınması ve bir daha siyasetin gündeminde olmaması gerektiğini vurguladı.
Kılıçdaroğlu’nun başörtüsü çıkışı tabi bazı kesimler tarafından da eleştirildi. Bu eleştirilerin de mutlaka dikkate alınması gerekiyor. Ancak şu da bir gerçektir ki, teklif muhafazakar kesimlerce de destek gördü.
Yürüyüş: Kılıçdaroğlu Ne Söyledi, Ne Yaptı ve Şimdi Ne Yapmak İstiyor?
Kılıçdaroğlu Parti Örgütünün Desteğiyle Yürüyor
Konuyu CHP’liler açısından ele almak gerekirse; 23 Eylül’de CHP’nin TBMM grubunun İzmir Seferihisar’da gerçekleşen yeni yasama yılı toplantısı öncesinde konuşan Kemal Kılıçdaroğlu: “Bazen çok fazla bir şey söylemeye gerek yok. Sokaktaki vatandaşımız da biliyor. Ezen sisteme beraber direnmek zorundayız ki bizden sonra geleceklere güzel bir Türkiye bırakabilelim. Biz cesaretle çalışmaya devam edeceğiz. Bu tabloyu değiştirmek zorundayız. Sürekli yürümeye ilerlemeye kararlıyım. Hiçbir şey inandığım yoldan geri çeviremez. Bu ülkeyi seven insanların umutları ve duaları her yerde bizimle birlikte yürüyor.” ifadelerini kullandı.
Aynı konuşmasının devamında Kılıçdaroğlu şu şekilde devam etti; “Özgürlük, doğruluk, adalete susamış halka kurtuluşu beraber getireceğiz ama şunu da artık bilme zorundayım. Gerçekten benimle birlikte misiniz? Bazılarınızın sesi çıkmıyor. Bazılarınızın da isteyerek ya da istemeyerek zarar verdiğini de görüyorum. Ama artık karar verin. Beraber yenecek miyiz, yenmeyecek miyiz? Benimleyseniz benimle olduğunuzu da artık hissetmek istiyorum. Sırtımı size yaslayacağımı bilmek istiyorum.” diyerek partili milletvekillerine çok net bir soru sordu.
Kılıçdaroğlu’nun bu konuşmasında “Kararlı ve cesaretli bir yol açtım ve sonucu ne olursa olsun, bu yolda yürümek istiyorum ancak bu yolda ben yürürken de siz de benimle misiniz?” demek istedi. Buradan bunu anlayabiliyoruz. Salondaki CHP’li vekiller de bunu böyle anladılar ki Kılıçdaroğlu’nu ayakta alkışlayarak “seninleyiz, yanınızdayız” diyerek destek verdi. Bu konuşmanın akabinde başta CHP’liler olmak üzere sosyal medyadan Kılıçdaroğlu’na destek mesajları yayınlandı. ‘Yanındayız Kılıçdaroğlu’ etiketi Twitter’da gündem oldu.
CHP’nin İktidar Manifestosu: İkinci Yüzyıla Çağrı Beyannamesi
Sorunları Cumhuriyet’in İkinci Yüzyılına Taşımama Kararlılığı
Özetlemek gerekirse uzun yıllardır iktidar hasreti çeken CHP’liler, liderine açıkça destek verdi. Bu destek sonrasında Kılıçdaroğlu ‘başörtüsü’ konusunu gündeme taşıdı. Yani partisinin de desteğini arakasına alan Kılıçdaroğlu, bundan sonraki süreçte hangi konuyu gündeme taşırsa taşısın parti örgütünün desteğinin yanında olduğunu bilerek davranacaktır.
Kılıçdaroğlu’nun bu çağrısı, CHP tarihinde olduğu gibi Türkiye siyasi tarihi açısından da önemli bir çağrı olarak kayıtlara geçti. Toplumu kucaklamak isteyen, bugüne kadar konuşulmamış hatta konuşulmaya cesaret dahi edilemeyen konuları dile getiren, CHP’yi ve Türkiye’yi Cumhuriyet’in ikinci yüz yılına sorunsuz bir şekilde ulaştırmayı hedefine koyan Kılıçdaroğlu açtığı yolda kararlılıkla yürüyor. Sonuçlarını zaman hepimize gösterecektir.

Bugün 4 Ekim Dünya Hayvanları Koruma Günü… Belirli günler ve haftalar, hiç düşündünüz mü neden kutlanır? Hatırlanması gerekli konuların unutulmaması, bu konuların yeni uygulamalar ile daha iyi bir duruma getirilmesi, farkındalık oluşturulmasıdır esas amaç…
AYŞEM ÖZLEYİŞ OĞUZ | Yüzyıllardır insan yaban hayvanlarını evcilleştirerek kendi çıkarı için kullanmış, yemek, binek ve örtünme ihtiyacını hayvan bedeni üzerinden sağlamıştır.
Teknolojik gelişmeler, yaşam standartlarının genişlemesi ile bu kullanım alanı daralsada asla son bulmamış, devamlı artan insan nüfusu endüstriyel hayvancılık ve bunun yan kollarıyla yeni kullanım alanları ortaya çıkarmıştır.
Bu demek oluyor ki insan denen varlık duygu ve bilinç dünyası insandan farksız olduğu bilimsel olarak kanıtlanan bir canlıyı halen sömürmeye devam etmektedir. Kendini teknolojik olarak yenileyen insan, teknolojiyi hayvanları daha kolay yok etmek, çoğaltmak için kullanmaya başlamış, sömürü genel anlamda hız kesmeden devam etmiştir. Anlaşılıyor ki hayvanın insana en yakın canlı olduğu gerçekliği gelişme göstermemiş, bakış değişmemiş, onların yaşamları insanın elinde oyuncak olmaya devam etmiştir.
Tüm bu ana başlıklar üzerinden devam ettiğimizde laboratuvarlarda üretilen ırklardan, vücuduna delik açılarak beslenmesi kontrol altına alınan hayvanlara kadar çok geniş bir yelpaze insanların kullanımına sunulmuştur. Peki, buna ne zaman dur denilecek? Dünyada alıp başını gitmiş bu sınırsız çoğalım ve tüketim, küresel ısınmanın en etkili nedeni olurken; insan değişmiyor çünkü insan alışkanlıklarından, aç gözlülüğünden vazgeçmiyor!
Ülkemize dönüp baktığımızda da tablo oldukça kötü… Genel olarak sıraladığımızda; birinci sırada son zamanlarda siyasi olarak da köpürtülen sokak hayvanlarının varlığı yer almakta, diğer alanlar tıpkı dünyadaki karşılıkları gibi hız kesmeden sömürü devam etmektedir.
Ülkemizde iyi yönde bir gelişme olarak tanımlanan ve Avrupa Birliği Uyum Süreci kapsamında hayata geçirilen 5199 sayılı HKK ile ilk adım atılmış, belediyelerin hayvan itlafı için bütçe ayırdığı bir ortamdan, döneminde oldukça kapsamlı düşünülmüş bu yasa ile ciddi bir geçiş sağlanmış ve bu yasa 2004 yılında yürürlüğe girmiştir.
Birçok başlığı içinde barındıran yasayı hayvanların kullanıldığı alanlar üzerinden değerlendirdiğimizde çok eksik kaldığı açıktır ve bunun sonuçlarını da en acı şekilde yaşayarak görmekteyiz.
Hayvanların yaşam haklarında dünyadaki ilk büyük adım Cambrige Bilinç Deklarasyonu, ikinci büyük adım da henüz yeni açıklanan Hayvanların İstismarına ilişkin Montreal Deklarasyonu’dur. Montreal Deklarasyonu aralarında Türkiye’nin de olduğu 39 ülkeden 400’den fazla ahlak ve siyaset felsefesinde uzmanlaşmış akademisyenin, kendi alanlarındaki mevcut bilgilere dayanarak hayvan sömürüsünün adaletsizliğini ilan ettiği bir açıklamadır. Bu iki çok değerli ve önemli açıklama hayvana bakışımızın ne kadar ilkel ve geri kaldığının da bir kanıtıdır.
Ülkemizde hayvanların yaşam hakkı konusunda bir ilerleme kaydedilmiş gibi görünse de bu gerçekte kesinlikle var olmamıştır. En basit açıklamayla yasa uygulanmamış, yasada yeni düzenlemeler yapılarak hayvanların mal değil can üzerinden değerlendirilmesi de hiçbir işe yaramamıştır. Bugün sokak hayvanları sorunu, köpek sorunu diyerek ortalıkta yaygara koparanlar güçler ayrılığı ilkesini alenen çiğnemiş siyasiler ve onların çirkin uzantılarıdır.
Mış gibi yapılarak, bir ileri iki geri yönetim anlayışıyla bizler hiçbir canlının yaşam hakkını koruyamayız. Her konuda olduğu gibi bu konuda da çözüm hukuğun üstünlüğü, uygulamadaki düzen, kurumların etik yapılanması, kontrol mekanizması, yaptırım gücünün varlığıyla mümkündür.
En yakın gelecekte aklın, bilginin ve bilimselliğin üstün geldiği bir düzen içinde sorunların çözümünü sağlayıp gerçekten kutlanacak bir 4 Ekim yaşamak dileğiyle…

Alacakaranlık günlerden geçiyoruz. Hem ülkemiz hem de dünyada durum böyle; her bölümü merak ve heyecanla başlayan, endişeyle sona eren ama her dakikasında tedirginlik hakim olan uzun soluklu bir televizyon dizisinde yaşar gibiyiz. Salgın, deprem, savaş, ekonomik kriz, ekolojik kriz, gıda krizi; kriz, kriz, kriz… Ama bir yandan da her fırsatta her dik duruşta tazelenen umut.
Murat Büyükyılmaz | Türkiye açısından ise 20 yıldır süren dizi herkesi sıktı, kabak tadı verdi, başrol oyuncusu tek adam ve sülalesi dışında herkes artık bitmesi gerektiğinde hemfikir. Yerine neyin gösterime gireceği ise henüz belli değil…
Gittikçe daha da ısınan Türkiye siyasetinde 6’lı masanın ne kadar sağlam olduğu, Millet İttifakı’nın Cumhurbaşkanı adayının içeriden mi dışarıdan mı olacağı, Türkiye’nin üçüncü ittifakı olarak ilan edilen Emek ve Özgürlük ittifakının oy oranının ne ve Cumhurbaşkanı adayının kim olacağı gibi pek çok konu her geçen gün daha da hararetle tartışılıyor.
Elbette uzun süredir beklenen ve artık zirveye ulaşan değişim isteğinin sık sık erkenden yapılması dillendirilen seçimlerin nihayet yaklaşması ile bu başlıkların ilgi çekmesi ve tartışılması normal. Ama sadece bunların tartışılması, işte o bence çok anormal.
Diyelim ki masa sapasağlam, diyelim ki masadan biri aday gösterildi, diyelim ki Emek ve Özgürlük İttifakı da yüzde 15 oy alıyor ve ilk turdan Millet İttifakı’nın adayını destekliyor ve bir cumhurbaşkanı seçiyoruz-seçtik. Herkese hayırlı olsun…
Peki bu Cumhurbaşkanı girişte saydığımız içkin ya da içselleşen yapısal sorunlara ve çelişkilere nasıl müdahale edecek? Yahu tek başına istediğini yapabilme yetkisini teslim edeceğimiz bu insan bu kadar çelişkili ve derinleşmiş sorunları hangi fikirleri yaşama geçirerek çözüme kavuşturacak?
Kazım İsyandır: Hepsinden Önemlisi Bir Devrimciydi
Önce memleketin temel sorunlarını tespit etmek gerekiyor…
Erdoğan’ın istemeye istemeye veda edeceği koltuğu sırtlayıp Çankaya’ya taşıyacak muhtemel isimlerin en önde geleni olan Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Lideri ve İzmir Milletvekili Kemal Kılıçdaroğlu’nun 25 Temmuz 2020 tarihinde Partisinin “İktidar Kurultayı”nda kamuoyu ile paylaştığı İkinci Yüzyıla Çağrı Beyannamesi’nde yer alan Tek Kişilik Saray Hükümeti yönetiminde Türkiye’nin karşı karşıya bırakıldığı 5 temel sorun tarifi, temel sorunlarımız tartışmasına makul bir başlangıç zemini sağlıyor.
– Demokrasi sadece kâğıt üstünde kalmıştır. Yasama, yargı ve medya bir kişinin vesayeti altındadır.
– Ekonomik bağımsızlığımız tehlike altındadır.
– Vatandaştan toplanan vergilerin ve yapılan borçlanmaların büyük bir kısmı içeride ve dışarıda bir avuç çıkarcıya aktarılırken, milletimiz korkunç bir işsizliğe mahkûm edilmektedir.
– Dış politikada, egemen güçlerin taleplerine boyun eğen bir Türkiye profili ortaya çıkmıştır.
– Sürekli değişen eğitim politikalarıyla, Türkiye bilgi çağından koparılmıştır. Çocuklarımız eğitimde adeta denek olarak kullanılmaktadır.
– Etnik kimlik, yaşam tarzı ve inanç eksenli siyasetle toplumsal barışımız derin yara almıştır. “Tek Kişilik Saray Hükümeti”, iktidarını sürdürmek için kamplaşmayı, kutuplaşmayı ve ayrışmayı çözüm olarak sürdürmektedir.
Elbette bu başlıklar genişletilmeye ve derinleştirilmeye muhtaç; fakat sadece isim tartışmasının ötesine geçen bir çözüm paradigmasının başlangıç zeminini oluşturması açısından bile değerli.
Kısacası; gerçek sorunlarımızı masaya yatırıp gerçek çözümler önerecek fikirlerimizi tartışmamız gerekiyor.
Erdoğan’ın ardından Türkiye’nin Cumhurbaşkanının kim olacağını tartışırken aday arayışının 6’lı masanın dışına taşması gerektiğini ifade eden Türkiye İşçi Partisi (TİP) Genel Başkanı Erkan Baş’ın, “Yurttaşı özne kılalım. Aday belirleme sürecinde kadın örgütlerini, gençlik örgütlerini, kitle örgütlerini çağırın ve dinleyin. Aday belirleme süreci 6’lı Masa’nın dışına taşmak zorunda.” önerisi, aday isim arayışının ötesinde; Türkiye Cumhuriyeti’nin ikinci yüzyılına girerken karşı karşıya bırakıldığımız sorunlara nasıl bir iktidar fikri ile müdahale edeceğimizin, toplumun tüm kesimlerinin katılımıyla belirlenmesi açısından son derece önemli.
İkinci yüzyılı kiminle açacağımızın ötesinde, hangi sorunlara hangi fikirlerle çözüm bulacağımız en önemli soru olarak ortada duruyor: Cumhuriyetin ikinci yüzyılını hangi fikirlerle inşa edeceğiz?
CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun açtığı İkinci Yüzyıl arayışının gerçek sorunlara gerçek çözümler bulabilmek üzere tüm başlıklarda ve tüm toplumsal kesimlerle sürdürmeye ihtiyacımız var ve bu hatta tartışmaya devam edeceğiz.

Ormanları, dağları, ovaları bitirdik, gözümüzü kumlara diktik… Türkiye’nin en önemli kumul alanı sayılan Antalya’nın kaş ilçesi yakınlarındaki Patara kumlarının başına gelen budur. 18 kilometre uzunluğundaki kumsalın bir de derinliği var. Kazdıkça kum çıkıyor ve derinliği bazı yerlerde 300 metreye ulaşıyor. Kumsal güya koruma altında ama kumları çalındı Patara’nın…
CENGİZ ERDİL | Kaş’ta görevli orman muhafaza memuru kumların satışına göz yummamış bir tutanak tutup kum hırsızlığını ortaya çıkarmış. Tabii başına gelmeyen kalmamış.
CHP Milletvekili Çetin Osman Budak soru önergesinde şöyle diyor; “Hırsızlık davası sürerken el konulan kumlar yasalara aykırı şekilde el altından satıldı. Bu kumların satışa konu edilmesi kesinlikle yasak. Gemiyi öylesine azıya almışlar ki; değerli kumları humuslu toprak diyerek üç kuruşa suç ortağı arkadaşlarının akrabalarına satıyorlar.”
Budak, önergesinde şu soruların yanıtlanmasını istemiş:
“Kum çalınmasına yardım ettiği ya da göz yumduğu iddia edilen Kaş Kaymakamlığı personeliyle ilgili idari soruşturma yapılmış mıdır? İdari yaptırım uygulanmış mıdır? Koruma altındaki kumun Kaş Orman İşletme Müdürlüğü tarafından, kum hırsızlığı ile suçlanan şirketin sahibinin damadına, faturaya ‘kum’ yerine ‘humuslu toprak’ yazılarak satıldığı iddiaları doğru mudur? Bakanlığın bu konuda bir soruşturması olmuş mudur?”
Cengiz Erdil yazdı: Satılık Kongo
Kumlar Nereye Gitti?
Ne yazık ki ülkemiz sahillerinde bir de kum ticareti var. Bakmayın güzelim koylarda yükselen otellerin sahillerine. Çoğundaki taş ve kum başka yerlerden taşımadır. Bir ara Salda Gölü’nün kumları da taşındı, büyük yağma son anda engellendi. Son günlerde Salda Gölü kıyılarında beyaz kumullardaki kararmalar var. Ayrıca Salda Gölü’ne kesinlikle girilmemeli… ‘Bakacaksınız da uzaktan bakın’ diyorlar.
Ben şahsen tatile giden çoğu insanın kumların üzerinde yuvarlanıp tatil yapayım anlayışında olduğuna inanmıyorum. Hele böyle çevre ve doğa sorunlarının artık temel gündem maddesi olduğu günümüzde… Ancak paralanıp, dövizlenince ve de onca yıl sonra deniz görünce, yuvarlanacak kumul bir alan arıyorlar herhalde.
Neyse dönelim Patara’ya… Patara’da 2.500 yıllık antik Likya kentinin kalıntıları var ve de dünyanın ilk meclis binası.
Bizimkiler kumların üzerinde çay bahçesi hesabı yaparken elin oğlu buranın kıymetini anlamıştı. Bunu AKP’nin eski bakanların Ertuğrul Günay 12 yıl önce söylemiş; “Ne yazık ki biz, kendi malını yeteri kadar pazarlayamayan bir milletiz. Bunu Amerikalılar keşfetti. ABD Senatosu’nda, Amerikan demokrasinin beşiği, kaynağı olarak Patara’yı gösterme konusunda bir grup senatörün özel çalışması var. Bunu TBMM’nin de özümsemesi gerekiyor. Demokrasinin kökünün Anadolu topraklarında olduğunun anlatılması, dünya açısından özel bir önem taşıyacaktır”
İşte böyle… Aradan yıllar geçmedi. Patara meclis tanıtımları falan hepsi havaya gitti. Rüzgarla savrulan ama yerinde dans eden Patara ve diğer kumsallara şimdi kepçe daldırılıyor.
* Bu yazı 01.10.2022 tarihli Gazete Pencere’de yayımlanmıştır.
Ekoloji
Nesrin Özbay: İklim Krizi’nin Farkına Vardıysak Ne Yapıyoruz?

3 ay önce
-
19 Eylül 2022By
Nesrin Özbay
Nesrin Özbay | İklim krizi günümüzün en önemli meselelerinden biridir. İnsanlığın geleceğini belirleme ve doğal yaşamın devamını şekillendirme açısından en az ekonomik krizler kadar belirleyicidir. Peki hepimiz bunun ne kadar farkındayız? Farkına vardıysak ne yapıyoruz?
Aslında dünyanın iklimi tarihsel süreçte değişmektedir fakat bu o derece uzun senelerde olur ki bunu canlılar hissetmez. Şu anki iklim değişikliğini hissetmemizin nedeni sanayi devrimiyle beraber bunun çok hızlı olması. Sanayinin gelişmeye başlaması ve fosil yakıt kullanımının artmasıyla gezegene salınan karbondioksit(Co2) ve diğer sera gazları dünyayı bir battaniye gibi kaplayarak ısıtmaya başladı. Bilim insanları bu yüzyılın sonunda dünyamızda 2 derecelik bir artış bekliyorlar oysa 1,5 derecelik bir artış türlerin yaklaşık %30’unu yok olma riskiyle karşı karşıya bırakabilir. Dünya’daki bütün buzullar erirse küresel deniz seviyesi 60 metre artabilir. Bu da karaların sular altında kalmasına sebep olur. Halihazırdaki tabloda Kuzey Kutup Bölgesi son yüzyılda yaklaşık 5 derece ısındı. Ortalama deniz seviyesi geçen yüzyılda 20 santimetre yükseldi bu nedenle geçimlerin ekosistemlere bağlı olduğu bölgelerde istihdam kayıpları yaşanıyor.
Sıcak hava dalgalarına maruz kalan insan sayısı artıyor buzullarda yaşayan hayvanlar ciddi tehlike altında ve böyle giderse sivrisineklerin göç etmesiyle bulaşıcı hastalıklar artacak, ormanlar göç baskısıyla karşı karşıya kalacak, mercanların da yok oluşuyla besin ağları çökecek, su kıtlığı artacak ve uzun süreli kuraklıklarla birlikte mahsullerin verimi düşecek.
Mabel Matiz’den Gençlerin İklim Acil Durumu Çağrısına Destek
Nesrin Özbay: İklim Krizi Birçok Adaletsizliği Beraberinde Getirecek
Bütün bunları görmezden gelerek hükümetler 1.7 dünyamız varmış gibi hareket etmeye devam ederse bunun sonucunu maddi ve manevi hepimiz deneyimleyeceğiz. Bir bakanlığın ismini Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı yapmakla, tarım alanlarına imar izni vererek, şehircilik adı altında kentleri betona gömerek, ormanları talan ederek iklim kriziyle mücadele edilmiş olmuyor.
Diğer yandan 2050’de 150 milyondan fazla iklim göçmeni olabileceği konuşuluyor. İklim krizi birçok adaletsizliği beraberinde getirecek. Bundan en çok etkilenenler gelişmekte olan ülkeler ve kırılgan gruplar olacaktır. Yoksul sınıftaki insanların kaçacakları bir yer olamayacak. Buna en yakın örnek Pakistan. Muson yağmurlarının yol açtığı seller nedeniyle haziran ayından bu yana ölenlerin sayısı 1136 ve ülkenin üçte biri sel altında kaldı. Yetkililer milyonlarca kişinin yerlerinden olduğunu, 33 milyon insanın sellerden etkilendiğini söyledi. Bu, ülke nüfusunun yaklaşık yüzde 15’i. Bütün bir dünyayı tek bir beden gibi düşünecek olursak orada yaşanacak felaketlerin sonucunun bizi de etkilemesi kaçınılmaz olacak.
İklim Krizi, Geri Dönülemez Biyolojik Çeşitlilik Kaybına Neden Oluyor
‘Başka Bir Gelecek’ İklim Krizini Yönetmeden Olamaz
Ülkemizde ise 2021 Temmuz ayından itibaren 118 bin 415 hektar ormanlık alanın zarar gördüğü belirtildi. Bu orman yangınlarının Akdeniz’e kıyısı olan diğer ülkelerde de yaşanmasının bir sebebinin de yüksek sıcaklık, rüzgar ve düşük nem gibi doğal nedenler olduğunu gösteriyor. Yangınların bu kadar kısa sürede bu denli yayılması, kimi yerlerde söndürülememesi iklim krizinin giderek derinleştiğinin ve devletin bu doğal afete ne kadar hazırlıksız olduğunun bir göstergesidir.
Peki bu krizden çıkış yolu nedir? Bu meseleye tüm dünyayı birleştirebilecek bir olay gibi bakmamız hayal gibi gelse de neden olmasın?! Paris İklim Anlaşması’nda devletler kademeli şekilde buna uyum sağlayacaklarına, politika üreteceklerine dair imzacı oldular. Şimdi istediğimiz şey bu somut adımları görmek, duymak. Başka bir gelecek mümkünse bu iklim krizini yönetmeden olacak şey değildir. Bir geri dönülmez yola girildiğine göre kişisel alınan tedbirler ancak bilinci yaymakta faydalıdır. Bunun için hükümetler politika dizayn etmeli sistemi yeniden yapılandırmalıdır. Başka bir dünya yok!

Bir ülke akciğerlerini satıyor… Kongo Demokratik Cumhuriyeti Devlet Başkanı Tshilombo “Bizde sömürülmemiş, el değmemiş alan çok” diyerek yağmur ormanlarını açık artırma ile satışa çıkardı. Bu alanlarda petrol ve doğal gaz aranacak. Çevre kuruluşları ise altın ve elmas yataklarına da sahip olan Kongo’da satılan orman alanlarının çok kısa sürede yağma edileceğini, dünyanın başka yerinde örneği bulunmayan doğal hayatın yok olacağını söylüyorlar.
CENGİZ ERDİL | Burada bir parantez açıp günümüzde çok masum gibi duran Belçika’dan söz etmek lazım. Şu lafı asla unutmayın… Belçika uzun bir dönem Kongoluların kanıyla sulanmıştır.
Kongo 1960 yılına kadar Belçika kraliyet ailesinin mülküydü. Kralın ve onun tüm adamları Kongoluları insan olarak bile görmüyorlardı. Belçika çikolatasının bu kadar ünlü olmasının nedeni Kongo’nun kakao ağaçlarıdır. Belçika’yı altın ve elmas üssü yapan Kongo’dur. Suçları sadece zengin topraklar üzerinde doğmak olan Kongoluların çektiği zulüm modern zamanda(!) bitti sanırsanız yanılırsınız.
Ülke parçalanmış, iç savaşlar çıkmıştır. Topraklarına uluslararası sermaye ağalarının üşüştüğü bir Kongo var. Belçikalı paralı askerlerin katlettiği Kongo’nun halkçı ve demokratik ilk başbakanı Patrice Lumumba’yı unutmadık diyelim ve günümüze dönelim.
Maden Bitince Sorun Bitmiyor: ‘Giresun Kirlendi, Sırada Balıkesir Var’
Dünyanın En Özel Yerlerinden
Kongo’nun yöneticileri, uzun zamandan beri petrol ve doğalgaz kaynaklarının değerlendirilmesini gerekçe göstererek yağmur ormanlarını pazarlamaya çalışıyordu.
Sonunda Temmuz ayında uzmanların ve çevrecilerin karşı çıkmasına rağmen Devlet Başkanı Tshilombo’nun katıldığı başkent Kinşasa’daki törenle ormanlar açık arttırma ile satışa çıkarıldı. Kongo’nun başkanı şöyle diyordu; ”Hidrokarbon kaynaklarını değerlendirmek zorundayız… Bizde orman çok, bunun küçük bir bölümünü satışa çıkarıyoruz. Ülkemizde sömürge döneminde el değmemiş bir alandan söz ediyoruz. Doğal gaz ve petrol yönünden zengin. Yatırımcıları bekliyoruz”
Kongo ormanları ve turba adı verilen bataklıkların açık artırmaya çıkarılması Küresel İklim Zirve’sinin tabutuna çakılan çivilerden biri oldu. Görülüyor ki ne devletler ne de küresel şirketler hala tehlikenin farkında değil.
Kongo’da Cennet ve Cehennem Bir Arada
Rusya-Ukrayna savaşı yüzünden doğalgaz kaynakları daha değer kazandı. Bu yüzden Kongo adı özellikle Avrupa’yı heyecanlandırmaya yetiyor.
Ülkede ilk aşamada 27 petrol ve 3 doğal gaz sahasının bulunduğu orman ve turbalık alanlar satışa çıkarıldı. Katılan şirketler belli. Dünyanın akciğerleri için kıyasıya bir rekabet var. Şirketler tekliflerini veriyorlar. Asıl gürültünün kopacağı tarih son kararın verileceği gün olacak. Kongo’da savaş falan çıkarsa şaşırmayın!
Çevreciler, binlerce endemik türün bulunduğu alanların yok edilmesine karşı çıkıyor.
Sadece fosil yakıt meselesi değil; kıtanın en geniş ormanlık alanına sahip olması nedeniyle “Afrika’nın Akciğeri” olarak bilinen Kongo, zengin kobalt, altın hatta elmas kaynaklarına da ev sahipliği yapıyor.
Ünlü dağ gorillerinin yaşam alanı olan Kongo ormanlarında ‘turba’ denilen bataklıklar var. Sömürge dönemlerinde ve iç savaşlar sırasında binlerce kişiye mezar olan bu bataklıklar kömür, gaz ve madenler yönünden de zengin.
Ancak bu zenginlik tam bir bıçak sırtı… Yani cennet ve cehennem yan yana. Petrol için vurulan kazmanın bir kıvılcımı bu toprakları cehenneme çevirebilir.
Kuzey Ege’de Pusuya Yatan Tehlike
Tehlikenin Adı: Kivu Gölü
Kivu Gölü’nde metan ve karbondioksit miktarı olağanüstü yüksek. Hemen yakınındaki yanardağdan göle lav sızması büyük tehlike yaratıyor. Uzmanlara göre bin derece sıcaklığındaki lavlar göle akmaya devam ederse, su ısınacak ve gazlar yükselmeye başlayacak. Bu durumda Kongolular iki tehlikeyle karşı karşıya kalacaklar. Metan’ın yükselmesi patlamalara yol açabilir, karbondioksit ise zeminin üzerinde yayılarak insanların boğularak ölmesine neden olabilir. 1986’da Kamerun’daki Nyos Gölü’nden böyle bir sis tabakası yükselmiş ve 1700 kişi zehirlenerek ölmüştü.
Afrika’ya dikkatli bakın… Yakında insanlık ve doğa dramının yeni oyunlarını sahnelemeye başlayacaklar.
* Bu yazı, 10.09.2022 tarihinde Gazete Pencere’de yayımlanmıştır.

Ormancılar, ormanda niçin ağaç keser? Anadolu coğrafyasının yaklaşık yüzde 29’u ormanlık alandır. Ormanlar, vatanımızın en önemli bir parçası olup; hayatımızda büyük bir rol oynamaktadır.
AYHAN KÜYÜK | Ormanlar bizim için inziva ve eğlence yerleri ve milyonlarca hayvan ve bitki türü için önemli su depoları, hava filtreleri ve yaşam alanlarıdır. Ormanlar odun hammaddesi, iklim koruyucuları ve hava temizleyicileridir. Ayrıca karbondioksiti (CO2 ) emebildikleri için gezegenimizin akciğerleri ve iklim korumasında önemli müttefiklerdir. Onlara çok ihtiyacımız var. O yüzden bir orman, bir odun deposundan çok daha fazlasıdır.
Şehir Ağaçlarının Yaşam Mücadelesi Nasıl Oluyor?
Peki, Niçin Ağaç Kesiliyor?
Ormanlarda ağaç kesimleri sürdürülebilir orman yönetiminin faaliyetlerinden sadece biridir. Ağaç kesimleri ile yapılan bakımlar, ormanları geleceğe uygun hale getirir. Böylece ormanın sağlığını, dayanıklılığını ve istikrarını desteklenir. Ayrıca sürdürülebilirliği sağlamak için de, ormanların belli sürelerde doğal olarak yenilenmeleri sağlanmaktadır.
Tabi ki ormanımızın ve toplumumuzun yararına yapılan bu kapsamlı çalışmalar bedavaya gelmiyor. Orman yönetiminin yasalarla kendine verilen görev ve sorumlulukları yerine getirmesi için mali kaynaklarının olması gerekir.
Orman yönetiminin çeşitli görevleri ile finansmanının en önemli temeli, orman bakımının ve gençleştirilmesinin bir sonucu olarak tomruktan elde edilen satış geliri ve daha sonra ormandan odun satışıdır. Sürdürülebilir ağaç kesimi, yalnızca istikrarlı ve sağlıklı ormanların gelişmesini sağlamakla kalmaz. Aynı zamanda sosyal ve ekolojik açıdan önemli birçok görevle ilgilenir.
Orman içi ve orman kenarı halkının geçim kaynaklarının büyük bir bölümünü orman kesim işçiliği sağlamaktadır. Bunun yanında orman yönetimi aynı zamanda ormanların ekolojik hizmetlerinin sürdürülebilirliğini de sağlaması gerekir.
Her zaman gözden kaçırmamamız gereken bazı hedefler ve görevler vardır. Dolayısıyla ağaç kesmenin hem ekolojik ve hem de silvikültürel sebepleri vardır. Ağaçlar bakım ve yeniden gençleştirme veya seçme ormanları gibi aynı alanda hem bakım ve gençleştirme çalışmaları için kesilir. Bunun haricinde kamuya açık yollar ve demiryolu hatları boyunca veya yerleşim alanları boyunca trafik güvenliği yükümlülüklerine uymak için ağaçlar kesilmektedir. Bunun yanında orman içi yol kenarlarında yangın tehlikesinin önlenmesi için de ağaçlar kesilebilir.
Ormansızlaşma ve Bulaşıcı Hastalık Tehlikesi
Ormancılık Çalışmaları Doğaya Karşı Değil, Doğayla Uyum İçinde Olmalıdır
Ayrıca kar ve rüzgar kırığı olan ağaçlarla kabuk böceği hasarına uğramış ağaçlar da ormandan çıkarılır. Bunun haricinde hiçbir ağacın sebepsiz yere kesilerek, ormandan uzaklaştırılmaması gerekir. Özellikle ayakta duran veya yatan yaşlı ve ölü odun, kuşların, memelilerin, böceklerin ve mantarların biyolojik çeşitliliği için son derece önemlidir Ağaçkakanlar, yarasalar ve diğer hayvan türleri için ‘ekolojik altın’ olarak yaşlı veya kovuklu biyotop ağaçlar mutlaka bırakılmalıdır. Dolayısıyla sürdürülebilir ormancılık çalışmaları doğaya karşı değil, doğayla uyum içinde olmalıdır.
Ormanların iklim faydaları başta olmak üzere ekolojik hizmetlerini en üst düzeye çıkarmak için daha fazla orman arazisini sağlam tutmalıyız ve onları daha sürdürülebilir bir şekilde yönetmeliyiz. Kaybettiğimiz orman arazilerinden daha fazla alanı restore etmeliyiz.

Ankara’nın Gölbaşı ilçesinde, geniş bir arazi üzerine yan yana düzenlenmiş bahçeli evlerden oluşan bir yer. Kapıdaki büyük tabelayı (Aslan Diyarı) görmesek, ev girişi olarak nitelendireceğiniz bir yere geldiğimizi düşünürdük. Daha kapıda, yakın çevrede bir hayvan ölüsü olduğunu size düşündüren, ağır bir kokuyla karşılaşıyorsunuz.
AYŞEM ÖZLEYİŞ OĞUZ | İlerledikçe koku keskinleşiyor ve evden bozma bir parkla tanışıyorsunuz! Burası Aslan Diyarı… Boy boy aslanlar tel örgüler arkasına yerleştirilmiş, son derece sağlıksız bir ortamda sergileniyorlar. Üç bebek aslanın annelerini arayışını gözlemek, arka kısma kapatılmış anneyi ve diğer iki yetişkin aslanı görmek, periyodik çoğaltma için burada tutulduklarını anlamak için yeterli bir sebeptir.
İlk aklımıza şu soru geldi, bu kadar aslanı ne yapacaklar? Farkettik ki alanda başka türlerin de, masumların da, içeride mahkum edildiğini gördük: Kaplan, alageyik, keçi, tavşan, maymun, yılan, çeşitli kuşlar…
Aslanların, kaplanların ve diğer türlerin doğal etolojilerine tamamen aykırı bir şekilde yaşamaları(!), çoğaltılmaları oldukça düşündürücüdür. Kısa bir zaman içerisinde ilerideki adımın ne olacağını da öğrendik, Ankara’da Safari!
Suçsuzlar Hapishanesi: Ankara’da Aslanlar İçin Eziyet Diyarı
Aslan Diyarı: ‘Ankara’da Safari’ye Giden Zulüm Yolu’
Bu işletmeyi araştırdık ve gördük ki, 12 Mart 2021 tarihli Türkiye Sicil Gazetesinde MCB Entertainment Mimarlık Sanayi ve Limited Şirketi için bir kayıtla karşılaştık. Şirketin açılımında öyle şeyler karşımıza çıktı ki şaşkınlığımızı gizleyemedik. Kedi, köpek, kuş, kaplumbağa, yılan, bukalemun, timsah, aslan, kaplan, kertenkele ve evcil olmayan tüm hayvanları yetiştirmek ve çoğaltmak… Mimarlık, mühendislik, organizasyon ayağından nasıl böyle bir yere gelindiği dikkat çekiciydi. Üstelik daha birkaç gün önce resmi gazetede, hayvanat bahçeleri ve doğal yaşam parkları ile ilgili yeni bir düzenleme yayınlamıştı.
Bu alanın izni 11 Ağustos 2007 tarihli bir ruhsatla ilişkilendirilmiş. B sınıfı hayvanat bahçesi ruhsatı. İçeriğine baktığınızda ise şıkların hiçbiri, bu parkta yaşanılan gerçekliği yansıtmıyor!
Geçtiğimiz yıl ‘Hayvanları Koruma Kanunu’ yeniden düzenlenirken ‘Mevcut hayvanat bahçelerini kaldırmayacağız ama yenilerinin kurulmasına izin verilmeyecek, hayvanlar artık mal değil can olarak tanımlanacak’ diyen hükümet yetkililerine soruyorum, peki bu park neyin nesi?
Koruma Bunun Neresinde?
Burası İçin düşünceleri, “Bakanlıkça belirlenen yabani memeli hayvanlardan en az bir türü bulunduran, hayvanların etolojik özellikleri göz önünde bulundurularak geniş alanlarda serbest dolaşımlarına imkan sağlanan tesis” şeklinde tanımlanan doğal yaşam parkı mıdır? Böylesi bir tanımlama kişilerin düşüncelerine bırakıldığından, ucu açık ve her şeye müsait bir durumu sergilemektedir.
Öyleyse Koruma bunun neresinde? Afrika düzlüklerinin ve iklim yapısının burada olamayacağı açıkken, bu çoğaltma izninin verilmesi, ileriki adımın bir Safari Park düşüncesi olması tabiki tesadüf değildir!
Hukuki düzenleme ve kurallar sadece gazetede yayınlanmak için değil, uygulamak içindir! Kişiye, kuruma veya herhangi bir topluluğa göre değişmez. Buraya kapatılan ve mahkum edilen masumların haklarını savunmaya, sesleri olmaya ve ‘koruyoruz’ adı altında çeşitli şekillerde duruma uydurulup, asla kontrol edilmeyen bu yerlerde sömürülmelerine izin vermeyeceğiz.
VİDEO HABER | Ayşem Özleyiş: ‘Hayvanların Canı Üzerinden Siyaset Yapılıyor’

Bakan Bilgin’den EYT Açıklaması: Yaş Şartı Olacak Mı?

CHP’li Gökan Zeybek: Çevreyi, Çevre Bakanlığı’ndan Koruyoruz!

Bu Ülke Nereye Gidiyor?

Seferihisar’da ‘Turuncu Mucize’ Mandalina Şenliği Başladı

Zülal Kalkandelen: Sokak Köpeklerine Yasa Dışı Operasyon Hazırlığı Yapılıyor

Dünya Kupası Bugün Katar’da Başlıyor: İşte Kupa’nın En’leri

Beşiktaş Belediyesi’nden Kadına Yönelik Şiddete Karşı Yeni Kampanya

ODTÜ’lülerden Kılıçdaroğlu’na ‘Rant Yolu’ Mektubu: Doğaya Sahip Çıkın!

BM Genel Sekreteri Guterres’ten İklim Krizinde Güveni Yeniden İnşa Etme Çağrısı

Türkiye’nin Yeni İklim Hedefi Emisyonları Azaltmak Yerine Artırıyor

İklim Krizine Karşı 5 Büyük Sektörü İçeren Uluslararası Eylem Planı

‘İklim Krizi Değil İklim Felaketi’
Öne Çıkan Haberler
-
Hayvan Hakları3 hafta önce
Zülal Kalkandelen: Sokak Köpeklerine Yasa Dışı Operasyon Hazırlığı Yapılıyor
-
Spor3 hafta önce
Dünya Kupası Bugün Katar’da Başlıyor: İşte Kupa’nın En’leri
-
Ekoloji3 hafta önce
ODTÜ’lülerden Kılıçdaroğlu’na ‘Rant Yolu’ Mektubu: Doğaya Sahip Çıkın!
-
Hayvan Hakları2 hafta önce
Bu Ülke Nereye Gidiyor?
-
Yerel3 hafta önce
Beşiktaş Belediyesi’nden Kadına Yönelik Şiddete Karşı Yeni Kampanya
-
Yerel3 hafta önce
Seferihisar’da ‘Turuncu Mucize’ Mandalina Şenliği Başladı
-
İklim Krizi4 hafta önce
İklim Krizine Karşı 5 Büyük Sektörü İçeren Uluslararası Eylem Planı
-
Ekoloji4 gün önce
CHP’li Gökan Zeybek: Çevreyi, Çevre Bakanlığı’ndan Koruyoruz!